İnsan haklarını korumak ve geliştirmek, bir irade ve atmosfer meselesidir. Askeri ve sivil bürokratların hak ve hürriyetlere olan münasebetini ve mesafesini tayin eden, siyasi aktörlerin tavrıdır. Başta iktidar olmak üzere siyasiler haklar meselesinde duyarlı ve kararlı bir duruş sergilediklerinde, bürokratlar da kendilerini buna göre konumlandırır. Çünkü bir hakkı ihlal ettiklerinde ve/ya bir hürriyetin kullanılmasını engellediklerinde, siyasetin buna şiddetli bir tepki göstereceğini bilirler. İhlâle sebep olacak bir karar ya da fiilin hesabını hukuken ödeyeceklerini akılda tutarlar. Dolayısıyla hak ve hürriyetlere yaklaşımlarında daha dikkatli, daha saygılı davranmak zorunda kalırlar.
Buna mukabil siyasilerin insan haklarına dair bir hassasiyete sahip olmadıkları durumlarda işin rengi değişir. Siyasi iktidarın eylem ve söylemlerinde insan hakların tanınmasına ve muhafazasına dair bir vurgunun, bir özenin yokluğu, kamu görevlilerini hakları ihlâl etme noktasında cesaretlendirir. İktidarın hak ihlâllerine yönelik iddiaları değersizleştirdiği, ihlâlleri gündeme taşıyanları şeytanlaştırdığı ve failleri cezalandırmaktan imtina ettiği bir vasatta, hakların sistematik olarak çiğnenmesi kaçınılmaz bir hal alır.
Bir zamanlar insan haklarını güçlendirmek için anayasal ve yasal düzlemde radikal değişimlere imza atan ve üst üste demokratikleşme reformları yaparak bunları hayata geçirmeye çalışan iktidarın yerinde yeller esiyor şimdi.
“İşkenceye sıfır tolerans” sözünün kararlılıkla arkasında duran bir iktidar, ne yazık ki, türlü bahanelere sığınarak özgürlükleri sınırlandıran, hak ihlâllerini kabul etmeyen ya da önemsizleştirerek geçiştiren ve hattâ — daha da tehlikeli olarak — insan haklarını devleti zaafa uğratan bir söylem olarak görmeye başlayan bir iktidara dönüştü.
İktidardaki bu dönüşümün yansımalarını, hemen her gün adliye koridorlarında görmek mümkün. Mahmut Alınak’ın kanuna aykırı bir şekilde ellerine hoyratça kelepçe takılması, son günlerdeki hukuksuzluklardan sadece biri.
CMK 93. maddeye göre, yakalanan veya tutuklanan bir kişiye, ancak kaçması veya kendisinin ya da bir başkasının hayat ve beden bütünlüğünü tehdit etmesi halinde kelepçe takılabilir. 68 yaşındaki Alınak, eski bir milletvekili ve hukukçu. Bundan önce dokuz kere daha tutuklanmış. Alınak’ın kaçması, kendisine veya bir başka insana zarar vermesi söz konusu değil. Yani eline kelepçe takılmasını gerektirecek herhangi bir durum yok.
Ama sahada işler, kanun metninde yazdığı gibi işlemiyor. Polisler, Alınak’a kelepçe takmakta ısrarlı. Alınak, kanunu ihlâl ederek kendisini kelepçelemek isteyenlere mevzuatı hatırlatıyor ve görevlerini kötüye kullandıklarını belirtiyor. Polisler oralı olmuyor, ittire kaktıra Alınak’ın eline kelepçeyi geçiriyor, onu asansöre sürüklüyor.
Böylece kelepçe, bir güvenlik tedbirinin aracı olmaktan çıkıyor; insan hak ve hürriyetlerini çiğnemenin bir simgesine dönüşüyor. İktidarın, muhalifleri küçük düşürme, bir grubu ve bir kimliği ezme niyetinin göstergesi haline geliyor. Devletin elini arkasında görenlerin kendilerini hukukun üstünde konumlandırdıklarını anlatıyor.
Dolayısıyla o kelepçe sadece Alınak’ın eline geçirilmiyor; gerçekte bütün bir hukuk düzeni kelepçeleniyor, hukukun eli ayağı bağlanıyor.
(*) Gazete Pencere, 22.02.2020.