[7 Temmuz 2018] Bari dün kaldığım yerden devam edeyim, son çeyrek finallere neredeyse beş, pardon dört saat kala. Tahminim (ve isteğim), İngiltere’nin İsveç’i, Hırvatistan’ın da Rusya’yı yenmesi yönünde. Bu takdirde yarı-finalleri, zaten kesinleşmiş bulunan Fransa-Belçika eşleşmesinin yanında, İngiltere-Hırvatistan oynayacak.
Medyada, Brezilya’nın da elenmesiyle uzun zamandır ilk defa, başka kıtalardan (tabii özellikle Latin Amerika’dan) hiçbir takımın son dörde kalamadığı ve bütün yarı-finalistlerin Avrupalı olduğu yorumu yapılıyor. İyi de, günümüzde Avrupa nasıl bir kavram? Ya da kim, hangi ölçütlere göre, ne kadar Avrupalı?
Gerard Delanty’nin küçük ve hoş bir kitabı var, Inventing Europe diye. Türkçesi de var(mış): Avrupa’nın İcadı. Yıllardır Sabancı Üniversitesi’ndeki Formations and Constructions of Europe [Avrupa’nın Oluşumları ve İnşaları] dersimde okuttum. Belki şimdi İbn Haldun’da da aynı dersi verir ve Delanty’yi gene okuturum.
Eric Hobsbawm ve Terence Ranger [der. The Invention of Tradition], Edward Said [Orientalism], Larry Wolff [The Invention of Eastern Europe], Maria Todorova [Imagining the Balkans] ve daha nice çağdaş tarihçi, siyaset bilimci ve sosyal bilimci gibi Delanty de sıkı bir anti-özcü ve anti-Batımerkezci. Tarih boyunca değişmeyen bir Avrupa olmadığını; tersine, Avrupa’nın belirli bir çağın “öteki”leri ve “belirleyici dışsalı”na (constitutive outside) göre habire yeniden tanımlandığını, şekil değiştirdiğini, metaforik anlamda genişlediği veya daraldığını anlatıyor. İlkçağın ötekileri, Roma’nın Germen veya Pers “barbar”ları. Ortaçağın büyük ötekisi İslâm. Yeniçağın ötekisi Amerikaların yerli toplum ve kavimleri. Yakınçağın birinci ötekisi (19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında) İngiliz, Fransız, Hollanda, Belçika vb denizaşırı imparatorluklarının sömürge halkları. İkinci ötekisi (20. yüzyılda) komünizm, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa… Ama şimdi, son birkaç yüzyılın bütün o Avrupa-dışı ötekileri, Avrupa’nın içine taşınıyor.
Zaten bunun özellikle spor alanındaki görünürlüğünden yola çıkıyordum, dünkü Neden Fransa yazımda. (Hemen bir düzeltme: babası Kongolu olan Steven Nzonzi’yi atlamışım; dolayısıyla Fransız millî takındaki Afrika kökenli oyunu sayısı ve oranı 12/23 değil, 13/23 olacak.) Ama sırf Fransa mı bu durumda? Brezilya’yı 2-1 yenen Belçika’yı taşıyan isimlerden, eski kaptanı ve 1.90 boyuyla orta savunmacısı Vincent Kompany’nın yanı sıra, forvette sürati ve fizik gücüyle Brezilya dahil bütün defansları dağıtan Romelu Lukaku ve onun yedeği Michy Batshuayi hep Kongo kökenli. Orta sahada Mousa (Musa) Dembélé Malili; İngiltere’yi 1-0 yendikleri son grup maçının tek golünü atan Adnan Januzah Afrikalı değilse de bir başka periferiden; Kosovalı. Japonya’ya karşı 0-2 geriye düştüklerinde, teknik direktörleri (İspanyol) Roberto Martinez, Faslı Marouane (Mervan?) Fellaini ve gene Faslı Nacer Chadli’yi oyuna soktu. Fellaini’nın kafayla durumu 2-2’ye getirmesinin ardından, 90+4’te kaleci Thibaut Courtois’nın topu elle oyuna sokmasıyla gelişen kombine atakta, sağ kanattan gelen ortanın üzerinden atlama basiretini kaç santrfor gösterebilirdi acaba? Ama Lukaku bunu yaptı ve arkasında, soldan gelen Chadli de Belçika’nın üçüncü golünü neredeyse boş kaleye zımbaladı.
Gelelim İngiltere’ye. 1970’lere kadar “bembeyaz” bir takımdı. Nottingham Forest’ta yıldızlaştığı yıllarda sürekli ırkçı hakaretlere maruz kalan ve kendisine sık sık tribünlerden muz atılan Vivian Anderson, 1978’de İngiliz millî takımıyla sahaya çıkan ilk siyah futbolcu oldu. Bugün ise İngiltere’nin 23 kişilik Dünya Kupası kadrosunda tam 10 “siyah” (ya da “beyaz olmayan”) futbolcu var. Hemen hepsi Karayipler kökenli: Trent Alexander-Arnold, Danny Rose, Ashley Young, Fabian Delph, Ruben Loftus-Cheek, Danny Welbeck, Marcus Rashford, Raheem Sterling, Dele Alli, Jesse Lingard. Çoğu Tottenham, Chelsea, Manchester City veya Manchester United’da oynuyor.
Yani eğer benim tahminlerim tutarsa, yarı-finalde sadece Hırvatistan’ı göreceğiz, geçmişin eski beyaz (Germen veya Slav) Avrupa’sından. Bu da normal, çünkü Hırvatistan küçük bir ülke; hiçbir zaman denizaşırı bir sömürge imparatorluğu olmadı. Alternatifi Rusya ise kendi doğusu ve güneyine, Sibirya, Orta Asya ve Kafkasya’ya emperyalist kesildiği için keza pür beyaz konumda. İsveç’te de, Türkiye kökenli ve Süryani asıllı Jimmy Durmaz, Nordik görüntünün tek istisnasını oluşturuyor.
Sınırlar çatırdıyor, kültürler karışıyor, eski etnik kimlikler çöküyor, yerini her türlü “melezlik” (métissages) alıyor. Neo-nasyonalist muhafazakârlıklar bu değişime daha ne kadar dayanacak? Ya da, içe dönüp kendini kapatma, tekrar küçük cemaatler üretme ve etrafını dikenli tellerle çevirme eğilimi, bildiğimiz Batı’nın sonu mu olacak?