Kandırılmanın en ileri aşaması bu olmalı; Seni kimin kandırdığını bilemeyecek kadar kandırılmış olmak…
Murat Belge’nin Bugün gazetesine verdiği röportaj literatüre bunun bir örneği olarak girebilir.
O kısmını hatırlayalım;
“2010 Referandumuyla birlikte hem partide hem de hükümet politikalarında değişmelerin başladığı söylendi. Referandumla düzenlenen yasalardan bir dönüş olduğu görülüyor.
‘Evet’ diyenler kandırıldı mı?
Bence evet. Zaten bütün bu olanlar bir kandırmaca haline geldi sonunda. Ben de doğrusu kendimi kandırılmış hissediyorum. ‘Elim kırılaydı da oy vermeseydim’ diyecek halim yok. O zamanın şartlarında doğru davrandığımı düşünüyorum. Ama yanıltan bir şey olduğu besbelli. Sanıyorum olay şu; Türkiye’de İslamcı hareket kendini her zaman bir tehdit altında hissettiği için, korunma ihtiyacı duyuyordu. Sanırım genel olarak demokrasi ve AB karşısındaki tavır, bu korunma ihtiyacıydı. Ama ondan sonra kendini iktidar sahibi hissetmeye başlayınca memleket için demokrasiden vazgeçmeye başladı. Yani ‘Ben burada 150 gram daha garantideyim’ dediği zaman 150 gram daha eksiltti demokrasiyi.”
Sahiden olay bir kandırılma gibi duruyor.
Meğerse 9 seçimdir ortalama yüzde 40 üstü oy alan bir parti “İslamcı hareketmiş”. 28 Şubatçılar, Kemalistler diyordu da inanmıyordunuz.
Ama ne ilginç bir İslamcı hareketmiş ki 2010 referandumunda istese rahatça yapabilecekken üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakacak bir madde bile eklememiş. Hatta referandumda oylanan o 26 madde içinde; (Unutanlar için http://www.anayasa.gen.tr/5982.htm)
Kenan Evren’e mahkeme yolu açan madde, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını getiren madde, askerî yargıyı siviller lehine gerileten madde, yargıdaki eski yapılaşmayı bitirip çoğulculaştırmak için yapılan düzenlemeler falan varmış.
Ama bir tane bile İslamcı hareket maddesi yokmuş.
Daha çok liberal demokratlar İslamcıları kandırmış gibi gözüküyor.
Aslında bunlar bir demokratın yetmez ama evet demek için kandırılmasına dahi gerek olmayan maddeler.
Tabii AKP Türkiye’ye eşcinsel evlilik hakkını getirse “bu dincilerle yan yana görünmek doğru mu” diye bir ön dertleri, bitmek bilmez mahalle baskıları olanlar için belki birkaç diyazem iğnesiyle mümkün olmuştur bu evetler. Sonra da yaralı parmağa ömründe bir kez faydalı olmaktan dolayı ilk fırsatta pişmanlıklar, mahalleye geri dönüş bileti için itiraflar…
Esasında esaslı bir kandırılma hikayesidir 2010 referandumu. Ama Murat Belge’nin son iki yıldır bir türlü Taraf’taki köşesinin penceresindeki cehalet perdesini açıp bakmak istemediği bir kandırılma hikayesi bu…
Kısaca şöyle özetleyelim;
Referandumdan sonra daha çoğulcu bir yapılanma için yapısı değiştirilen HSYK, Yargıtay ve Danıştay seçimlerinde cemaatin hükümeti fena halde kandırmasının hikayesi. (Bir an için cesaretini toplayıp okumak isterse) http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/577752.aspx)
Tabii kandırıldığını Bugün gazetesine açıklayan birinin içinden çıkamayacağı bir Inception filmi bu…
Ne kötü bir tesadüf.
Belki röportaj bir gün önceki Bugün gazetesinde çıksaydı, Nazlı Ilıcak’ın köşesinde -şöyle diyelim bu kez kendi adıyla- tam tekmil çıkan “Ali Fuat Yılmazer’in Mektubu-3”ü group, bir an için belki şüphelenebilirdi hangi filmin içinde olduğundan…
Herhalde şunu biliyordur. Ali Fuat Yılmazer, Hrant Dink cinayeti soruşturmasından tutuklu eski polis şefi.
Savcılığın hazırladığı yeni iddianamede de şöyle suçlanıyor: “Fethullah Gülen cemaati adına kurulan suç örgütünün yöneticileri olmak, Hrant Dink cinayetini tetikçinin adını bile bilmelerine rağmen örgüt menfaatleri için izlemekle yetinmek ve böylece tasarlayarak bir kişiyi kasten öldürmeye yardım etmek.”
Savcı cinayetten dört ay öncesinde polisin katilin adının “Ogün” olduğunu dahi bildiğini, cinayetten sadece iki gün öncesinde ise Trabzon Emniyeti’nin, Ogün Samast’ın eline silah
ve bayrak vererek terminalden İstanbul’da gönderdiği gün dahi Yasin Hayal’i takip etmekte olduğunu gösteren belgeleri ortaya çıkardı..
Hem de bütün kilitleri Cumhurbaşkanı’nın açtığı bir soruşturmayla…
Daha dün açıklanan bir iddianameyle bu cemaatin Akil İnsanları dahi dinlediği ortaya çıktı.
Başka bir iddianamede bir polis tanık ise, dinlemede olan bir medya patronu, Altunizade’deki santralden Fethullah Gülen’e bağlanınca dinleyen polisin “birkaç gün kendine gelemediğini ve hoca efendiyi doğrudan dinleme şerefine nail oldum diye sevindiğini” söylemişti.
Aynı duyguları sizin için de hissettiklerini pek sanmıyorum.
Ali Fuat Yılmazer’in hapse girmeden önce saatlerce çıkıp içini döktüğü, mektuplarını gönderdiği medya grubunun önüne desteğe gelen “Hrant’ın arkadaşı” kadrosundan bir milletvekiline ise herhalde en fazla gülüyorlardır. Hem de Hrant Dink’in yaşadığı Kamp Armen’in devlet tarafından Ermeni Kilisesi vakfına iade edildiği gün, bir el koymayı
protesto ederken…
Günün sonunda insan hiçbir şeyden utanmasa Hrant Dink’in öldürülmesini cemaatsel çıkarları için izlemiş (şimdilik, en azından) bir çetenin yanında tarihe böyle poz verdiği için utanır.
Bunu bir de diktatörlüğe karşı çıkmak zannettiği için bir daha utanır.
Bu uğurda bütün demokratlık sicilini, “Darbe de olabilir belki de iç savaş çıkar, hatta oluk oluk kan akar AKP kalırsa” gevelemeleriyle bozduğu için utanır.
Artık sizi aslında kimin kandırdığını öğrendiniz.
Bunca yılın, entelektüel hayatımıza, demokrasimize, İstanbul’a olan bunca katkının hatırına son kez buyurun aldatılma anınızın fotoğrafları, o melunun ses kayıtları…
Eh bundan sonrasına kandırıldım denmiyor artık…