Liverpool’un otuz yıl süren şampiyonluk hasretini dindiren Alman teknik direktör Jürgen Klopp “Artık omuzlarımızdaki bu yükten kurtulduk” dedi.
Hem de ne kurtulma!
O çok beklenen kupa, birçok rekor kırılarak ya da egale edilerek Anfield Road’a geldi. Kırmızılar, Manchester City’nin iç sahada üst üste 20 maçlık kazanma rekorunu 23’e çıkardı. Arka arkaya 18 karşılaşmayı alarak yine City’ye ait bir diğer rekoru egale etti. Amansız rakibi City’i sezon içinde 25 puan arkada bırakarak Premier Leage (PL) tarihinde takipçisine en fazla fark atan lider oldu. Ve hepsinden mühimi, 128 yıllık kulüp tarihinde ilk kez ligdeki bütün takımları yenebilmeyi başardı.
“Kusursuz bir makine”
Rüya gibi geçen bu sezonunun arkasındaki en büyük isim, Klopp. Günümüzün büyük teknik direktörlerinden Carlo Ancelotti, Klopp’u “bu başarının en büyük mimarı” olarak tanımlarken, yalnızca içinde bulunulan âna değil, Klopp’un bütün Liverpool kariyerine dikkat çekiyor. “Sadece şampiyonlukla değil; Liverpool’a geldiğinden bu yana yaptıklarıyla da büyük bir başarı yakaladı. Sabırla, kusursuz bir makine yarattı.”
Hakikaten kime sorarsanız sorun, Kırmızılar’ın PL’nin tepesine yerleşmesinde aslan payını Klopp’a verir. Onun önüne geçen bir isim yok; şampiyonluğu bir ya da birkaç yıldız ismin hususi becerisine bağlayan hiç kimseye rastlamadım. Herkes bu muazzam zaferin Klopp’un eseri olduğunu zevkle ve sevinçle teslim ediyor. Sanki Klopp kazanınca biz de kazanmış sayılmışız gibi bir hava var ortamda. Herkes mutlu!
Peki, Klopp’u bu kadar çok dostu olan biri yapan nedir? Onun hedefine varmasından herkesin haz duymasını sağlayan sihir ne olabilir?
Dağkapı Meydanı’nda Klopp idmanı
Her şeyden evvel, dünyanın en büyük futbol uzmanlarından biri. “Dünyanın en iyi üç teknik direktörü kimdir?” diye, ister hayatını meşin yuvarlığın hikmetini anlamaya adayan ağır abilere başvurun, ya da ister yoldan geçerken çevirdiğiniz üç-beş futbol sevdalısına danışın, size muhakkak Klopp’un adını verirler. Zaten onun ismini içermeyen bir listeye “keenlemyekün” (yok hükmünde) muamelesi yapmak gerekir!
Herkes Liverpool’un maçlarını bir başka gözle izliyor, bir şeyler kapmaya çalışıyor. Sadece profesyonel futbol uygulayıcıları değil, Klopp’un takipçileri; iletişim teknolojisinin sağladığı kolaylık sayesinde her yaştan futbol tutkunu onun oyun hakkındaki görüşlerinden haberdar olabiliyor, yaptırdığı idmanları izleyebiliyor ve bunları kendi futbol zevkine harç yapabiliyor.
Geçen hafta bir gün fakülteden çıktım, şehre indim. Kadim çayhanemizde soluklanmak üzere Dağkapı Meydanı’ndan geçiyorum. Çocuklar meydanda top oynuyor. Üzerlerindeki formalar türlü türlü; kimi Juve’nin Ronaldo’sunu sırtına geçirmiş, kimi de Real’in Benzema’sını. Solaklar ise Barça’nın Messi’si pozunda! 7-8 kişi halka olmuş, iki kişi de ortada. Ama ortadaki iki kişinin topu kapmak için harcadığı gayreti görmeniz lazım. Sanki Şampiyonlar Ligi finali oynuyorlarmış gibi kıran kırana bir mücadele içindeler!
Kaçınılmaz olarak gözüm takıldı oyunlarına. Az biraz seyredince anladım o iki çocuğun neden böyle çılgınca koşturduklarını. Meğer bir kişi de ortadakilerin topu kaç pasta ve kaç saniyede kapacağını hesaplıyormuş. En kısa sürede ve en az pasta topu kapan grup, oyunu kazanıyormuş. Yani bizim çocukluğumuzun masum “ortada sıçan”ını şimdiki veletler Klopp’un gegenpress’ine çevirmiş!
“Duyduğum en iyi ikinci soru!”
Velhasıl Klopp, futbolda hem zihnî hem de fizikî anlamda çığır açan bir bilge. Lâkin salt futbolun künhüne vakıf olması, Klopp’a gösterilen muhabbeti izaha yetmez. Futbol bilgisinin derinliği insanların sevgisini garanti etmez. Alın size Mourinho’yu! O da futbolu dönüştüren büyücülerden, ama sevilmekten ziyade nefret edilen biri.
Zannımca insanların Klopp’la hemhal olmalarını sağlayan asıl unsur, bir okur dostumun ifadesiyle “insan” olması” ve insan olmayı önemsemesi. Soğukluklarıyla maruf Almanların (!) aksine sımsıcak biri; insanlarla samimi bir ilişki kuruyor. Öyle ki bir gazeteci ona “Hemen ikinci sorumu sormak istiyorum. Çünkü bir daha bu şansı yakalayamam. Size sarılabilir miyim?” diyecek yakınlığı bulabiliyor. Klopp da önce “Bu, duyduğum en iyi ikinci soru” gibi harika bir giriş yapıp arkasından masadan kalkarak o gazeteciye sarılabiliyor.
Kendisine çok büyük anlamlar atfetmiyor. Bir elli yıl sonra insanların kendisi hakkında konuşup konuşmayacaklarıyla ilgilenmediğini belirtiyor. “Bu sebeple heykelimin yapılmasını istemem. Umarım o zaman insanların odaklanacakları farklı şeyler olur.” Mütevaziliği içten; rol kesmiyor.
Konuşması size güven telkin ediyor. Dürüstlüğü sizi sarıyor, kafanızda uyanması muhtemel şüpheleri izale ediyor. Hayatı ile ilgili bir belgeselde “Nasıl oluyor da her ayrıldığınız yerde çok iyi bir iz bırakıyorsunuz?” sorusuna yanıtı, hayata bakışını özetliyor: “Ben inançlı bir adamım, inancım bana dünyayı daha iyi bir yer yapmayı öğütlüyor, ben de çevremdeki herkesi daha iyi yerlere getirmeye çalışıyorum.”
Klopp’un bu hayat felsefesi, futbolcularına çok müspet tesir ediyor. Elbette futbolcular profesyonel insanlar; yaşamlarını bu işle idame ettirir ve herkesten önce kendileri için oynarlar. Eğer Klopp değil de başlarında başka biri olsa, şüphesiz onun talimatlarını yerine getirmeye çalışırlar. Ancak hocaya duyulan sevgi ve saygı nedeniyle futbolcular hocaları için de oynuyorlar; sınırlarını zorluyorlar, maçın bitiş düdüğü çalıncaya kadar canhıraş bir şekilde savaşıyorlar ve son damlasına kadar bütün terlerini sahaya akıtıyorlar.
Lâfı uzatmak istemem ama benzer bir ilişkinin Zidane ile futbolcuları arasında da kurulduğunu da belirtmeliyim. Dışa dönük Klopp’un aksine Zidane biraz daha içe kapanık bir kişilik de olsa, onun da futbolcularıyla büyülü ilişkisi Real’i üç yıl üst üste Avrupa’nın zirvesine yerleştirmişti. Zidane’nin ayrılmasıyla tepe taklak düşüşe geçen Real, onun tekrar gelip ipleri eline almasıyla toparlanmaya başladı.
“Liverpool’un ruhu ve bacakları”
Klopp, kulübün taraftarlarıyla ve tarihiyle saygılı bir ilişki kuruyor. “Bize kendi yolumuzu bulma şansımızı, asla sabrından ödün vermeyen taraftarlarımız verdi” derken, hayallerinin gerçeğe dönüşmesinde taraftarın kritik rolüne işaret ediyor. Kulübün efsanelerine hürmette kusur etmiyor. Bu bağlamda Klopp’un dünyasında, onüç yıl Liverpool forması giyen ve teknik direktör olarak da takımına bundan önceki son şampiyonluğu getiren Kenny Dalglish ile onyedi yılını Liverpool’a veren Steven Gerrard’ın müstesna bir yeri var. Onları her vesileyle göklere çıkarıyor.
“Sir Kenny Dalglish Liverpool’un ruhudur. İnsanlar için, bu kulübün ne anlama geldiğinin temsilidir. Steven Gerrard ise Liverpool’un bacaklarıdır. Yıllarca bu kulübü taşıdı. Bu şampiyonluğu en çok o hak etti.”
Dalglish de buna mukabil Alman teknik direktörü methederken çok bonkör davranıyor. “Jürgen, Liverpool’a geldiğinden beri, özellikle son iki yıldır her şeyi yoluna soktu ve ne kadar fantastik bir teknik direktör olduğunu gösterdi. Liverpool’un sahip olduğu her başarıda en büyük pay onundur. Kulüpte çalışan herkesi takdir etti ve saygı duydu. Bu büyük başarıyı, geçen yıl da tekrarlayabilirlerdi ama o sezonu Şampiyonlar Ligi kupasıyla tamamladılar. Liverpool, Klopp ile ömür boyu sürecek bir sözleşme imzalamalı.”
Sanırım Kırmızıların bir tek kendi taraftarlarıyla değil dünyanın her yöresindeki futbolseverlerle bütünleşmesinin, onların gönüllerinde taht kurmasının ve durdurulamamasının arkasında, yoğun bir emekle harmanlanmış bu karşılıklı sevgi ve saygı yatıyor.
(*) Kürdistan 24, 01.07.2020