15 Temmuz darbe girişimi üzerine henüz medyaya sızan sınırlı sayıdaki ifadeler dışında iddianameler hazır olmadığı için olan biten hakkında en dikkat çekici kaynak Meclis’teki araştırma komisyonu. Komisyonun, iddianamelerin çıkmasından sonra çalışmaya başlaması belki daha faydalı olabilirdi ama yine de kamuoyu önünde merak edilen soruların muhataplarına sorulması önemli.
Komisyonun en büyük handikabı bugüne kadarki oturumlarda da görüldüğü gibi çağrılan konuklara iktidar ve muhalefetten milletvekillerinin siyaseten işlerine gelecek şeyler söyletme çabaları. Komisyonda vaktin epey bir kısmının özellikle muhalefet milletvekillerinin bu çabalarıyla geçtiği görülüyor.
Sadece komisyonda alınan söz sayılarına bakıldığında ilk üç sırada en yakın takipçisinin iki katı ve neredeyse AK Partili vekillerin tamamı kadar söz almış CHP’li Aykut Erdoğdu ilk sırada geliyor. Onu CHP’li diğer iki vekil Aytun Çıray ve Sezgin Tanrıkulu izliyor. Ardından AK Parti’den Selçuk Özdağ, HDP’den Mithat Sancar diye liste devam ediyor. Tutanakları okuduğunuzda bu ağırlığı görebiliyorsunuz.
Biraz daha titiz bir hazırlıkla mesela “2003’te hükümeti FETÖ’ye karşı uyardım” diyen Hilmi Özkök’e Genelkurmay Başkanı ikenki Özel Kalem Müdürü’nün FETÖ’den tutuklu olduğu hatırlatabilirdi. Ya da Mehmet Ağar’a komisyonun gündemi olmayan 90’larla ilgili sorular yerine Demokrat Parti macerası.
Yine de bugüne kadarki oturumlardan yanlış bilinen veya az bilinen pek çok gerçek ortaya çıktı. Henüz tutanakları Meclis sitesine konmayan dünkü oturum dışındaki oturumların tutanaklarından benim notlarım şöyle:
İkinci Darbe üzerine söyledikleriyle pek güven vermeyen emekli albay Atilla Uğur 2003 yılında Genelkurmay Başkanı iken Hilmi Özkök’e orduda FETÖ’cülerin listesini getirdiğini, Özkök’ün ise “Ne uğraşıyorsunuz bu işlerle, bunlar Müslüman adamlar” dediğini iddia etmişti. Hilmi Özkök’e komisyonda bu iddia soruldu. Cevabı net oldu:
“Bu tamamen yalan efendim. Yani bir albay kalkıp da Genelkurmay Başkanını kendiliğinden getirmezdi, onun komutanı vardır, o Jandarma Genel Komutanına arz eder, ondan sonra bana gelir, bana gelmeden önce İkinci Başkan inceler yani sistem böyle çalışır. Ama kalkıp bana gelmiş, bir de ve üstelik Cumhurbaşkanına da gitmiş, öyle diyor kendisi. Vatan sevgisine verdim ben onu, çok seviyor vatanını, milletini diye. Öyle, bazı insanlar yapmak isteyip yapamadıkları şeyi yapmış kabul ediyorlar, kendilerini de inandırıyorlar. Yani öyle bir şey mümkün mü?”
Ordu içindeki cemaat yapılanmasıyla ilgili epey önceden yazan, kitaplar çıkaran gazeteci ve eski asker Yavuz Selim Demirağ’ın ifadesinde 1982 yılında askerî okullardaki cemaat yapılanmasının deşifre edildiği operasyonu anlattı. O operasyonda tespit edilmesine rağmen kazanılmak için ordudan atılmayan 48 teğmenden 11’i 15 Temmuz darbesine general rütbesiyle katılmış:
“… 240 ev tespit edildi. Kuleli’nin yanında Deniz Lisesi, Deniz Harp Okulu, Hava Harp Okulu, çeşitli sınıf okulları vardır İstanbul’da, ulaştırma okulu, piyade okulu vesaire. Bunlardan da, bu personelden de yüzlerce kişi gözaltına alındı. Kuleli’de yaklaşık iki ay süren bir soruşturma esnasında merhum Doğu Aktulga, sosyologların, psikologların da destekleriyle, tarihçilerin de destekleriyle bu gözaltına alınan arkadaşlara, bu kişilere özel dersler verildi iki ay boyunca. Bu esnada soruşturmalar sürüyordu. Ancak malumunuz, 12 Eylül şartları, bir de bu öğrencilerin tamamını atmak yerine bunları kazanmak için de çok çaba sarf edilmiştir. Ki bu öğrenciler arasında, okulda dereceleri vardır yani bizim okul 1’incisi, 2’ncisi, 3’üncüsü dediğimiz, sınıf başkanı dediğimiz çocuklar vardı, disiplin notları 100 yani tam, dersleri çok iyi. Dönemin komutanları ‘Bunları atmaktansa masum olanları da kazanalım’ dediler. Nitekim, bu 134 kişiden 86’sı atıldı, geri kalanları kazanıldı hissiyle bırakıldılar ve 15 Temmuz gecesi yapılan darbede bunlardan, bu atılmayanlardan 11 de general vardı. Atılanlardan birisi geçtiğimiz dönem bu Meclisin çatısı altında İstanbul Milletvekilliği yapan, benim sınıf arkadaşım Muhammed Çetin’dir…”
Yine Demirağ’ın ifadesinden Genelkurmay da 15 Temmuz öncesi FETÖ soruşturmasını yürüten asker savcı Kurtuluş Kaya’nın da firari olduğunu öğrendik.
15 Temmuz’da Birinci Ordu Komutanı olan Genelkurmay İkinci Başkanı Ümit Dündar’ın ifadesinde o gece Trakya’dan İstanbul’a yürüyen birliklerin nasıl durdurulduğunu, en ilginci ise gezi için Çanakkale’ye gitmiş Harp Okulu öğrencilerinin de orada darbeye katıldığını öğrenmiş olduk:
“Bunlar esnasında Çorlu’ya bağlı Lüleburgaz bölgesindeki bir birlikte bir hareketlenme oldu. Başlangıçta bir birlik çıkarken Kolordu Komutanımız devreye girerek onu önledi fakat arkasından bir başka birlik İstanbul istikametinde hareket etti. O hareketi önlemek için de hem Sayın Valimiz Kırklareli Valisiyle hem de Kolordu Komutanımızla görüşmek suretiyle, yol önlerinin bu gişelerde önlenmesi ve kesilmesi konusunda tedbirler alındı. Bu arada da, her ihtimale karşı geçerler düşüncesiyle, 3’üncü Zırhlı Tugay’a Tümgeneral Yavuz vasıtasıyla verdiğim emirle bir bölük kadar birliği de İstanbul yoluna çıkararak onların yolunu kesmek üzere tedbir aldırdık ama onlar da oraya gelemeden gişelerde kaldılar. Bunun dışında, Edirne’de çok ufak birkaç hareket oldu. Gelibolu kolordu bölgesindeyse, askerî birliklerden ziyade, oraya Çanakkale’de tarihî yerleri gezmek ve etüt yapmak maksadıyla gelen Harp Okulu öğrencileri vardı. Onların bir hareketlenmesi oldu. Onu da Kolordu Komutanımız durdurdu…”
Dündar’ın sözlerinden darbe gecesi İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü ile Boğaz Köprüsü’ne yakın bir yerde buluşup durum değerlendirmesi yaptıklarını öğreniyoruz. Peki darbecilerin tankının tüfeğinin karşısında sivil insanlar direnirken neden kendi komutasındaki askerler darbecilere müdahale etmedi sorusuna ise şu cevabı vermiş:
“Bu arada '3. Zırhlı Tugayı İstanbul’a getirelim mi, getirmeyelim mi?' tartışmaları aramızda devam ederken, zaten halkımız da darbeyi önlemek maksadıyla girişimde bulunmaya başladığında o birlikleri de getirsek, onların da gene halkımız arasından geçip yani kendilerinin menfur darbeye katılanlar olmadığını ispat etmeleri biraz zor ve sıkıntılı olacaktı. Bu aşamalarda ihtiyaç duyulmadığı için onu da oraya getirmedik…”
Boğaz Köprüsü’ndeki darbecilerin nasıl teslim olduklarının cevabı da Dündar’ın anlattıklarında saklı:
“80 tanktan 20’si çıkmış vaziyette. Dolayısıyla, geride kalanları ne yaparız -düşüncesiyle başlangıçta belki geceyi anlatırken ifade ettiğimde- bizim için İstanbul’da iki alternatif vardı. Birincisi: O geride kalan tankların dışarıya çıkmaması, artı eğer olay uzayacak olursa o tankların bizim tarafımızdan kullanılmasını sağlayacak bir imkânın oluşturulmasıydı. O kapsamda da yanımda olan Kolordu Komutanı Vekili arkadaşımız Tümgeneral Yavuz Türkgenç’i kendi güvendiği kişilerle birlikte 2’nci Zırhlı Tugay bölgesine personel görevlendirdi, o personel emniyet güçlerini de yanına almak suretiyle yaklaşık herhâlde dört otuzdan itibaren beş civarında kışlayı ele geçirdiler. Hatta kışlayı ele geçirmeyi müteakip darbeyi idare eden tugay komutanı da Boğaz Köprüsü bölgesine getirmek suretiyle o Boğaz Köprüsünde darbeyi yapan teslim oldu. Dolayısıyla, siz de teslim olacaksınız düşüncesiyle oradaki direnmeyi de sona erdirdiler. Dolayısıyla, elimizde tankı durduracak herhangi bir güç yoktu, öyle söyleyeyim…”
Dündar’ın ifadesindeki en ilginç bölüm yaptığı telefon konuşmaları. Necdet Özel, o gece Ümit Dündar’ı telefonla arayıp TV’ye bağlanması için cesaretlendirdiğini söylemişti. Dündar o konuşmayı biraz daha farklı anlatmış:
“Bu ikinci yerde faaliyetlere devam ederken birçok kişiyle telefonla görüştüm. Bu görüştüğüm kişiler içerisinde de, daha önce basına yansımış olduğu gibi, eski Genelkurmay Başkanımız Necdet Özel Paşa’yla da görüştük. Kendisiyle 2 veya 3 defa -tam olarak hatırlamıyorum ama birden fazla değil, 2 olduğu kesin- görüşme yaptım. Kendisi tarafından bazı konular gündeme getirildi ve karşılıklı görüştük.
Erdoğdu: -Hangi konularda Paşam?
Dündar: -“Hangi konular?” derken, genelde Sayın Genelkurmay Başkanımızın, resmin ne olduğunu görmek anlamında, hangi birliklerin ve kimlerin bu faaliyetlere iştirak ettiği konusunda soruları oldu, ben de kendisine o kapsamda soruları cevaplandırdım. İkinci aşamada da, yine, olayın nasıl gittiği ve o birliklerin katılım konusu gündeme geldi, gene o konuda kendisine birkaç cümle ifade ettim ve bu arada da, Sayın Valimizle yaptığımız görüşme sonucunda da televizyona bir açıklama yapmamızın yararlı olacağını değerlendirdik."
* * *
Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın komisyondaki anlatımı da darbe gecesi hükümet cephesini neler yaptığını anlamak açısından önemliydi. Onun anlattıkları arasında en ilginci PKK’nın darbe öncesi bir yıl boyunca hendek terörü ile FETÖ'cü asker ve Jandarma arasındaki ilişkiye dair söyledikleriydi:
Efkan Ala: … Bir Hocamız -şimdi Parlamentoda değil- bana kürsüden diyor ki: “Hocam, Lice’de şu kadar zamandır yol kazılmış. Neden onun tedbirini almıyorsun?” Kiminle alacağım ben? Oradaki Jandarma komutanıyla. Jandarma komutanı bir aydır orada. Olmuş ve haber vermiyor, o işe göz yumuyor hem orada milleti zora sokmak için hem bizi sokmak için. Oysa, beş dakikalık iş. Gittiği zaman, çağırdığı zaman orayı hemen doldurabilecek. Ben bunu görevden alamıyorum, bu yetkiyi getirmişim buraya. Bir şey söylemedi Allah var; sustu, gitti ama kürsüden çok ağır eleştirilerde bulunmuştu… Ben bunu da çeşitli mahfillerde açıkça söyledim: Bundan sonra şu adımı atabilirler ve bu adımı attıklarında başarılı olmamaları için Jandarmada bu değişikliği, hiç olmazsa asgari bu değişikliği mutlaka yapmamız lazım…”
* * *
“Yani, olabildiğince orada Hükûmeti de zora sokacak, bu politikalarını da zora sokacak; 'işte, bakın, çözüm süreci ne menem bir şeydir' dedirtecek şeyleri yapmışlar. Yani, biz o dönemde hiç kimsenin elinden oradaki yetkisini almadık ki yani asayiş konusunda, terörle mücadele konusunda, o başka, bizim uygulayacağımız politika. Onu sabote etmek için orada yapmaları gereken görevi yapmayanların veya müdahale etmesi gerekirken etmeyenlerin bir kısmı tespit edildi, bir kısmı da belki ileride tespit edilecek, soruşturmalar açıldı, incelemeler de yapıldı. Böyle bir sorunun olduğu çok açık.
Sezgin Tanrıkulu: 'Sınırı aşıp görüşmüşler' dediniz yani bilgi sahibi olmamızda bir sakınca var mı?
Efkan Ala: İşte, daha da terörü ağırlaştıracak, daha Türkiye’yi kaosa götürecek teklifte bulunmuşlar; bu, istihbari olarak böyle arkadaşlar…”
FETÖ’nün ordudaki yapılanması üzerine darbeden aylar önce yazdığı kitapta anlatan emekli Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel’in ilk kez Meclis komisyonunda dillendirdiği bir bilginin üzerinde de yeterince tartışılmadı. Daha önce Başbakan medya temsilcileriyle buluşmasında aslında bunu söylemişti o zaman da pek ilgi çekmemişti:
“Bildiğimiz bir şey var 86, 87, 88 ve 89 dönemlerindeki albaylarla ilgili fazla sıkıntı yok, 90’dan itibaren başlıyor. 15 Temmuz öncesi bunların teşvik verilerek emekli edilmesine dair bir kanun getirdiler. Bunun da onların marifeti olduğunu şimdi anlıyoruz. O kanunu da bu KHK’da iptal ettik. İstedikleri kadar kalacaklar. Bu bir anlamda aşağıyı kontrol etme anlamında bir tedbir olarak ele alınabilir…”
Millî Savunma Bakanlığı üzerinden getirilen kanun 13 Ocak 2016’da TBMM’den geçmişti.
Önsel bu kanunun amacını komisyona anlatmış:
Önsel: Esasında o devreler, bizim devreler çok rafinedir yani bu konuda Fetullah’ın çok çok az sızdığı bir devredir. Bu son anda bile buna oyun yaptılar bu dört devreyi sistemin dışına atıyorlardı bakın emekli ederek.
Aykut Erdoğdu: Emeklilik için…
Önsel: Tabii, tabii.
Erdoğdu: 1986, 1987, 1988, üç devre vardı, bunlara yüksek tazminat verilerek ordudan uzaklaştırmalı. Sorduğumuzda “Albay fazlası var” dediler. Tabii, biz o zaman çok şüphe duyduk ama Millî Savunma Bakanlığı bunu çok savundu. Şimdi dönüp anlıyoruz ki bütün bu bilgileri birleştirdiğimizde bu albay kadrolarını boşaltıp 15 Temmuz'a yönelik bir hazırlık meselesiymiş.
Önsel: Çok önemli bir husus bu.”
Bu kanun 13 OCAK 2016 günü Meclis’ten HDP’lilerin soykırım ve Kürt meselesi ile ilgili açtıkları tartışmalar arasında sessizce geçmiş. Ocak 2016’da bile Genelkurmay üzerinden darbeye hazırlık için Meclis’ten bir kanun geçirilmesi büyük bir başarı. Bu kanunun görüşmeleri sırasında Meclis’te muhalefetten söz alan (aslında CHP’li Çiçek hariç başka meseleler için söz hakkını kullanan) üç vekilin ne söylediğini de hatırlayalım:
Erkan Haberal (MHP): Değerli milletvekilleri, Askerlik Kanunu'nda yapılan değişiklikle albaylarımızın emekliliklerinin teşvik edilmesi usul ve yöntem olarak sağlıklı değildir. Öncelikle bu konunun Silahlı Kuvvetlerin görüşü doğrultusunda, ilgili ihtisas komisyonunda, Millî Savunma Komisyonunda enine boyuna tartışılması gerekirdi. Ülkemizdeki terör ve… Zamanım bitti. Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
Mustafa Zeydan (HDP): Albayların ve askerlerin özlük haklarını iyileştirmek, maaşlarını artırmaktan öte, her şeyden önce "Asker, polis, sivil ve bütün insanlarımızın yaşam hakkını nasıl koruyabiliriz? Bu oluk oluk akan kardeş kanını nasıl durdurabiliriz?"i konuşmamız lazım. (HDP sıralarından alkışlar)
Dursun Çiçek (CHP): Her şeye rağmen, geçmiş dönemde yüzlerce askerin, subayın "paralel yapı" denilen örgütün kumpas davalarıyla emekliye zorlanmasından daha insancıl bir yöntemdir… Bu konuda teşvik primini esas alan, teşvik maddesini esas alan rakamların Genelkurmayın teklif ettiği şekilde 2 katına çıkarılması personelin talebidir, isteğidir. Bu konuda takdir yüce Meclisindir. (CHP sıralarından alkışlar)
15 Temmuz darbe araştırma komisyonunun tutanak sayfasını takibe devam. Komisyonunun ciddiyeti için iyi bir haber; Dugin gelmiyor…