80 kuşağı şiddeti çatışmayı ölümü işkenceyi iyi bilir. Çoğumuzun ağır bir darp ya da kurşundan geçmişliği vardır. Ülkenin söyleyecek sözü olan ama konuşmak yerine birbirini ortadan kaldırmaya azmettirilmiş gençleri, köşe başlarında birbirini vururken, birilerinin sinsice yayılışına tanık olmuşluğumuz var. Aynı toplumsal sınıfın akıllı, daha ziyade alt gelir grubundan gençleri çatışmayla etkinlik ve karar alma alanından uzaklaştırılırken, sönen hayatların üzerine basarak yükselenleri, makamları paylaşanları unutmak ne mümkün. Ellerini oğuşturanları, ceplerini dolduranları fark edene kadar iş işten geçmiş, binlerce genç ya hayatını kaybetmiş ya da cezaevinin izbelerinde kimseler duymadan Mamak’ta Diyarbakır’da işkence görmüştü. Her ortamın muteberleri ise gelecekleri çalınmış, hayalleri tarumar edilmiş gençler hakkında yükseklerden analizler yapıp, akıl ve ders vermeyi hatta yeni çatışmalar için yol göstermeyi ihmal etmiyorlardı.
Borçlu ve mahçup olduğumuz genç askerler canlarını feda ederken, anneler babalar ateşlerde yanarken ister istemez bütün bir kişisel deneyim tarihi geçiyor hafıza monitöründen. Çatışma ve savaşı hayatın normal seyri içinde hiç kimse istemez. İnsanın huzur ve güven içinde, saygı ve sevgi ortamında kendini gerçekleştirme arzusu her şeyin üzerinde. Bu yüzden savaş karşıtlığı nice acılardan deneyimlerden süzülmüş son derece etik ve saygın bir duruş. Ağır bir kurtuluş savaşından çıkmış olan Türkiye belki de bu yüzden Irak savaşı esnasında bölgedeki sonu gelmez çatışmalardan mümkün olabildiğince uzak durmak için elinden geleni yaptı.
Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere çok acılar yaşatılmıştı ve Ak Parti bu zalimliği onaylamak ve sürdürmek istemedi. Bu noktada Türkiye tarihinin en cesur adımlarından birinin atıldığı “çözüm süreci”ni hayırla yadetmemek mümkün değil. Kapsayıcı, çözümleyici, müzakereci siyaset bütün ülkeyi hatta bölgeyi umutla, barışla, eşitlik ve adalet rüzgarıyla doldurmuştu. Şimdi bunu anmak bile hainlik kimilerine göre, varsın desinler, Müslümanlığımıza en yakışır günlerdi. Çatışan bütün halklara ‘çözüm mümkün’ duygusunu vermesi büyük başarıydı. Bu iyilikten rahatsız olan, baştan itibaren Türkiye’nin barışının kendi tiranik çıkarlarına ters düştüğünü düşünen global ve yerel güçler elbirliğiyle ortamı zehirledi. PKK silah bırakma vaadini yerine getirmek şöyle dursun, sivil siyasete geçit vermedi, HDP’ye barış için verilen oyları hiçe saydı. Devlet ise netice almakta yararlı olmadığı on yıllarca tecrübe edilmiş güvenlik politikalarına geri döndü. Kazdığı hendekler halkta itibar görmemiş, kamuoyu desteğini kaybetme aşamasına gelmiş terör örgütüne, gereksiz orantısız şiddetle can simidi misali taze gerekçeler sunuldu adeta.
***
Barış istemek suç değil, savaş güzellemeleri yapmak ta erdem değildir. Peki ABD ve DAEŞ’le işbirliği yaparak Türkiye’ye karşı sınırda konuşlanmayı, Amerikalıları başkomutan yapmayı kabul etmiş olan örgütlere, binlerce tır ve uçakla ağır silah bomba ve füze teslimini makul normal ve barışçıl görmek nedir? Neden hiçbir itiraz gelmemiştir savaş karşıtı olduğunu söyleyenlerden. Bu çetin zamanlarda sahici, tutarlı, adil ve hakkaniyetli olabilsek keşke. Tabipler Birliği yöneticilerini gözaltına alarak, daha önce de akademisyenlere aynı şeyi yaparak nereye varılabilir. Ülkemizin akademisyenleriyle konuşamıyor muyuz, devlet soğukkanlılıkla elindeki hakikatleri anlatmak, muhataplarını dinlemek, uzlaşma kültürünü geliştirmek için özgüvenli bir ortam oluşturamıyor mu? İfade özgürlüğünün işaret ettiği şey, beğendiğimiz değil beğenmediğimiz, içimize sinmeyen, haksız, adaletsiz gördüğümüz fikirlere katlanmak. Sonuçta görmezden gelme, cevap verme, gerçekleri hatırlatma ve delillerle iddiaları geçersiz kılma imkanınız var. Türkiye’de son bir yılda gerçekleşen 70 bin terör operasyonundan 40 bini PKK operasyonu. Afrin ve Kobani’den sızan teröristlerin gerçekleştirdiği ondört katliamda 286 kişi hayatını kaybetti. İki yılda 772 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti, sayısız sivil yaşamını yitirdi. Bunları ve daha nicelerini söylemekten aciz midir bu insanları haksız bulanlar ki, devlet insanları baskıyla sustursun. İnsan hayatına değer verenler olarak bir cevap vereceklerdir elbette, başka sivil örgütler, yazarlar da medenice tartışmaya katılacaktır, hayırlı bir beyin fırtınası yaşanacaktır. Sonuçta burası hepimizin biricik ülkesi, birbirimizi yok edecek olsak 1980’e kadar ederdik zaten. Savaş dilini insanlığının önüne geçirip bombalara methiyeler düzenler de, hiçbir mesele yokmuş ta tarlasında işinde gücünde insanlara Türkiye devasa ordusuyla saldırıyormuş gibi konuşan yazan insanlar da hakikati insaniyeti rencide etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Çözümün bir parçası olunamaz bu tek yanlı bakışlarla.
Gencecik askerlerimizin şehadet haberleri geldikçe bütün kimlikler buharlaşıyor ve sadece annelik kalıyor geriye. Devletin belirlediği politikalar bazen haklı gelir bazen aklımıza yatmaz. Söz konusu Orta Doğu gibi sonsuz bir vesayet alanı ise konuşma ve yazma imkanının paha biçilmez değerini teslim etmek gerek. Tam bağımsızlığa giden yol geleceğe ilişkin umutlarımızı kaygılarımızı eleştirilerimizi taleplerimizi dillendirme zeminini kaybetmemekten geçiyor.