Kamu düzeninin yeniden sağlanması yurtiçi Kürt coğrafyasında aciliyetini koruyor. PKK uzantısı oluşumların iş dünyası üzerinde haraç aldığı, şantaj ve tehdit mekanizmaları kurduğu, yol keserek, makine yakarak ve adam kaçırarak baskı uyguladığı, söz konusu sistemi ayakta tutmak üzere bir tür ‘adli kolluk’ yaratıp mahkemeler kurduğu biliniyor. Buna seçim döneminde yapılan sistematik baskılar eklenebilir… Haziran seçiminde geçersiz oy sayısı yüzde 3’tü ve bunların doğal olarak kırsal, eğitim seviyesi düşük kesimde olması beklenirdi. Ancak bölgede sandıklardan neredeyse hiç geçersiz oy çıkmadığı gibi, yüzde yüz katılımla oy kullanıldı. Bunun KCK tarafından düzenlendiğini de yine herkes biliyor…
Bu ‘düzen’ devlete karşı bir mücadele biçimi olarak yansıtılıyor… Ama Kürt sosyal hayatının yozlaşmasını teşvik eden bir zemin de oluşturuyor. Çünkü ahlak ve sınır tanımayan, oportünizme kucak açmış bir ‘siyasetin’ kendine has kullanıcılarının olması doğal. Geçen yıl örgüt üyelerinin muhtemel bir ‘geri dönüşü’ durumunda karşılaşılacak beklenti ve ihtiyaçları anlamaya çalışırken, karşımıza sosyal planda vahim bir tablo çıkmıştı. Bugün Kürt coğrafyasında basit sınır kaçakçılığı artık çok masum kalıyor. Uyuşturucu ticareti, toptan yakıt kaçakçılığı ve fuhuş büyük endüstrilere dönüşerek genç kuşağı ‘elemanlaştırmış’ durumda. Özellikle göç alan yerlerde ailelerin neredeyse üçte birinin yardım almadan yaşayamadığı düşünülürse, bu ailelerin çocuklarının nasıl bir ‘kullanıma’ muhatap kaldıkları daha iyi anlaşılabilir.
Kaçak elektrik meselesi bu tabloyu sembolik anlamda tamamlıyor. Çünkü elektrik ‘devlete’ ait… Yani suiistimal edilmesi mubah. Pompalanan ideolojik ‘Kürt duruşu’ bir yandan her şeyi devletten beklemeyi, öte yandan devletten aleni olarak çalmayı meşru gösteriyor. Kürtlerin ‘ezeli ve ebedi’ mağduriyeti devlete yapılanların haklı gösterilmesini kolaylaştırıyor. Bir Kürt gözlemcinin belirttiği üzere “işlenen suçların bir hak arama faaliyeti olduğuna inanılıyor.” Sonrası devlete yapılanların devletle ‘işbirliği’ içinde olanlara da yapılmasıdır. Bundan bir adım ötesi ise ortaya çıkan düzenin sistemleşmesi, yapısal hale gelmesi ve kendini yeniden üreten ‘rasyonel’ bir mekanizma olarak bilinçli şekilde çalıştırılmasıdır. Sonuç Kürt coğrafyasını yozlaştıran bir ‘savaş ve yoksulluk beyleri’ dünyasının hâkimiyetidir.
Örgüt bu kesimlere karşı olduğunu söylese de onlara muhtaç ve kullanıyor. Öyle ki, aralarındaki çizgi belirsizleştiği ölçüde, Kandil’de ‘temizlik’ romantizmi içindeyken, ovaya indikçe kirlenen bir örgüt üretiliyor. Birçok yerde PKK’ya destek dolaylı yoldan ‘satın alınan’ bir destek artık… Devlet ve AKP nefreti ise söz konusu yozlaşmanın siyaseten işlevselleştirerek üstünü örtmesine yarıyor.
Kürt coğrafyası adım adım sosyal anlamıyla da kamu düzenini kaybediyor. Bunda geçmişte zorunlu göçü dayatan, insani bakıştan yoksun devletin ‘teşvik edici’ tutumunun da tabii ki payı var. Ama şimdi Kürtler aynı şeyi kendilerine yapıyorlar ve Kürt siyaseti de bunu ‘kullanışlı’ bulabiliyor… Mutlak iktidarın mutlak yozlaşma ürettiği söylenir… Mutlak yozlaşma da mutlak iktidar üretebiliyor.