“En kötü demokratik rejim, en iyi otoriter rejimden daha iyidir” diye düşünenlerdenim. Yakın tarihimizde 12 Mart 1971 askeri müdahalesini yapan Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi, Meclis’i kapatmadı. Askeri vesayet altındaki bir parlamenter rejimde iki sene geçirdik. İki senenin sonunda, Meclis’teki iki büyük parti (CHP-AP) Cumhurbaşkanlığı seçiminde işbirliği yaptı. Cuntanın adayını seçmediler. Bu direniş orduyu da etkiledi. Faruk Gürler seçilemedi. Meclis’teki iki partinin lideri (Ecevit ve Demirel) ılımlı bir asker üzerinde anlaştı: Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçildi. Normalleşmenin yolu açıldı.
Önümüzdeki seçimler
Kamuoyu önümüzdeki seçimlere odaklanmış bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi, milletvekili seçimi, baraj gibi konular üzerine araştırmalar yapılıyor, tahminler yürütülüyor. Bütün bu hesapların içinde belki en çok merak edilen, Kürt seçmenin tutumu. Seçmenleri, etnik aidiyetlerine, mezheplerine göre sınıflandırmak, demokratik bir ülke için pek doğru bir yaklaşım gibi görülmeyebilir.
Ama Türkiye’nin çözemediği bu tür sosyolojik meseleler, siyasileşiyor ve siyasetin konusu olarak önem kazanıyor. Son birkaç seçimin yaklaşık bir ortalamasını alırsak, Kürt seçmenlerin yoğun yaşadığı yörelerde oyların yarıdan fazlasını HDP’nin aldığını görebiliyoruz. Belki yüzde 40-45 civarındaki bir oy da AK Parti’nin. HDP Türkiye çapında ortalama 6 milyon civarında oy alıyor. 6 milyon Kürt de muhtemelen AK Parti’ye ve diğer partilere oy veriyor.
Silaha karşı siyaset
Yapılan değişik kamuoyu yoklamaları, iktidar ile muhalefet arasında kritik bir yarışa işaret ediyor. Kürt seçmenin ve HDP’nin tavrı bu dönemeçte özellikle önem kazanıyor. 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimindeki 800 binlik farkın oluşmasında, değişik etkilerin yanında, Kürt oyları da belirleyici rol oynamıştı. 2019 İstanbul seçim sonuçları, aynı seçmenlerin, Öcalan kardeşlerin çağrısına rağmen kendi tercihlerini belirleyebildiklerini de bize gösterdi.