Suriye Türkiye’nin ‘Kürt meselesini’ tümüyle değiştirdi ve bir başka mesele olarak tanımladı. Başbakan’ın Mardin’de açıkladığı on maddelik paketi eski tanımlama üzerinden okumak yanıltıcı olabilir. Suriye öncesinde Kürt meselesi esas olarak Türkiye devletinin kabul edilemez haksız ve ilkel tutumunun sonucuydu. Ortada terör uygulayan bir PKK vardı, ama en acımasız ve saldırgan şekilde davrandığında bile bu örgütün varlık nedeninin devlet olduğu teslim ediliyordu. Ayrıca devletle PKK arasındaki ilişki ‘masum’ değildi… 1970’lerde Kürtlerin ürettiği canlı entelektüel ve siyasi ortamı devlet PKK’yı palazlandırarak ezmiş, Kürtleri tek aktörlü bir temsiliyete mahkum etmişti. Dolayısıyla en sert Türk milliyetçileri bile, bir yandan PKK’ya lanet yağdırırken, bu örgütün varlığının sorumluluğunu devlete yıkıyorlardı.
Toplumsal zeminde bu değerlendirmenin yarattığı olumlu izdüşüm, sivil siyaseti ‘çözüm’ bulma yükümlülüğü ile karşı karşıya bırakmıştı. Zaman içinde asker de savaşarak bir yere varılamayacağını, siyasi bir çözümün gerekli olduğunu kavramaya başladı. AKP’nin iktidara gelişi ise söz konusu utangaç arayışların bir anda devlet stratejisi haline gelmesine neden oldu. AKP’nin çeperden gelmesi, Kürtlere İslami kimliğin kuşatıcılığı içinden yaklaşması ve heterojen bir kimliksel dünyayı ‘doğal durum’ olarak algılaması işi kolaylaştırdı. Öte yandan ele geçirilmiş olan iktidarın sürekliliği ve askeri vesayetin geri gelmeyecek şekilde bitirilmesi de Kürt meselesinin çözümünü gerektiriyordu.
Suçluluk ve sorumluluk duygusunun ‘yumuşattığı’ milliyetçi Türk algısı ile toplumsal değişimin ve gelecek hayallerinin beslediği ‘sivil’ muhafazakarlık uygun bir konjonktürde bütünleşti. AKP bu yeni sentezin taşıyıcısı oldu. Meselenin çözümünün PKK ile konuşmaktan ve bir biçimde uzlaşmaktan geçtiği açıktı. Çünkü karşılarında Kürt halkının yarısının oyunu almanın ötesinde, toplumla girift bağlar kurmuş bir siyasi hareket bulunmaktaydı. AKP’ye oy veren, PKK’ye olumsuz bakan Kürtlerde bile, örgütün varlığının olumlu bir işlev gördüğü kanaati yerleşmişti. Eğer PKK olmasaydı devletin bir çözüm peşine düşmeyeceği, bugün hemen herkesin ortak görüşü…
Dolayısıyla AKP çözüm için uğraştı ve elinden gelen her şeyi yaptı. Ne var ki Suriye’nin bu mesele üzerindeki etkisini çok da iyi değerlendiremedi. Rojawa’da kendi devletini kurma hayali ve imkanı, Türkiye’nin PKK’ya sunabileceği en cazip alternatiften kat be kat daha çekiciydi. Böyle bir ‘tarihsel’ imkanı PKK’nın kenara itmesi gerçekçi değildi. Nitekim öyle de oldu…
Ancak bu adımı atmanın PKK açısından da bir maliyeti vardı: PKK ‘yerli’ bir örgüt olmaktan çıkıp bir ‘dış güç’ haline geldi. Bunun sonucunda devlete yüklenmiş olan suçluluk ve sorumluluk duygusu azalmaya başladı. Hele PKK’nın uzantısı olan PYD’nin Esad ve Rusya ile işbirliği yapması, PKK’yı büyük ölçüde ‘yabancılaştıran’ bir karşıtlık üretti. Bu durum Kürtleri çaresizleştirdiği ölçüde, onları iç dünyalarında hem devlete hem örgüte mesafe almaya itti.
Şimdi her iki aktör de tarihsel bir sınav verecek. Kürt toplumunun tutumu her iki tarafa güvensizliğin ne kadar derin olduğunu yansıtıyor. Şu an için PKK’nın bu yönde yapabileceği bir şey yok. Tek umudu hükümetin yanlış yapması, ya da yetersiz kalması… Hükümet ise bu on maddelik rehabilitasyon paketi ile kendince yapılabilecek olanı hayata geçirmeye, güveni yeniden tesis etmeye çalışacak.
Eğer bu paketin yetersizliğinin farkındaysa hükümetin başarılı olması mümkün. Ama eğer paketi yeterli görürse fazla bir yol kat etmesi zor.