Kütüphaneleri konu edinen bir yazı kaleme almak için masanın başına oturduğumda, hatırıma, daha önceleri duyduğum bir slogan geldi. Bu yazının başlığı işte o slogandan mülhem: Kütüphane meselesi, memleket meselesi! İlk bakışta ya da ilk duyuşta pek önemli görülmüyor olabilir. Hatta önem sıralamasında kendine arkalarda yer bulması da muhtemeldir. Ancak ne yapacaksak, kuracağımız yeni kütüphanelerle yapacak, yeni kütüphanelerle yol alacağız; çünkü başka yolumuz yok. Bu yüzden kütüphane kurmak bir beka vesilesi olduğundan kütüphane meselesi, bir memleket meselesidir.
Meselelerimizin meselesi, bilim! İlim olmadan, ona çıkan yolları açmadan ümran ve abatlık içinde yürümek mümkün olamayacak. Öncelikle bunu kabul edelim. Tarihin kendisi bu çıkarımın örnekleriyle dolu. Çünkü bilim, hakikati öncelemesi bakımından en hayatî insanî fiillerden; insanın kendini ve etrafını anlamada kullandığı en emin yollardan biri. İlmin anahtarı ise kütüphanelerin raflarında, sayısallaştırılmış kaynaklarda, görüntülerde, seslerde ve diğer tüm kayıt ortamlarında gizli.
Şimdi konuşmanın ve yazmanın tam zamanı. Dünyaya ve dolayısıyla varlık alemine yeni bir söz olarak ne söyleyebiliriz? Ne önerebiliriz? Bu yüzden, Türkiye, bir de kütüphane meselesi üzerinden okunmalıdır. Aşağıda da işaret edeceğimiz üzere, kütüphane, tefekkür etme biçimimizi ortaya koyması bakımından hayatîdir. Hayatî olan bir başka husus ise kütüphaneler aracılığıyla varlıkla kurduğumuz ilişkinin kendisidir. Bu ise bir öneriye, bir teklife ve yeni bir yoruma karşılık gelmektedir. Varlık olarak zaman ve mekanda kendimize vermek istediğimiz konumun ne olduğuyla da bir ilgisi vardır. Bu bağlamda asıl sorun varlık dünyamızı başkalarına açarken, düşünce dünyamızı sunabileceğimiz, standartlarından tasnifine dek bize ait olan bir kütüphane ortaya koyup koyamayacağımız konusudur. Yahut, dünyayı nasıl algıladığımızı ifade edebileceğimiz, referans olabileceğimiz bir ilim adası, bir tefekkür merkezi ve atmosferi inşa edip edemeyeceğimizdir. Ürettiğimiz, ithal ettiğimiz bilgi ve enformasyonu anlamlı bir biçimde işleyip işleyemeyeceğimizdir.
Omuzlarımızda taşımak zorunda olduğumuz yükün niteliği ve niceliği önemli. Neyle karşı karşıya olduğumuzu iyice tartmalı ve düşünmeliyiz. Ankara'da bulunan Milli Kütüphane'nin internet sitesinde verilen bilgilere göre 31 Aralık 2015 tarihi itibariyle kütüphane koleksiyonunun genel toplamı 4.911.041 olarak belirtilmiş. Dergi ile kitap dışı yayınlara ait bilgiler de aynı dosyada yer almakta. Ancak Milli Kütüphane'de kaç kişinin çalıştığı bilgisi bulunmamakta. Bir başka eski ve köklü millî kütüphanelerimizden olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin internet sitesinde ise mevcut materyal sayısına ilişkin bir bilgiye rastlanılmamakta. Ancak yaygın bilgi mecralarında yaptığımız araştırma sonucunda kütüphanenin materyal sayısında yaklaşık 1.000.000'luk bir büyüklüğe sahip olduğu anlaşılmakta. Keza çalışan sayısının ise internet sitesinde yayınlanan personel listesinden öğrenildiği üzere 28 olduğu görülmekte. Buna karşın mukayese için Kongre Kütüphanesi, British Library ve Bibliothèque Nationale de France'a bakıldığında daha külliyetli rakamlarla karşılaşılmaktayız. Sırasıyla bakılacak olursa Kongre Kütüphanesi'nde 24.055.745 kayıtlı kitabın yanı sıra sayısı 100.000.000'a erişmiş bir materyalin olduğu görülüyor. 2015 malî yılı içinde kütüphanede çalışan kişi sayısı ise 3094. British Library'de ise 20.000.000'a yakın kitap, 150.000.000'a erişmiş materyal muhafaza edilmekte. Sitesinde yazılı olduğu üzere her yıl 3.000.000 yeni parça daha kütüphanenin koleksiyonuna dahil olunmakta. Bunca materyalin kaç kişi ile yönetildiğine ilişkin bilgi yoksa da benzerleri ile kıyaslandığında 2.000'den fazla kimsenin çalıştığı tahmin edilebilir. Yine Bibliothèque Nationale de France'ın muhafaza ettiği materyal 40.000.000'nu aşmakta, çalışan sayısı ise 3.000 kişiye yaklaşmaktadır. Karşımızdaki büyüklükler budur!
Şimdi kendimize açık yüreklilikle soralım. Neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında mıyız? Türkiye'de ve hassaten Şark'ta bir kütüphane meselesinin olduğunu kabul etmek çok mu iddialı olur? Gerçekten de böyle bir durumu sorun olarak görmek belki yol alınmasına imkan tanıyacaktır. Şark'a bakıldığında ülke ülke ve değerli koleksiyonların olduğunu söylemek mümkün. Ama ne var ki bütünlüklü ve süreklilik gösterecek bir bilgi yönetimi vizyonundan bahsetmek ise zor. Oysa üretilen bilgi içerikli her şeyin bilaistisna kayda girerek belli bir düzen içerisinde kullanıma sunulmasını beklemek icap eder.
Kütüphane, karikatürize edildiği gibi bir mekan değildir. Bu ve benzer yaklaşımların hepsi yanlış, eksik, tutarsız ve bilgisizcedir. Keza pek çoğumuzun sandığı üzere kitaplık, belgelik ya da ders çalışılan bir yer de değildir. Kitapların belli numaralarla ardı ardına raflara konulduğu, istenildiğinde erişildiği bir kurum da olmamıştır. Kütüphane bambaşka bir şeydir. Sahibi olduğu topluluğun nasıl düşündüğünün görüldüğü zihnî biçimsel bir araçtır. Son tahlilde neyi, neden ve niçin düşündüğümüzün tespiti, varlığımızın ispatıyla alakalı bir duruma karşılık gelmektedir. Bu bahis ise varlıkla çok yakından alakalı ve ilişkilidir. Avrupaî tabirle bir şekliyle de egzistansiyalisttir. Kütüphane tam da burada kilit taşı göreviyle vazifeli bir kurum haline gelmiştir. Ürettiğimiz, ithal ettiğimiz ve hatta ihraç ettiğimiz ne kadar bilgi varsa somut bir biçimde birbiriyle ilişki kurduğumuz yerdir. Malumat, haber, bilgi ve diğerlerinin son tahlilde bilim halinde ortaya çıkmasının alakaya ve hiyerarşinin sağlanmasına bağlı olduğu sır değildir. Kütüphane işte budur! Dünya ve ona ait olan ne varsa sıralanarak aklî anlamda güncel ve diri bir biçimde ardışıklığının gözetildiği kurumdur. Bilgiye dair ilgisini canlı tutarak her an sistematikleştirme yolunda gayret sarf edenlerin ümran içinde yaşamaları da zaten bundandır. Keza, kütüphane, insanların yaşam ile temas etmelerinin en müşahhas ve bariz halidir.
Kütüphanelerin birer şehir mobilyası yahut düşünsel konforun göstergesi olarak teşekkül ettirilmesi de baştan aşağıya hataları olan bir yaklaşım olarak anlaşılmayı hak ediyor. Hiç bir zaman ve hiç bir yerde kütüphane ne para ne de bina ile kurulmuştur. Bir kütüphanenin para ile kurulacağını varsaymak iyimserlik ötesi bir saflığı akla getirir. Öteden beriden kitap devşirmek ise saflığın bir başka tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden büyük ve devasa kütüphane binaları maddiyatın gücünü belirgin bir biçimde işler. Çünkü büyük, gösterişli veya şimdilerde dünyanın pek çok ülkesinde görüldüğü üzere cam ve çelikten mamul binaların inşası [Beinecke ve Mansueto kütüphaneleri gibiler müstesna], fikrî ve kültürel bütünlüğe mukavemet kazandırmaktan ziyade estetik duyguların meshedilmesi niyetini taşır. Çelik ve cam yığınlarından başlı başına bir dimağ çıkmasını beklemek iyi niyetin, gerçekten de iyi niyetin, zekatı mesabesindedir.
Umurun, işlerin yapılıp görülebilmesi için malumat, haber, enformasyon gibi her seviyeden bilgiye ihtiyaç olduğu bilinmedik bir şey değildir. Zira son tahlilde insanın yaşaması için damarları içinde dolaşan kan ne ise bilgi de o misildendir. Öyle olunca bilgi olmadan işleri hale yola koymak mümkün olabilir mi hiç? Keza karara varmak bir yana konulsa da tartışmanın yaşanabilmesi ve barikanın sonunda hakikat şimşeğinin çakması için de her halükarda bilgiye, dolayısıyla, tasnif edilmiş bilgiye ihtiyaç duyulacaktır. Sadece bu analojiden yola çıkarak bile organize edilmiş bilginin ne denli canlı ve yaşamsal olduğunu anlamak gerekir. Kütübünü, diğer bir deyişle, bildiklerini anlamlı bir sıraya koyan, koyduktan sonra da yaşamla eşgüdümlü hale getirenler galiba huzur içinde oluyorlar. Dünya saadeti de dahil bereketin yolu ancak ve ancak bilginin derli toplu olmasından geçiyor. Durumu ifade için bir atasözünü hatırlamanın tam yeri. Ataların dediği üzere aslan yattığı yerden belli olurmuş. Dolayısıyla işlerini yoluna koymuş topluluklar da sahip oldukları kütüphanelerden belli olur dense mübalağa edilmiş olmaz herhalde!
Yukarıda dile getirilen hususlardan ötürü kütüphane meselesi son tahlilde bir memleket meselesidir ve üzerinde önemle ve hassaten durulmayı gerektirir. Kütüphane hiçbir şey olmasa bile bir milletin, bir coğrafyanın hafızasıdır. Hafıza olmanın yanı sıra muhakeme kaynağı ve gücüdür de. Bir insan akıl ve değerlendirme yeteneğinden mahrum olduğunda karşı karşıya kaldıkları ne varsa toplumlar da nitelikçe benzer şeylerle karşı karşıya kalırlar. Hafızanın diri ve sistematik bir şekilde işlemesi işte bu nedenden ötürü hayatidir. Kütüphane ise bir toplum için bu görevi yüklenmektedir; bir amaç uğruna bir araya gelip kader birliği yapmış insanlara bir muvazene imkanı sunmaktadır. Kütüphane ayrıca kader birliği etmiş insanlara atalarından tevarüs ettikleri bilgilerin yanında kendi yaşamları boyunca topladıkları bilgileri de tasnif etmeyi mümkün kılmaktadır.
Doğrusu kesin cevap veremediğim şeylerden biri de gayretten mi kütüphanenin doğduğu yoksa kütüphaneden mi gayretin neşet ettiği hususu! Hangisi hangisinden yola çıkılarak meydana geliyor bilmiyorum; açıkçası emin olamıyorum. Her iki türlüsünün de tarihte örnekleri olduğunu görüyorum. Öyle olunca öncelik ve sonralık hususunda kendimi emniyette hissetmiyorum. Ama ne var ki olan şudur: Kütüphane ile müreffehlik arasında doğrudan ve sarsılmaz bir bağ mevcut. Kütüphane kurmuş olanlar hem zihnî hem ekonomik hem de kültürel anlamda tefekkür halindeler. Bu iddianın tersini söylemek de mümkün. Diğer bir deyişle kültürel ve ekonomik anlamda belli bir eşiği aşmış olanlar tefekkür ve tahayyül işinin bir gereği olarak sağlam kütüphaneler kurmaktalar.
Modern dönemlerin en önemli kütüphanelerinin bir çeşit akıl yahut zihin olmaktan ne farkları var ki? Bugün pek çok topluluk ve insanın içten içe öykündüğü British Library yahut Kongre Kütüphanesi'nin meydana çıkması bir günde ve bir niyetle olmuş da değildir. Yüzyıllık birikim, yüzyıllık idrak ve yüzyıllık bir bilimler tasnifinin vücut bulması ile teşekkül etmiş olan bu kurumlar hem kütüphane hem müze hem de birer hazine ölçeğindedirler. Hem adı anılan kütüphaneleri hem de diğerlerini hakkıyla araştırarak künhlerine hakim olabildiğimizi belirtmeyi çok isterdim. Ama ne yazık ki böyle bir becerimiz ve gayretimiz yok. Zira her iki kurumun çokça kitap ve harikulade hizmetler sunmasından çok daha başka bir özelliği, bilgiye yön vermiş olmalarında aranmalıdır. Bunu anlamak zorundayız. Dewey ile Kongre [LC] tasnif biçimlerinin Batı aklının en önemli keşifleri arasında sayılmaları gerekir. Zaten tasnif metodolojisi sayesindedir ki, aramızdaki açık fikirlilerle bugün Batı'nın nasıl düşündüğüne az ya da çok nüfuz edebilme becerisini gösterebiliyoruz. Hangi mevzuyu hangi konuyla ilişkiye sokuyorlar, neyi neyle açıklıyorlar tüm bunların anahtarı kütüphanelerde kullanılan tasnif yönteminde gizli çünkü. Tasnif sıralamasında yer alan kimi bölümlerin bize ait konularda yetersiz olduğu biliniyor. Bundan ötürü yakınmalara rastlanıldığı da oluyor. Konuya aşina olanların da kabul ettiği üzere bu normal bir sonuç. İlimler tasnifini yapan kendisi, elbette yapan kendine uygun bir yöntem belirleyerek tefekkür dünyasının izlerini ele vermekle karşı karşıya kalacaktır. Çünkü tasnif yöntemi, bir kültür değişikliğine eş değer görülebilecek niteliktedir.
Bir tesadüf eseri olarak bugün Dewey ve Kongre tasnif yöntemlerinin Batı aklının büyük sıçrama yaptığı dönemlerle karşılaştırıldıklarında ne kadar alakalı gelişmeler olduğu daha kolay görünebilir. Zira her iki tasnif usulü 20. yüzyılın iki dünya savaşı ile ardışıklık göstermektedir. Doğrusu etkileşim meselesinde öncelik ve sonralık ilişkilerinde kimin kimi etkileyerek sebep olduğunu söylemek çok kolay olmasa da alakadarlık meselesi aşikardır. Biriktirilmiş bilgilerin tasnifi ile dünya savaşları neredeyse ardı ardı ardına ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan 1. Dünya Savaşı ile Dewey arasında, yahut 2. Dünya Savaşı ile Kongre tasnifi arasında düşünsel bir bağ olmalıdır. Ancak kütüphanenin doğrudan doğruya aklı dönüştürdüğü ilkesinden hareket etmek de gerçek bağların ortaya çıkmasında perdeleme vazifesi görebilir.
Kataloglama ise bilginin tasnifinden ziyade varlığın düşünce ile olan temasında ortaya çıkan hakikatin kendisine karşılık gelmektedir. Harikulade bir sonuç ya da çıktı gözü ile bakılacak olan bu duruma biz kataloglama diyoruz. Kataloglama ise bir şeyin nelerle tanımlanabileceğinin asgarî şartlarını ortaya koymakla mükellef bir usuldür aslında. Kataloglamak! Neticede akla gelecek ne varsa herkes tarafından anlaşılabilecek basit, kolay, ucuz, hatırlanabilecek ve anlaşılabilecek tanımlama şartlarını bulup geliştirmek oluyor kataloglamak. Tanımlamaların sınırlarını kestirip geliştirmek ve bu çerçeve içinde bilgileri derleyerek organize etmek ve yaymak da epistemolojik bir arka planı inşa etmiş oluyor. Kataloglamak bu işte. Bunun için bir kez daha tekrarlamakta fayda var: Kütüphane sadece kütüphane değildir; kütüphane meselesi, memleket meselesidir!
Kütüphane kurumunun en bariz ve etkileyici bir başka özelliği ise bilgi biriktirme ile bunların belli bir düzen içinde tasnif edilmesidir. Her iki özellik de genelden özele doğru toplulukların ve insanların zaman ve mekan düzleminde bir zemine oturmasına vesile olur. Ardından zemin oluşturmakla da yetinmez. Peşi sıra kütüphane denilen kurum insanın alemler ile olan ilişkisini ortaya koyar. Bu söylenen basit bir cümle olarak addedilebilir. Ne var ki insanın alem, alemin insanla metafizik ve fizik ilişkilerinin anlaşılmasını sağlar. Biriktirmenin hem geçmiş hem de gelecekle doğrudan alakası vardır ve bu alaka göz ardı edilemez. Yaşanmışlık meselesi hafıza mevzusunun kendisidir. Dolayısıyla geleneğin oluşmasına yol açar. Gelenek ise zaman dilimi içinde öncekilerin ortaya koydukları yaklaşımların neticesinde vücut bulan anlamdır. İnsanlığın yaşamı boyunca üretilen ne varsa hepsinin belli bir düzen içinde elde edilmesi bu yüzden ehemmiyetlidir. Yine bu yüzden yazının başlığında anıldığı üzere, meseledir! Biriktirilmiş olan ne varsa bunların belli bir aklî düzen içinde öncelik sonralık sıralamasına tabi tutulması gerekir. Bu sıralama, hiyerarşiyi ve bir bilgi ağacı düzenini beraberinde getirecektir. Bilginin kendi içinde tasnif edilmesi ise hiç kuşkusuz tefekkürün kendisi ve yöntemine ilişkin nitelikli bilgiyi ortaya koyacaktır. Kütüphane ise işte tam da bu bilginin hiyerarşik bir şekilde düzenlenmesinin merkezinde yer almaktadır.
Bilimde hiyerarşi belki her şey değildir ama pek çok şeydir! Çünkü evrene ve evrende olan bitene dair sahip olduğunuz yaklaşımı göstermesi bakımından kıymetlidir. Yaşam karşısındaki tutumunuzu ve fiiller bakımından yaklaşımınızı anlamak için de elzemdir. Çok başarılı ve kolay anlaşılabilecek bir şey görünmeyebilir ama bilimler tasnifi denilen şey son tahlilde düşünme tarzımızın ilk ve karmaşık merhalesidir. Kütüphane denilen kurum ise bu düşünme tarzının somutlaşmış halidir. İlk bakışta bu yaklaşımı vermese de böyledir. İleriki yazılarda tasnif sistemlerinin neden önemli olduğuna ve gerekliliğine vurgu yapacağız. Ama şimdilik tasnif meselesinin bir şekilde tefekkür ve düşünme enstrümanı olduğunu ifade etmekle yetineceğiz.
Kütüphaneler birer kitap deposu değildir. Kütüphaneler carî bilim geleneğinin birer üyesi ve vitrinidirler. Dolayısıyla bir ülkenin geldiği bilim seviyesinin canlı örnekleri konumundadırlar. Bu yüzden ülkenin ürettiği, meydana getirdiği yahut önceki nesillerden devraldığı ne varsa hepsinin belli bir düzen içerisinde korunduğu ve tasnif edilerek düşünce ile ilişkilendirildiği yerlerdir.
Kütüphane sadece kitapların olduğu bir yapı ya da yapılar topluluğu da değildir. Kütüphane o coğrafyada üretilen her şeyin kayıt altına alınmasıyla yükümlü olan kurumdur. Bunların başında metadata yönetimi gelir ki bir ülke için yaşamsal değerdedir. Metadata yönetimini bir ülkenin merkez bankası eşdeğerinde görmek gerekir. Zira merkez bankaları nasıl ki paranın basımı ve ülke içindeki dağılım ve yönetiminden sorumluysa kütüphanelerin de buna benzer bir biçimde ülkedeki üretilen ne varsa hepsinden sorumlu olması icap eder. Ülkenin en ücra olarak değerlendirilen bölgesinde basılmış, üretilmiş, imal edilmiş olan her ne ise buna dair bilgileri bulup edinmeli ve kullanılışlı hale getirmelidir. Kullanışlı halden kasıt buna dair bilgilerin bir format ve standart içinde geliştirilmesi durumudur. Görüleceği üzere sadece bunun yapılması bile ülke sınırları içindeki tefekkür mekanizmasının ilintilendirilmesi ile çok yakından alakalıdır. Metadata üretimi yüksek teknoloji üretiminin kendisidir. Ne kadar çok tasnif edilmiş metadata o kadar tefekkür ve ümrandır denklemi belki meselenin önemini ortaya koymaya yardımcı olabilir.
Yukarıda da değinmiştim. Yanlış bir biçimde kütüphane kurmanın para ve bina ile olacağına ilişkin garip bir ön kabule sahibiz. Öyle ki bugün pek çok üniversitede, üniversitenin varlık sebebi olmasına karşın kütüphane binaları en son yapılmış olanlar. Tek tek ziyaret edip görmedim ama belki pek çoğunun bir kütüphane binası bile yok yahut yetersiz. Yeni yapılmakta olan üniversitelerde kütüphane binasının inşası bile belki en son düşünüleni. Ama böyle! Dolayısıyla kütüphane yapmak konusu her şeyden önce bir zihniyet meselesidir ve bunun için bir fikrî değişime ihtiyaç vardır. Bu kapsamda aralıklarla bir kütüphane nasıl kurulabilir ve hangi yöntemler kullanılmalıdırı tartışmak istiyorum. Teknik bilgilerle önerilerde bulunmanın yanı sıra işleyiş biçimlerine, yönetim ile organizasyon düzenlemelerine değin düşüncelerimi paylaşacağım. Bu çerçevede bir kaç yazıdan oluşan bir seri halinde bir kütüphane nasıl kurulmalıdıra cevap aramaya çalışacağım. Çünkü kütüphane sıkça duyduğumuz üzere bir sosyal bilimler meselesi değildir. Bunu yaparken tasnif biçimlerinden kütüphanenin kurumsal yapısına değin bir çok hususta görüşlerimi paylaşacağım. İş yapma biçimlerinden kitap tedarik çözümlerine, ödünçten sayısallaştırma konularına değin önemli gördüğüm alanlarda fikirlerimi paylaşacağım. Böylece umarım bir tartışma imkanı ortaya çıkar. Pek çok kimse de bu tartışmaya katılarak kütüphanelerin bir mesele haline gelmesine vesile olur. Kütüphane son tahlilde bir kitap koleksiyonu da değildir. Kütüphane bir düşünme ve eskilerin deyişiyle bir tefekkür, tahayyül, tasavvur, taallüm ve taakkul merkezidir. Kütüphane kurmak ilme hürmet ve bilimi tazim etmektir. İlahî kural; tazim edene tazim edilir. Nasıl bir kütüphane kurmalıyız, bunun cevapları üzerinde durmalıyız. Göreceğiz; son tahlilde kütüphane meselesi, memleket meselesidir!