16. yüzyıl.. Avrupa’da feodalizmin sona erdiği, kapitalizmin yayılmasıyla burjuva sınıfının geliştiği yıllar. Özellikle deniz aşırı ticaretin hızlanmasıyla ekonomik faaliyetin yoğunlaştığı, buna paralel olarak Avrupa ülkelerinde toplumsal değişimin hızlandığı bir dönem. Floransa’da doğan Rönesans’ın Avrupa geneline yayıldığı, hümanist eserlerin tarihe damgasını vurduğu zamanlar.
1500’ler İspanya’sı.. Rönesans hümanizmi bu ülkede felsefe, dil bilimi, doğa bilimi eserleri ile boy gösteriyor. İspanya’da donanması çok geniş güçlü bir krallık var. 1492’de Atlantik Okyanusu’nu aşarak ‘yeni dünyaya’ ulaşan İspanya altın çağını yaşıyor. 1516’da ülkedeki tüm krallıklar Habsburg otoritesi altında birleşiyor ve 1650’lere kadar dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmaya devam ediyor. 16. ve 17. yüzyıllarda İspanya’da bir kültürel altın devir de yaşanıyor. Ancak yeni dünyaya açılmanın getirdiği ekonomik kazanımlar soylulara yararken, bu fırsattan yararlanamayan köylüler ülkenin mali sorunlarının yükünü taşımak zorunda kalıyorlar. Sınıfsal tezatlar ve gerilimler kamusal hayatta etkili oluyor.
1547.. İşte böylesine ilginç ve önemli bir dönemde, Madrid’e yakın Alcalá de Henares şehrinde Miguel de Cervantes dünyaya geliyor. Ailesi yedi çocuklu ve az gelirli ancak soylu bir aile. Cervantes iyi bir eğitim alır, gençliğinde İtalya’ya gider, Roma’da Rönesans resmi, mimarisi ve edebiyatı üzerine yoğunlaşır. 1570’de İspanya donanmasına asker olarak yazılır, 1571’de İnebahtı Savaşı’nda sol elini kullanamaz hale gelir. Osmanlılar tarafından yakalandığı Katalan kıyılarından Cezayir’e götürülür ve 1575-1580 yılları arasında burada esir tutulur. Beş senelik kölelik hayatından sonra ailesi tarafından kurtarılır ve Madrid’e geri döner. Yazar olmaya karar verir.
1605.. Cervantes, La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote’nin (Don Kişot) kitabının ilk bölümünü tamamlar. Halk tarafından yoğun ilgiyle karşılaşınca, 1615’de ikinci bölüm yayımlanır. Cervantes, bu kitapla askerlik ve kölelik yıllarında edindiği tecrübe ve hikayelerden yola çıkarak hayatın ve insan davranışlarının sade ve yalın bir dille gerçekçi bir resmini sunmayı hayal etmiştir. Ve bunu kendini şövalye zanneden Don Kişot ile silahtarı Sanço Panza’nın başından geçen maceralar aracılığıyla yazıya döker. Başlarda saf, deli, zavallı görülebilecek Don Kişot zamanla cesur, azimli, adil bir bilge olarak farklılaşır ve edebiyat tarihinin en çok tanınan hak ve halk kahramanı olur.
La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote tüm dünya tarafından modern romanın ilk örneği olarak kabul edilir. Ayrıca komedi romanlarının da bir prototipidir. Ancak komedinin içinde trajedi de bulunur, Cervantes’in okuru için yarattığı dünya o zamanki İspanya’nın gerçek bir temsilidir. Orta kesimin palazlandığı ama aynı zamanda soyluluk ve şövalyeliğin hala devam ettiği ülkede bu iki toplumsal sınıfın oluşturduğu tezat eserin temel fonudur. Cervantes, her iki kesimi de eleştirerek, Don Kişot gibi yaşamaya devam etmek isteyen İspanyol soylularının gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu gösterirken, hızla değişmekte olan orta sınıfın da toplumsal değerleri nasıl kolayca hiçe saydığını sergiler. Avrupa’daki politik gerçekliğin en iyi romanlarından biri sayılan eser tüm dünyada 140’tan fazla dile çevrilmiştir ve İncil’den sonra en çok çevirisi yapılan kitap olduğu söylenir. Cervantes, Shakespeare ile birlikte Rönesans’ın en büyük yazarlarından biri olarak anılır, İspanya’nın ise tartışmasız en büyük yazarıdır.
2019.. İstanbul’dayız. Tiyatro oyun biletlerinin yok sattığı, salonların dolup taştığı bir dönemdeyiz. Tiyatroya gençlerin ilgisinden, tiyatronun ülkemizde eski canlı günlerine döndüğünden bahsediyor, memnun oluyoruz. Popüler salonların birinde Don Kişot’um Ben adlı bir oyun oynuyor. Arkadaşlar, çoluk çocuk gidiyoruz; salon dolu, herkes heyecanlı, sonunda oyun başlıyor, fakat.. Bu kadar rezalet bir oyunla karşılaşacağım hiç aklıma gelmemişti, tam bir hayal kırıklığı ve utanç duygusu. Don Kişot’tan bütünüyle bir zırdeli yaratılmış, nasıl ve neden şövalye olmaya karar verdiği anlaşılmıyor, Dulcinea’ya olan aşkı ve bunu nasıl yaşadığı sadece bir alay konusu, hiçbir bilgelik, adalet, akıl kırıntısı yok. Silahtar Sanço Panza’nın kişiliği ve değişimi tamamen ıskalanıyor, toplumsal eleştirinin yanına bile uğranmıyor. Eseri sadece ucuz bir komedi olarak ele alarak seyirciyi bayağılık ve argo ile güldürmeyi amaçlayan (ve başaran), dans ve müzikleri vasatın da altında kalan bir müsamere… Ben sinirlendim ve birinci bölümün sonunda çıktım, arkadaşım da sohbet etmeyi tercih edeceğini söyleyerek benimle geldi. Çocuklar ve babalar kaldı, ikinci yarı daha da fenaymış, ama çocuklar komik bulmuş, gülmüşler!
Yapımcılar, yönetmenler, uyarlayanlar, dramaturglar, oyuncular… Hepsi de Don Kişot’un insanlık tarihindeki yerini ıskalamış olabilirler mi? Taşıdığı anlamı, eserin ilk modern roman olduğunu, toplumsal eleştirisini, karakterlerin bütünselliğini, tezatlıkları. Herhalde hayır, ama o zaman nasıl böyle bir ‘oyun’ ortaya çıkıyor anlaması zor, oyuncular nasıl böyle bir yapımda yer almayı kabul edebiliyor, sanatlarına bunu nasıl sığdırılabiliyorlar büyük bir soru işareti.
Arkadaşımla dışarıda beklerken hararetli bir şekilde niçin böyle olduğu üzerine konuşuyoruz, birçok neden aklımıza geliyor. Ama sanırım ikimiz de ‘vasatlığa razı olma’ noktasında karar kılıyoruz. Sadece sanatta değil, toplumsal yaşamın birçok alanında var olan vasatlıklardan bahsediyoruz; eğitimde, insan ilişkilerinde, siyasette, iş hayatında. Vasatlığı aşabilecek o tutku dolu adımı atamama ve bu çaresizliğe razı olma, kabullenme. Ve sonra bunun vasatlık olduğunu göz ardı edip, yapılanı, yaşananı yüceltmeye başlama. Alkışlar, güzellemeler, tezarühatlar, yok satmalar, dolu salonlar.. Ve daha da fenası vasatın dışına çıkanı dışlamalar, engellemeler, lanetlemeler.. Bizi teslim alan vasatlık halinden nasıl kurtulabiliriz diye çözüm aramaya başlıyoruz sonra, en azından kendi kişisel dünyalarımızda bu kısırdöngüyü nasıl kırabiliriz sorusuna cevap bulmaya çalışıyoruz. Kolay değil…