Kabataş Erkek Lisesi’ne müdür yardımcısı olarak atanan Şakirt Voyvot adlı eğitimci bir dernekte konuşma yapıyor ve şunları söylüyor:
“…Artık bu memlekette neyi bekliyoruz, neyi ümit ediyoruz, diyoruz ki artık bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olma zamanı geldi. Bunu söyleyebiliyoruz di mi? Halbuki bir zamanlar imam hatip okulu diye bir şey yoktu. Bir tane açtılar, insanlar korkudan gidip kayıt yaptıramıyordu. Şimdi elhamdülillah dağı taşı dolduracağız. Bunu kim yapacak? Hükümetten de beklemeyin. İmam hatiplere sahip çıkmak yine bizim görevimiz. O binayı açmak bir şey ifade etmiyor. İmam hatip lisesi öğretmeniyim. İçerisinde okutulan kitaplar bence aynı kitaplar. Yanına bir Kuranı Kerim dersi konmuş. Onun içerisinden şuuru vermek, okul saatinde yetmiyor. Vakıflarla oluyor yine. Her imam hatibin kapısında bir anadolu gençlik çalışması olacak. Okulda bakıyorum çocuklarımıza, Anadolu Gençlik teşkilatımızı kurduk elhamdülillah. O teşkilattaki çocukların mescide devam oranı imam hatiplilerin mescide devam oranı arada 10 kat fark var.”
Bu konuşma birilerinin hoşuna gitmiştir mutlaka, ama ben hiç hoşlanmadım. 28 Şubat sürecinde imam hatip liselerine yönelik baskılara, katsayı zulmüne nasıl karşı çıktıysam, şimdi de, bir bir okulların imam hatip lisesine dönüştürülmesine ve Anadolu Gençlik Teşkilatı gibi kuruluşların bu okullara müdahalesine, âdeta kendilerinin arka bahçesi haline getirmesine karşı çıkıyorum.
1990-1997 yılları arasında Ankara ve İstanbul’daki çeşitli imam hatip liselerinde meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştım. O dönemlerde imam hatip liselerinin sayısı azdı; sınavla öğrenci alıyorduk ve sınavı kazanamayan öğrencilerin aileleri gelip bahçede eylem yapıyor, siyasilerin kapılarını aşındırıyor, çocuğunu okula kaydettirebilmek için bulabildiği her yolu deniyordu. Sonuçta, yapılan sınava rağmen bu baskı galip geliyor ve sınavı kazanamayan öğrenciler de okula alınıyordu. 60 kişilik sınıflarda ders yapmak zorunda kalan biz öğretmenler ise ne yapacağımızı şaşırıyorduk. Kantinler, tuvaletler, sınıflar — her yerde izdiham söz konusuydu. Bir yangın tatbikatı yapmıştık; bu tatbikat sırasında bizi bekleyen en büyük tehlikenin, böyle olağanüstü bir durumda ortaya çıkabilecek izdiham ve ezilme tehlikesi olduğunu anlamış ve bayağı ürkmüştüm. Çok şükür böyle talihsiz bir olay yaşanmadı ama kalabalık sınıflarda ders yapmanın zorluğunu hep yaşadık.
Yaşadığımız zorluklar bununla da sınırlı değildi. Selefi bir din anlayışına sahip, kaba, nobran, yobaz bazı idareci ve öğretmenlerin hâkim olduğu okullarda, çocuklar hiç de pedagojik olmayan, buyurgan bir sistem içinde “din” öğrenmek durumunda kalıyorlardı. Bu çocukların bir kısmı dini öğrenirken, bu tür insanlar yüzünden dinden nefret ettiler. Okulda başarılı öğrencilerimizden bazılarıyla görüşüyorum; namaz bile kılmıyorlar. Ahlâk derseniz o ayrı konu; imam hatiplerin çocukları daha ahlâklı yaptığını da düşünmüyorum. Kızlarla erkeklerin ayrı sınıflarda okutulduğu bu okullarda, karşı cinsle normal bir arkadaşlığa imkân bulamayan bu çocuklar için tek seçenek kalıyordu: Çıkmak! Evet, yanlış anlamadınız; imam hatiplerde, o birbirinden uzak tutulan çocuklar çareyi birbirleriyle çıkmakta buluyorlardı.
Çalıştığım okullardan birinde, her sınıftan bazı öğrencilerin idareciler tarafından muhbir olarak seçildiğini ve derslerine giren öğretmenlerin, özellikle de farklı dini yaklaşımlara sahip meslek dersi öğretmenlerinin derste neler anlattığını rapor etmek zorunda bırakıldıklarını öğrenmiştim.
Gayet güzel bir kıraate sahip olan Kur’an öğretmeni meslekdaşlarımızdan biri attığı tokatlarla meşhurdu ve öğrencilerimiz hem ondan hem dersinden nefret edecek duruma gelmişti. 11-12 yaşındaki kız çocuklarının bahçede koşup oynamaları, sürekli kınanan, ayıplanan ve türlü yöntemlerle engel olunmaya çalışılan bir durumdu. O okuldaki günlerimi, bu bahsettiğim konular ve kelimenin tam anlamıyla “yobaz” olan okul müdürümüzle girdiğim tartışmalar yüzünden, bugün hâlâ bir kâbus duygusuyla hatırlıyorum.
Şimdilerde imam hatiplerin durumunun bu kadar kötü olduğunu düşünmüyorum. Hattâ çok iyi okullar olduğunun, çok başarılı öğretmen ve idarecilerin bulunduğu okullar olduğunun farkındayım. Ancak yine de büyük bir sorun var: İnsanları istemedikleri halde çocuklarını bu okulları göndermeye mecbur bırakmak, velev ki imam hatipler mükemmel eğitim kurumları olsunlar, yine de hiç hoş ve demokratik bir tutum değil. Geçmişte talebe rağmen bu okullara yapılan engellemeler nasıl bir zulümdüyse, bugün maruz kalınan bu mecburiyet de bir zulümdür. Üstelik Anadolu Gençlik Vakfı’nın ya da başka herhangi bir sivil toplum kuruluşunun bu kurumlarda etkin olmasına izin vermek — ilkesel olarak — yanlıştır, kabul edilemez. Okullar hiçbir örgütün, kuruluşun, siyasetin arka bahçesi haline getirilemez!