Erken seçim kararının alınmasına giden birkaç gün, Türkiye’deki siyasi ortam ve iktidarın yapısı hakkında çok bariz ipuçları taşıyor. Her ne kadar yürütme ve yasamayı aynı anda ve tam anlamıyla elinde tutsa da, yaşananlar AK Parti’nin gerçek anlamda iktidar olmadığına dair bir kanaatin doğmasına neden oldu.
Siyaset genelde kamusal alanı etkilemek için yapılır… Muhalefette iseniz kendi hedeflerinizi iktidarı ikna ederek veya üzerinde baskı kurarak gerçekleştirmek için uğraşır, iktidarda iseniz hedeflerinizi doğrudan hayata geçirmeye çalışırsınız. Diğer deyişle kimin iktidarda olduğu, kimin hedeflerinin hayata geçtiğiyle doğrudan ilişkilidir. Kimse bir başkasının tasavvurunu gerçekleştirmek üzere iktidara talip olmaz… Yönetimde olanlar doğal olarak proaktif davranır, kendi seçmenlerine verdikleri sözleri ve dayandıkları güçlerin ideolojik beklentilerini önemserler.
***
Eğer ortada bir koalisyon varsa, nispeten küçük ve zayıf olan ortak daha büyük ve güçlü olanın takipçisidir. Büyük ortağa göre konumlanır ve pazarlıklarla hareket alanını genişletmeye çalışır. Ancak temel kararları doğal olarak büyük ve güçlü olan taraf, yani iktidarın asıl sahibi verir. Diğeri ise söz konusu kararın belirli özelliklerini kendi ihtiyacına göre değiştirmeye çalışmakla yetinir.
Dolayısıyla bir ülkede hangi öznenin gerçek anlamda iktidar olduğunu anlamak için, kritik dönemeçlerde kimin isteğinin uygulandığına, kimin iradesinin siyaseti belirlediğine bakmak gerekir.
Nitekim erken seçim kararına gidilme biçimi, Türkiye’de iktidarın verilen görüntünün aksine MHP’nin elinde olduğunu söylüyor. Tabi MHP’nin sadece kendi seçmenini değil, ideolojik ve kurumsal anlamda ‘devletin’ bakış, duruş ve tercihlerini de temsil edip taşıdığını unutmadan… Nitekim ‘cumhurbaşkanlığı sisteminin’ gündeme gelmesi ve şekillenmesinde AK Parti’nin rolü çok az olmuştu. Bahçeli Erdoğan’ın kişisel hayallerini süsleyen bu teklifi yapmakla kalmamış, müstakbel cumhurbaşkanına Erdoğan’ın beklentisinin ötesinde yetkiler tanımış ve üstelik bundan böyle kendi adaylarının da bizzat Erdoğan olduğunu söylemişti.
Aslında olayın gizemli bir tarafı yoktu. Devlet kanadı 15 Temmuz sonrasında Erdoğan’sız bir dönemin olamayacağını, yani demokratik mekanizma işlediği sürece AK Parti liderine muhtaç olduklarını idrak etmiş ve ona devletle kendi partisi arasında bir ara noktada devletin en üst makamına oturup, istediği gibi yönetme imkanı sunmuşlardı. Öte yandan şunu gayet iyi biliyorlardı… Gülencilerin bürokrasiden boşaltılması ve yerine ‘eski sahiplerinin’ geçmesi ile birlikte, zaten Erdoğan’ın kendi isteklerini istediği gibi yapması söz konusu değildi. Nihai ve belirleyici kararlar bürokrasiden bağımsız alınamayacaktı…
Böylece ortaya birbirine muhtaç iki kanattan oluşan, ama arka planında devletle siyasetin uyum zorluklarından hareketle bilek güreşi içeren bir koalisyon çıktı. Belki Bahçeli kanadı durumun iyiye gitmeyeceğini görerek daha önce de Erdoğan’a kendi değerlendirmesini sunmuştu… Belki Erdoğan’ın kesinlikle seçim olmayacağına dair söyleminin arka planında bu yatmaktaydı…
Ama artık bunların fazla önemi yok. Bahçeli kendi cenahının bakışını, üstelik rutin bir grup toplantısında ve konuşmasının sonunda seslendirmesine karşın, Erdoğan’ın hareket alanını neredeyse yok etti. O kadar ki Erdoğan bu emrivakiye seçim tarihini daha da öne çekerek, hiç olmazsa muhtemel rakiplerin zamanını daraltarak yanıt vermek durumunda kaldı.
***
Sonuçta Bahçeli’nin ve cumhurbaşkanlığı sistemini kotarıp Erdoğan’a sunanların istediği oldu… AK Parti koalisyonun küçük ortağı olarak onların isteğine uydu ve alınmış kararı bir miktar kendi ihtiyacına uydurdu. Proaktif olan, hedeflerini hayata geçiren, ortağını uyum göstermek zorunda bırakan Bahçeli idi… Bu da gerçek iktidarın kim olduğunu ortaya koyarken, bu denge ve ilişki biçiminin seçimden sonra da devamı halinde Türkiye’nin kimin iktidarında olacağını gözler önüne serdi.