Dilerseniz önce memleketimin “sanatçı” manzaralarına artık “ifade özgürlükleri”ni sonuna kadar kullandıkları Twitter aleminden şöyle bir göz atalım:Cem Davran (tiyatro ve sinema sanatçısı): “İstanbul’da artık saç ektirmiş Arap turist görmek istemiyorum.”Ona mukabele eden Leman Sam (ses sanatçısı, şarkıcı): “Saç ektirmeyenini de görmek istemiyorum Cem.”Leman Sam’ın Araplara yönelik diğer ırkçı salvoları ise şöyle çeşitlenmekte: “Araplar bu işi [hacca gitmekten bahsediyor] kazanç haline getirdi. Ben buna karşıyım. Zaten ülkemiz fazla parası olan ülke değil. Gidip de Araplara para kaptırmak benim için ters. Hac yapılan yerde büyük büyük oteller yapıldı. Kâbe’yi görenler çok pahalı, insanlar lüks elbiseleriyle mücevherleriyle gidip orada bir birlerine hava atıyorlar. Bu artık dini inanç olmaktan çıkmış gibi görünüyor.”Ne yazık ki Araplara yönelik ırkçı nefret söylemi ve eylemleri bunlarla da sınırlı kalmıyor. En son Gaziantep’te Esed zulmünden kaçıp Türkiye’nin değişik şehirlerine sığınan Suriyeli Müslümanlara karşı bir grup “Suriyelileri istemiyoruz” eylemi gerçekleştirdi. Sloganlarla Büyükşehir Belediyesi önüne yürüyen eylemciler, Belediye Başkanı Fatma Şahin’i verdiği sözleri tutmadığı gerekçesiyle istifaya çağırdı.Yukarıdaki örneklerde ülkemizde kamusal alanda ve söylemsel düzlemde kendi gösteren Araplara dönük ırkçı ve ayrımcı tezahürlerin bir bölümüne işaret etmek istedim. Bilhassa, Suriye’den gelen sığınmacıların durumu bu söylemi bir müddet daha canlı tutacağa benziyor.Oldukça zor koşullar altında hayatta kalma mücadelesi veren bu insanlar da tıpkı 90‘ların başında köyleri yakılarak büyük şehirlere göç etmek durumunda kalan ve toplumun kriminalize ettiği Kürtlerin durumuna düşecekler. Zira Gaziantep’te söz konusu protesto eylemini gerçekleştiren grup üç yıldır şehirde bulunan Suriyeli sığınmacılardan rahatsız olduklarını belirtip, “suç oranının arttığı” iddiasında bulundu bile.Peki Araplara yönelik bu olumsuz söylem nasıl bir tarihsel arka plandan besleniyor, neşv ü nema buluyor? Esasında Araplara yönelik olumsuz söylem Leman Sam ve Cem Davran örneğinde olduğu gibi daha çok Beyaz Türkler olarak tabir edilen ve Cumhuriyet ilkeleriyle yetiştirilmiş kesimler tarafından dile getirilirken, bazen kendisini dindar ve muhafazakâr olarak tanımlayan kişilerde de görülebiliyor.Öncelikle buradaki dilin, söylemin ve tavrın ırkçılıkla malul olduğunu görmek lazım. Tabi Edward Said’in işaret ettiği oryantalist bakış açısının Araplara dönük bu ayrımcı söylemin içeriğini teşkil ettiği aşikâr. Cumhuriyet ilkeleriyle yetiştirilmiş söz konusu kesimlerin ve Kemalizm’in zaten kendi toplumuna ve halkına yönelik her zaman bir iç oryantalizm bakışı olmuştur. Yani halk aslında cahil olduğundan eğitilmesi ve terbiye edilmesi elzem bir entite olarak görülür.Esasında Cumhuriyet nesli denilen kesimin Araplara karşı olan bu tutumunda İslam’a veya Müslümanlığa karşı kategorik bir duruş yoktur. Ancak bu kesimin İslam ve Müslümanlık anlayışının Araplarınkinden farklı, ayrı ve daha “soft”/reformist olduğuna dair net bir görüş var. Bu kesimler tarafından Arap İslam’ının daha radikal ve extremist olduğu düşünülür. Tabii bir de tarihten gelen “Arap ihaneti” bu ayrımcı söylemin altında yatan önemli tarihsel nedenlerden biridir.Türkiye’deki dindar ve muhafazakâr kesim açısından yine Arapların İslam anlayışını benimsemeyen bir eğilim olduğunu görmek mümkün. Ancak Araplara yönelik bu olumsuz söylemin altındaki yatan esas mesele Türk milliyetçiliği ve Türk milli kimliğinin inşası ile birebir ilintilidir. Bilhassa Türk dilinin saflaştırılması; Arap ve Fars etkisinden kurtarılması hareketi ile başlayan modern Türk milliyetçiliğinde Araplara ve Arapça diline muazzam bir soğukluk vardır.Ontolojik olarak kavimciliğin ve ırkçılığın İslam’ın doğasına uymadığını söylemek mümkündür. Ancak İslam’ı bir din olarak ele aldığımızda ve onun içeriği açısından toplumun ve toplumsal yaşayışın edimlerine dair bir kurallar manzumesi ortaya koyan sosyolojik boyutunu birlikte düşündüğümüzde bu söylemlerin ve fikirlerin dine rabt edildiğini görebiliyoruz.Bittabi burada gelenekler de etkili olmakla birlikte esas etkiyi oluşturan milliyetçilik fikriyattır. Zira, Türk milliyetçiliğinin palazlanmaya başladığı 20.yy’ın ilk çeyreğinden beri gelen bir karakteristik özelliği vardır; o da Türk milliyetçiliğinin İslam’dan bağımsız tasavvur edilemeyeceği ve harcında İslam’ın başat rol oynadığı olgusudur.Türk milliyetçiliğinin harcında aslında farklı etnik gruplara dönük bu tür söylemlerin skalası oldukça geniş ve çeşitlidir. Araplara yönelik ayrımcı söylem daha çok bir medeniyet kavramı üzerinden neşet eder. Türklerin medeniyet kurma hasletlerinden bahsedilir ve aynı hasletin Arap kavminde olmadığı zira Arapların medeniyetten nasibini almadıkları söylemi üzerinden bir üstünlük iddiası kurulur.Yani medeniyeti ve medeni olmayı tanımlayan bütün kavramlar Türk olmaya özgülenirken ve Türklük bununla özdeşleştirilirken Arap olmak bunlara sahip olamamak ve bunlardan nasibini alamamak olarak kodlanır.Son olarak Araplara yönelik olumsuz söylemlere gerekçe olarak “Bizi arkamızdan vurdular” gibi kökü tarihsel olaylara dayanan bahaneler de mebzul miktarda dolaşıma sokulmaktadır. Bu söylem Türk milli kimliğinin inşa sürecinde ve sonrasında her zaman etkili bir dinamik olagelmiştir.Türk milli kimliğinin biçimlenmesi ve Türk ulus devlet oluşum süreci esasında oldukça seküler bir süreçti. Ancak halkın bu kimliği benimsemesi için her zaman dine ihtiyaç vardı. İslam bu anlamda önemli bir eksikliği giderdi bu kimliği inşa edenler açısından ve araçsal olarak kullanıldı. Fakat bunu yaparken İslam’ın olabildiğince “seküler” versiyonunu benimsediler. Zira İslam Türklüğün sadece destekleyici unsuru olarak görüldü. Ve adeta İslam’ın millileştirilmiş bir formu yaratmaya çalışıldı.Dolayısıyla böyle bir kimlik tahayyülünde aynı İslam anlayışına sahip bir Araplığın yeri olamazdı. Aynı dine ve hatta mezhebe sahip oldukları Araplardan kendilerini ayrıştırmaları ve adeta onları ötekileştirmeleri gerekiyordu. Bu noktada “bizi arkamızdan vurdular” ve “hain Araplar” söylemi önemli ölçüde iş gördü.Ülkemize sığınan Suriyelilere yönelik olumsuz duyguların kaynağında da bu geçmişten gelen algı etkili olmuş olabilir. Tabiidir ki sosyo-kültürel olarak insanların tarihsel dağarcığında bu etkinin tortuları vardır ve bu Suriyeli mültecilere dönük olumsuz algıyı pekiştiren de bir unsurdur.Ancak bunun ötesinden çok boyutlu nedenlerin ve dinamiklerin olduğunu görmek gerekmektedir. Ekonomik, politik, sosyolojik ve pek tabi kültürel birçok etken söz konusu olumsuz duyguları beslemeye devam etmektedir. Görünen o ki maalesef gelecekte bu ırkçılık kokan manzaralarla daha çok karşılaşacağız.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik