694 Sayılı KHK’da milletvekillerini yakından ilgilendiren bir düzenleme var. Söz konusu KHK’nın 146. maddesi, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 158. maddesinde önemli bir düzenlemeye gidip, milletvekillerinin soruşturma ve kovuşturmalarını yapacak yargı makamlarını değiştirdi. Maddenin yeni hali şöyle:
“Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve bu yerin ağır ceza mahkemesine aittir. Soruşturmayı Cumhuriyet Başsavcısı veya onun görevlendireceği vekili bizzat yapar. Başsavcı veya vekili, suçun işlendiği yerin Cumhuriyet savcısından soruşturmanın kısmen veya tamamen yapılmasını isteyebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde suçun işlendiği yerin Cumhuriyet savcısı zorunlu olan delilleri toplar ve gerekmesi halinde alınacak kararlar bakımından bulunduğu yerin sulh ceza hâkimliğinden talepte bulunur.”
Tabiî hâkim ilkesi
Yeni düzenlemenin üç önemli sakıncası var. İlk olarak “adil yargılama” ilkesi üzerinde durulmalıdır. 1982 Anayasası bu ilkeyi “Kanuni hâkim güvencesi” başlıklı 37. maddesinde düzenler. Buna göre:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran, yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
Her ne kadar, madde metninde “tabiî hâkim” ifadesi kullanılmamış da olsa, kanun koyucunun burada “kanuni hâkim” tabirindeki kastının “tabiî hâkim” olduğunu belirtmek gereklidir. Nitekim hem Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu’nun gerekçesinde, hem de Anayasa Mahkemesinin 20 Ekim 1990 tarih ve K.1990/30 sayılı kararında, “kanuni hâkim”in “tabiî hâkim” olarak anlaşılması gerektiğini açıklamıştır (Kemal Gözler, http://www.anayasa.gen.tr/yargiorgani.htm).
Tabiî hâkim (doğal/olağan yargıç, doğal/olağan mahkeme) ilkesi, özü bakımından, bir ihtilafa bakacak olan mahkemenin, o ihtilafın doğmasından önce kanunen belli olması demektir. Bir başka anlatımla, bir olay meydana geldiğinde, o olayı hukuken ele alacak mahkemenin, o olaydan önce kurulmuş olması gerekir. Eğer belli bir kişiye veya somut bir olaya özgü mahkemeler ihdas edilmeye başlarsa, orada adil neticelere varılamaz. İşte tabiî hâkim ilkesinin de gayesi, şahsa ya da hadiseye mahsus muhakemelerin önüne geçerek adaletin tecellisini sağlamaktır.
Adil yargılama çerçevesini kırmak
Ceza hukukunda kural, suça işlendiği yerdeki yargı makamlarının bakmasıdır. Zaten 694 Sayılı KHK’dan önce kendilerine suç isnat edilen milletvekilleri hakkındaki soruşturma ve kovuşturmalara da, suçun işlendiği yerdeki savcılık ve mahkemeler bakmaktaydı. KHK bu usulü bozdu; milletvekilleri bakımından bir istisna getirdi ve nerede işlenmiş olursa olsun haklarında suç iddiası bulunan milletvekillerinin soruşturma ve kovuşturmalarını tek bir adrese (Ankara’ya) bağladı.
Bir KHK ile milletvekillerinin soruşturma ve kovuşturmalarını Ankara’ya taşımak, tabiî hakim ilkesinin dışına çıkmaktır. Bu ilkenin işlevsiz kılındığı bir yerde ise yargılamanın adil bir çerçevede yapılabilmesi mümkün değildir.
Seçilmişler üzerinde yargı tahakkümü
Bütün vekillerin dosyalarını Ankara adliyesine bağlamanın ikinci sakıncası, bu düzenlemenin seçilmişleri yargı tahakkümü altına sokma tehlikesini içermesidir. Yeni düzenlemeye göre, vekillerin geleceği Ankara başsavcısının ve ağır ceza mahkemesi üyelerinin iki dudağı arasındadır. Bu savcı ve yargıçlar ise Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından tayin edilir. Dolayısıyla HSK, vekillerin kaderini elinde tutan savcı ve hâkimler üzerinden, Meclise karşı büyük bir güce sahip olur.
Üçüncü sakınca ise, vekillerin iktidarın tacizleri ve müdahalelerine açık hale getirilmesidir. HSK’nın teşekkülünde iktidarın ağırlığını bir kenara bırakıp çok daha pratik bir noktaya işaret edelim. Ne kadar güçlü olursa olsun, iktidarın 81 ilin başsavcısını ve o illerdeki bütün ağır ceza hâkimlerini etkilemesi veya baskı altına alması çok zordur. Lakin tek bir başsavcıya ve tek bir mahkemenin üyelerine tesir etmesi çok daha kolay olabilir.
Tek el
Bütün vekillerin dosyaları tek bir ele verildiğinde, iktidar o tek eli denetimi altına almak için her şeyi yapabilir. HSK’daki ağırlığını kullanarak oraya ağız tadına uygun bir savcı tayin edebilir. Dâvâlara bakacak mahkemenin üyelerini özel olarak seçebilir. İktidar yönlendirebildiği bu yargı gücü sayesinde politikalarına sert muhalefet eden, kendisi için tehdit olarak gördüğü her vekili mahkemelerde süründüreceği bir güce erişebilir. Böylece yargı, vekiller üzerinde iktidarın kılıcı olarak iş gören bir hüviyete bürünebilir.
CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, bu yeni düzenlemeye sosyal medyada tepkisi gösterirken “Bir gece ansızın gelen 694 KHK ile Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, tüm milletvekillerine kayyum olarak atandı” diye yazdı.
Özlü bir ifade; gerçekten de öyle!
Her daim “milli irade” güzellemesi yapan bir iktidarın varacağı nokta, parlamentoya bir kayyum atamak olmamalıydı.