[1-2 Ocak 2016] Yılın son haftasında Yaprak Zihnioğlu, Devletleşememiş ultra-milliyetçilik ile devletleşmiş milliyetçiliğin çatışması yazısında, “geç kalmış [Kürt] ultra-milliyetçiliği”ni eleştirdi. PKK’nın ideolojisi ve yöntemlerini “milliyetçilikler çağı olan yirminci yüzyıldan kalma” diye niteledi. Yoksul Kürt çocuklarının sırtından, Türkiye ve Suriye Kürtlerini içine alacak bir Kürt devleti kurma çabasına karşı çıktı (bkz Serbestiyet, 26 Aralık 2015).
Bu, siyasî bir eleştiri. Siyasî ölçüler içinde, hemfikirim; zaten ben de 2015 Temmuz ortasındaki “yeni devrimci halk savaşı” ilânı ve onu izleyen hendekli-barikatlı ilçe merkezi işgalleri hakkında benzer şeyler söylüyorum. Katılmadığım boyutu, Yaprak Zihnioğlu’nun bu eleştiriye temel aldığı teorik çerçeve ile ilgili. Zihnioğlu, PKK’nın Kürt burjuvazisini temsil ettiği kanısında. Bunu (hiçbir somut inceleme yapmaksızın ve kanıt göstermeksizin) aşikâr bir veri, bir bedahat, bir aksiyom gibi kabul ediyor. Mantık açısından, olsa olsa apriorist bir silojizmden söz edilebilir: Kürt milliyetçiliği var; öyleyse bu, ancak burjuvazinin (bir Kürt burjuvazisinin) ideolojisi olabilir; öyleyse PKK, söz konusu Kürt burjuvazisinin örgütü (olmalı). Arada, maddî gerçekliğe değinir gibi olduğu tek bir argüman denemesi var (fakat o da çok şüpheli): zaten Kürt burjuvazisi desteklemeseydi, PKK asla bu güce ulaşamazdı. Sonuç: PKK Kürtleri (başka milletlerin değil, sadece) Kürt burjuvazisinin ezip sömürmesi için savaşıyor. Başarı kazanırsa Kürt burjuvazisinin devleti kurulacak. “Burjuvazi, kurulacak devletin tek hakimi olacak.”
Bu bir şablon. Realiteyle hemen hiçbir ilgisi yok. En basiti, KCK/PKK’nın önünde, arkasında, sağında, solunda, üstünde, altında — nerede bu “Kürt burjuvazisi”? 1970’lerden bu yana benimsediği yolgösterici ideoloji ve teori, zaman içinde birbirini izleyen programları, kongreleri ve karar metinleri, nihayet (son bir yıl dahil) arazideki yöntemleri ve bu yöntemleri desteklemeyi (hayli daralarak da olsa) sürdüüren sosyolojik tabanıyla, PKK’yı herhangi bir “Kürt burjuvazisi”nin partisi ve müstakbel devlet iktidarı olarak düşünmekte, nasıl desem, çok ama çok zorlanıyorum doğrusu.
Gerçi Yaprak Zihnioğlu’nun ne yapmak istediğini anlamıyor değilim. PKK’yı desteklemeyi sürdüren arkaik bir solu, gene o arkaik solun teorik avadanlığıyla vurmaya çalışıyor. Bakın, demek istiyor, farkında mısınız, bu savaşın işçi sınıfıyla, emekçilerin çıkarlarıyla vb hiçbir ilgisi yok. Siz aslında Kürt burjuvazisini destekliyor, (bir) burjuvazinin kuyruğuna takılmış gidiyorsunuz… Fakat ne olursa olsun, bu birçok açıdan yanlış bir yaklaşım. (a) Herşeyden önce gerçeklere aykırı. Başlıbaşına bu, tâyin edici zaten. Demin kısaca değindim; ileride tekrar döneceğim. (b) Tartışmayı siyaset sahnesinin ana mecrasından çekip çok küçük, çok marjinal bir köşesine; hâlâ Marksizme inanan ve hep Marksizm içinden, Marksizmin “yasa”larına göre düşünmeye çalışan üç beş kişi arasına hapsediyor.
(c) Kaldı ki bu yolla, o MLKP’lileri, DHKP-C’lileri, ya da (doğrudan PKK’ya değilse bile) HDP’ye destek veren liberal-sol aydınları ikna etmek de olanaksız. Sonuncuları harekete geçiren temel faktör, Erdoğan düşmanlığı ve AKP’yi devirme arzusu. Filmdeki gibi, bu “temel içgüdü” (Basic Instinct) Kürt burjuvazisi var/yok diye değişecek değil. Diğerleri (MLKP, DHKP-C ve benzerleri) ise Zihnioğlu’na başka nedenlerle kulak vermez. Bir kere, belirli bir devlet (Türkiye devleti) nefreti içinde amaçların değil araçların (silâhlı mücadelenin) devrimciliğine inandıkları için oradalar. İkincisi, onlarla teori yarıştırmaya girmek iyice sakat. Zaten hayatın değil teorinin içinde yaşıyorlar. Öyle ki, Zihnioğlu’nun mantığına karşı onlar da aynı teorik paradigmanın başka unsurlarına rahatlıkla başvurabilirler. Örneğin burjuvaziyle hiç ittifak yapmamak diye genel bir kural olmadığını; tersine, Leninist aşamalı devrim kuramına göre “elbette” ilk aşamada liberal veya millî veya ezilen burjuvazi ile ittifak yapmak gerektiğini, Zihnioğlu’na sırasıyla Marx, Lenin, Stalin ve Mao’dan bir dizi alıntıyla “ispat”layabilirler. Leninist ölçüler içinde, çok da haksız olmazlar doğrusu. Ama en kötüsü, tartışmayı reel siyaset sahnesinden başka ve sanal bir âleme çekmeyi başarmış sayılırlar. Bu da o andan itibaren zihinsel ilerlemeyi kolaylaştırmaz; tam tersine tümüyle bloke eder.
Çünkü (d) asıl sorun, Yaprak Zihnioğlu’nun hâlâ “olumlu” mirasına başvurmaktan vazgeçmediği Marksist teorinin, bu özleme pek cevap verecek durumda olmaması. Daha net söylersek, Marksizmin genel tarihsel sosyolojisinin ve hele bu sosyolojinin milliyetçilik alanına uygulanmasının çoktan çökmüş, miadını doldurmuş, eski hegemonyası veya yarı-hegemonyasını yitirmiş, sosyal bilimler alanında enikonu terkedilmiş bulunması. Dolayısıyla buradan pek bir verim gelmez, iyi sonuçlar alınamaz. Nedenini anlamak için, Marksizme her durumda başvurabileceğimiz değişmez bir ansiklopedi veya bir doğrular katalogu (müzesi?!) gibi değil, başlı ve sonlu tarihselliği içinde bakabilmek lâzım. Başka bir deyişle, Marksizmin kendi entellektüel serüvenini tarihselleştirebilmemiz lâzım.
Buradan devam edeceğim. Gelecek sefere bu hususu, geçmişte (2007-2013 arasında) eski Taraf’ta yazdıklarımı da toparlayarak, bir kere daha anlatmak istiyorum.