Mimarlar Odası kimyasındaki korporatist dayanışmaya hiç hapsolmadı; bunda devlet tarafından değil, 1954’de Maruf Önal kuşağının şuurlu mücadelesiyle kurulmuş olmasının payı belirleyici olmalı. Daha en başından üyesi mimarların sorunlarıyla toplumunkilerin, yani diğer sosyal tabakaların, benzer ve bütün olduğu şuuruyla hareket ettiğinden, içten bir sosyal dayanışmacılığa yatkın oldu. 60/70 dönemecinin TİP ve DİSK rüzgarının da etkisiyle bu dayanışmacılık Marksist sosyalizme meyletti. Sadece sosyal değil, demokrattı da. Üye hakları savumakla ona mesafeli durma anlamına gelen sosyal dayanışmayı birarada taşıma diyalektiğinin tortusu kurumsal zekâ, Oda’yı bağnazlıktan uzak tuttu. Bağnazlığa uzaklık yönetime talip farklı sol eğilimler kadar mesleğin farklısektörlerinin de içerilmesini sağlıyordu. Sonra sağcılar da aday olmaktan çekinmedi. Ağırlıkla proje ve/ya inşaatla meşgul üyeler kadar, akademisyenler ve teknokrat ve bürokratlar da gönüllülükle birarada çalıştı hep. Büro sahipleriyle ücretlileri, hatta öğrenciler de… Başta dergisi “Mimarlık” yayınları hep, muhalif ve disiplinlerarası oldu.
Ne denirse densin, siyasal tarihimizin en travmatik ve hesaplı askeri darbesi olan 12 Eylül diğer demokratik kurumlar kadar Mimarlar Odası için de bir belirsizlik ve kararsızlık aralığıydı. İşte tam da o aralıkta Oda’nın bu farklılıklardan kaynaklanan hassas dengeleri gözetmeye yatkın mirasının iyi yönetilmeye ihtiyacı vardı. Oda aradığı lideri, mesleki ve siyasi görgüyle yoğurulmuş kurumsal tecrübesiyle, henüz mesleki tecrübesini tamamlamamış 30’larının başlarında bir genç olmasına rağmen O’nda buldu. Zaten kariyere ve başkanlığa değil, liderliğe eğilimliydi. Oda’nın diğer demokratik örgütlerle önce 12 Eylül ardından diğer iktidarlar karşısında yer aldığı demokratik blok içinde durmasına katkılarda bulundu. Cömert ve samimi fedakarlığıyla bir daha da yönetim kademelerinden kurtulamadı. Zaten yönetimde olmasa da, agajmanı ve çalışkanlığıyla kurul/komisyon vb. bir yerlere takılır, çalışırdı.
Darbenin ilan edildiği Mart’80-Mart’81 aralığında Oda’nın genel başkanıydı ve tam da olanca çeşitliliğiyle o çetrefil hassas dengelerin sürdüğünün teminatı bir sigortaydı. Sadece en yakın çevresine de değil. Sonra meslekten uzaklaşıp Wallerstein’ın öğrencisi ve “Dünya Sistemi” okulunun gözdesi olacak iktisat tarihçisi Faruk Tabak, yatkın olmadığı yönetim kurul üyeliğine onun da varlığıyla razı olup, ardından da birlikte askerlik arkadaşlıklarını şans diye görmüştü. Mehmet Konuralp,12 Eylül’ün malum eziyetleri ertesinde soluğu kendisinde alışından doğan dostluğun cana yakınlığını unutmaz. Epeydir karşılaşmamıştık. Kaybının geride bıraktıkları için travma olmasını önleyen bir rahatsızlığı varmış. Ailesi, dostları ve mimarların başı sağolsun.