17 Aralık, Türkiye siyasetinde artık bir milat olarak kabul edilebilir. Zira bu tarihte başlayan geniş çaplı operasyonlar hem siyasi alandaki pozisyonların ve ittifakların gözden geçirilmesine, hem de kapsamlı hukuki düzenlemelerin gerçekleştirilmesine neden oldu. Hükümet, operasyonların devlet içindeki otonom bir yapının faaliyeti olduğunu, gayri-meşru vasıtalarla siyaseti tanzim istediğini ve hükümeti düşürmek amacını taşıdığını açıkladı. Ardından da idari ve hukuki tedbirler almaya başladı. İnternet, HSYK ve MİT yasaları da bu bağlamda gündeme geldi.Siyaset kendisini savunur. Bu, doğaldır. Kendisini ortadan kaldırmaya niyet etmiş bir tehlike ile karşılaştığında her hükümet, bu tehlikeyi bertaraf edecek önlemlere başvurur. Burada önem taşıyan husus, bu önlemlerin hukuk ve demokrasi dairesi içinde kalmasıdır. Aksi takdirde bir belayı savuşturayım derken daha büyük belalara kapı açılabilir.17 Aralık’tan sonra hükümetin hukuk üretiminde bu önemli hususa çok dikkat etmediğini söylemek mümkün. Durum kabaca şöyle özetlenebilir: Hükümet, bir varlık-yokluk mücadelesi içinde olduğunu düşünüyor. Özellikle emniyet ve yargıda etkin olan otonom güç, imkânları ve boşlukları kullanarak her yönden hükümete saldırıyor, onu sendeletiyor, düşürmek istiyor. Suratında patlayan yumrukların önüne geçmek için hükümet bir taraftan idari yetkilerini kullanarak otonom gücün olanaklarını kısıtlamaya uğraşıyor, diğer taraftan ise boşlukları kapatmak için birtakım hukuki düzenlemeler yapıyor.Fakat alelacele karar verdiği ve üzerinde yeterince çalışmadığı için bu düzenlemelerde çok sayıda sorun bulunuyor. Mesela internet kullanımına ilişkin teklifte hemen ilk bakışta göze çarpan iki sakıncalı madde vardı. Birçok kesimin eleştirdiği bu maddeleri hükümet, ancak Cumhurbaşkanı müdahale ettiğinde düzeltme yoluna gitti. HSYK’ya dair teklifte manzara daha vahimdi. Öylesine aceleyle hazırlanmış olmalı ki, Cumhurbaşkanı bu teklifte anayasaya aykırılık teşkil eden 15 madde tespit ettiğini açıkladı. Benzer bir acelecilik MİT hakkındaki kanun teklifinde de söz konusu.Görüşme yetkisiOlumsuz yanlarına değinmeden önce bu teklifteki olumlu bir maddenin altı çizilmeli. Kanun teklifi, ülke menfaatinin gerektirdiği hallerde MİT’e ceza ve infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlerle görüşme, görevinin gereği olarak “terör örgütleri” de dâhil olmak üzere bütün yapılarla irtibat kurabilme yetkisi veriyor. (Teklifin 3/j maddesi)Maddenin amacı açık: Öcalan ile yürütülmekte olan görüşmelere yasal bir zemin sunmak ve görüşme yapan devlet görevlilerini yasal güvenceye kavuşturmak. 7 Şubat hadisesi, böylesi bir teminata duyulan ihtiyacı gösterdi. Ancak getirilen düzenleme, 7 Şubat türünden tehlikeleri tümüyle savuşturmuyor. Zira burada teminat sadece MİT görevlileriyle sınırlı, oysa görüşmeler sadece MİT aracılığıyla yapılmıyor. Milletvekilleri de görüşme trafiğinin içinde yer alıyor ve önümüzdeki dönemde başka aktörlerin de katılması düşünülüyor. Süreci sekteye uğratmak için 7 Şubat’ta MİT Müsteşarı’nın kapısını çalanlar, yarın ertesi gün başkalarının –mesela milletvekillerinin- kapısına dayanabilirler. Dolayısıyla teminatın –yalnızca MİT görevlileri için değil- süreçteki tüm aktörleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekirdi.Teklifteki başlıca eksiklik ve yanlışlara gelince: Teklif incelikli bir çalışmanın ürünü değil, birçok problem taşıyor. Zaten hükümet de bunu gördü ve çarçabuk teklifin bazı maddelerinde değişiklik yaptı. Misal, MİT bünyesinde kurulacak bir kurula başkanlık yapmasından vazgeçildi. MİT’in kamu kuruluşlarından ve bankalardan her türlü belgeyi değil, göreviyle ilgili belgeleri alabileceği hükmü getirildi. MİT belgesi yayınlayanlar için öngörülen cezanın üst sınırı 12 yıldan 9 yıla indirildi.Sınırsız yetki ve yargı muafiyetiNe var ki komisyonda yapılan bu değişiklikler bu teklifteki asıl sorunları çözmüyor. 15 maddelik değişiklik teklifinde üç büyük sorun var: İlki, MİT’in görev çerçevesinin net bir şekilde çizilmemesi ve aşırı yetkilendirilmesidir. Her yere erişen, devletin tüm kurumlarından istediği bilgileri elde eden, tüm vatandaşlarının hayatlarını gözetleyebilecek ve onları kontrol altında tutabilecek bir güce sahip kılınıyor MİT. Bir istihbarat örgütünün faaliyet alan ve yetkilerinin bu denli genişletilmesi bireysel hak ve özgürlükler açısından ciddi bir tehdit teşkil ediyor.İkincisi, denetim eksikliğidir. İstihbarat örgütlerinin varlığından kaynaklı sorunları asgariye indirebilmek ancak onların denetlemesine ilişkin sıkı kurallar getirmekle olur. Denetim; hem siyasi, hem de hukukidir. İstihbarat örgütleri yapıp-ettiklerinden ötürü siyasi olarak parlamentoya, hukuki olarak da yargı makamlarına hesap vermelidir.MİT’e ilişkin teklifte, bu kurumun parlamentoya karşı sorumluluğunu öngören bir düzenleme bulunmuyor. Yargısal denetim ile ilgili olarak ise çok sıkıntılı maddeler var. Örneğin, MİT’e dair bir ihbar veya şikâyet aldıklarında Cumhuriyet Savcılarına MİT ile temas etmesi zorunluluğu getiriliyor. Eğer MİT, ihbara veya şikâyet konu olan faaliyetin kendi görevine ilişkin olduğunu belirtirse adli yönden herhangi bir işlemin yapılamayacağı ve veya herhangi bir koruma tedbirinin uygulanamayacağı hükme bağlanıyor. (Teklifin 7. Maddesi)MİT mensuplarının veya MİT’te çalışmış olanların MİT’in faaliyetlerine ilişkin tanıklık yapamayacakları belirtiliyor. Devlet güvenliğinin zorunlu kıldığı hallerde MİT mensuplarının tanıklığı için müsteşarın, müsteşarın tanıklığı için ise başbakanın izni zorunlu kılınıyor. (Teklifin 10. maddesi)Bu önerilerle MİT, neredeyse, yargıdan muaf hale getiriliyor. Eğer teklifte arzulandığı gibi MİT’i yargıdan uzak tutacak böyle bir bariyer getirilirse MİT’in çalışmalarını denetlemek imkânsızlaşır.Kamusal denetimÜçüncüsü, basına getirilen yüksek cezalardır. Teklife göre; MİT’in görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgeleri yayınlayan medya kuruluşlarının ve her türlü elektronik kitle iletişim araçlarının sahipleri, muhabirleri, yazarları, içerik sağlayıcıları, vb. dokuz yıla kadar cezalandırılabilecekler. (Teklifin 8. maddesi)Bir istihbarat kuruluşu, doğası gereği, kendi çalışmalarını titizlikle korumak ister ve bunun için de mensuplarına birtakım yasaklar ve cezalar öngörebilir. Bunda bir beis yoktur, tersi olursa o kuruluş çalışamaz hale gelir. Fakat istihbarat kuruluşu, aynı yasakları ve cezaları medya mensupları için öngöremezler. Böyle bir yasak ve ceza, demokrasi ve basın özgürlüğüyle ilintilendirilemez. Atilla Yayla’nın haklı olarak belirttiği üzere “Gizliliği koruma yayın organlarının görevi olamaz, MİT mensuplarının görevidir. Bu mantık egemen olsaydı CIA’nın, NSA’nın ve başka gizli servislerinin hatalarını ve pisliklerini öğrenmek asla mümkün olmazdı. Medya organları elde ederlerse bu tür belgeleri korkmadan yayınlayabilmelidirler ki MİT üzerinde bir kamusal denetim işlesin ve vatandaşlar yanlışlardan haberdar olsun.” Medyada bazı kalemler, teklifteki kişilerin özgürlüğünü tehdit eden bu maddeleri, olağanüstü bir durumun yaşandığını ve buna uygun olarak olağanüstü tedbirler alınması gerektiğini belirterek haklılaştırmaya veya kabul edilebilir kılmaya çalışıyorlar. Onlara göre normal bir döneme geçildiğinde bu aşırı yetkilere duyulan ihtiyaç kalkacak ve kanundaki hataların giderilmesi söz konusu olacak.Bunun doğru bir yol olduğunu düşünmüyorum. Bir kere, siyasetçilerin ve bürokratların bu kadar hayırhah düşünceler içerisinde olacağını varsaymak yanlış. Eğer dert özgürlükleri korumak ise, o zaman getirilen düzenlemelere her zaman belli bir mesafe ve eleştirel bir akılla yaklaşılmalı. Ve ikincisi, Türkiye’de bürokrasinin bir biçimde elde ettiği alanları kıskançlıkla sahiplendiği akıldan çıkarılmamalı. Bürokrasinin “olağanüstü dönem” denilerek kendisine verilen yetkileri olağanlaştırmaktan ve onu sürekli olarak kullanmaktan çekinmediği deneyimlerle sabit. Bürokrasiye verilen bir yetkiyi daha sonra ondan almak her zaman çok güç bir iştir. Bu nedenle bürokratik makamları yetkilendirirken ince eleyip sık dokumak gerekir. Kavganın sıcaklığı içinde bürokrasiyi aşırı yetkilendirdiğinizde yağmurdan kaçarken doluya tutulmanız kaçınılmaz olur.
MİT Yasası: Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik