Ana SayfaYazarlarMuhafazakârlık militerleşiyor mu?

Muhafazakârlık militerleşiyor mu?

 

Her ideoloji ya da dünya görüşü, gerçek anlamda siyasal bir üretkenlik gösteremediğinde militerleşme eğilimi başlar. Bu bir tür, siyasal iktidarın yetersiz kaldığı durumlarda ihtiyaç duyulan –ve gerçekte olmayan- gücün varmış gibi görülmek istenmesi, kişinin kendi oluşturduğu resmi bir ayna gibi kendine tutmaya çalışması halidir.

 

Siyasallık, yani olan biten her şeyin daha farklı ve daha iyi kılınabileceği inancı ve iradesinin kendine olan güveni yitirmesi, değiştirebilme gücünün kaybolmasıyla yitirilen bu inancın, karşılıksız para gibi elle tutulur bir somutlaştırmayla dışarıdan toplanmaya çalışılması gibidir.

 

Gücün piyasaya arzıdır. Ya da belki iktidarın halka açılması. Daha fazla güç ve iktidar arzı yapıldıkça görülmemiş bir talep patlaması yaşanır ve çoğu kez kolaylıkla yitirilen siyasal inancın geri kazanıldığı zannı oluşturulur. Fakat, bu içsel bir biçimde tam olarak hissedilemediğinden  dışsal olarak eldeki gücü sınamak, nelere yetebildiğini hem görmek hem de göstermek ihtiyacı kaçınılmaz bir son gibi iktidarları vurur.

 

Militerleşme eğilimi arttıkça tehdit ve tehlike algısı da artar ve siyaseten içinden çıkılması mümkün gözükmeyen bir kısır döngü sivil kurumların yönetiminin ‘güvenlikçiler’e devriyle sonuçlanır.  Sorunları çözmenin yegane aracı güç kullanmak gibi görülür. Siyasi kararlar birer güvenlik gerekçesine indirgenir.

 

Militerleşme, esasında askerden bağımsız olarak her türlü güç araçlarının ve sahip olunan iktidarın dışarıdan bakıldığında somut bir biçimde görünür olacak şekilde kendini dışa vurması sürecini içerir. İktidar soyut olarak görülemese de içten içe hissedilen bir memnuniyet ve şiddet-dışı bir varolma gücü olmaktan hızla uzaklaşır ve insanların, sahip oldukları gücü gösterme ve kullanma ihtiyaçları hiç olmadığı kadar karşı konulmaz bir zorunluluk halini alır.

 

Tıpkı orduların sürekli yaptıkları tatbikatlarla güçlerini hissetmek istemeleri gibi bir durumla, ortada gücünü sınayacak anlamlı bir gerekçe olmadığında bile toplum sanal deneme fırsatları üretebilir. Kendinde büyüklük görme ihtiyacı yakıcı bir tatmin edilemezlik içerir. Bu tatminsizliğin bir sonucu olarak insanlar farkında olarak ya da olmayarak kendi güçlerini bütünüyle devrederek tek elde toplama ve onu maksimize etme eğilimi göstermeye başlarlar.

 

Burada, bir askere dönüşmeyi reddeden bireylerle birey olmayı reddeden askerler, bu tatbikatlarda dost ve düşman olarak boyanan kesimler gibidir. Gerçekte aynı grubun bir parçasıdırlar ama asker olmayı reddedenler, ihtiyaç duyulduğunda düşman olarak görülebilen ötekini oluştururlar.  Böyle zamanlar pek çok insan için hep olmak isteyip bir türlü olamadışı kişiye ulaşma imkânı sunar. Garip bir çelişki olarak sahip olduğu güçten vazgeçmek, asla sahip olunamayacak bir güce kapı aralar. Sıradan olan hiçbir şey sıradan olmamaya başlar.

 

Güç maksimizasyonuna dayalı bir kurum olarak asker, çıplak –ya da somut- gücün en büyük sembolü olduğu için kaybolan siyasetin yerini askeri iş yapma biçimleri alır. Militerleşmenin arttığı dönemlerde, itaat, disiplin, saygı, hiyerarşi, kolektivizm, otoriterleşme, karamsarlık, sinizm ve sadakat gibi değerler büyük bir yükseliş gösterir.

 

Bireysel olan ne varsa yerini kolektif olana bırakır çünkü siyasal özne olarak birey özü itibariyle soyut iktidarın temsilcisi ve taşıyıcıdır. Oysa somut güç her zaman için kitlesel ve kolektif bir biçimde kendini dışa vurur. Katı düzen ancak bireysel farklılıklar pahasına hayata geçirilebilir bir nitelik taşır. Koca bir ordunun aynı anda aynı adımı vurmasıyla oluşan çıplak gücün sesi bireyin sesini ve tekil özerkliğini kolaylıkla bastırır.  Herkes biraz askerleşmek ister.

 

Sivil alan askeri nizama göre düzenlenmeye başlar. Aşırı bir düzen vurgusu hayatın her alanını düzenler hale gelir. Hayata ikili bir karşıtlık içerisinde bakan insan sayısı artar. İnsanlar ya dostturlar ya düşman. Ya bizdendirler ya onlardan.  

 

Sınırın bu tarafındakilerle diğer tarafındakiler yaşamla ölüm kadar keskin bir başkalık taşır. Toplum, hiyerarşik bir dizgeye göre kodlanır çünkü büyük ölçekli siyasal bir toplum ancak sorgulanamaz bir hiyerarşiye sokulduğunda kolaylıkla tek elden idare edilebilir bir mahiyet kazanır.

 

Bu süreç ilerleyip militarizme dönüştüğünde süreçten ideolojiye geçilmiş olmakta ve o andan itibaren insanlar da savaş kurallarıyla düşünmeye başlamaktadır. Adaletle zorunlu bir ilişki kalmaz ve verilen mücadeleyi ne pahasına olursa olsun kazanma arzusu kendi hukukunu oluşturur.   

 

Her kurum kendi statükosunu oluşturarak değişmezlik, en temel güvenlik önlemi halini alır. Bu tür dönemlerde hiçbir şeye bulaşmama ve hiçbir şeyi değiştirmeksizin idare-i maslahatçı bir biçimde iş yapma erdeme dönüşür. Sessizlik en çok duyulan sestir. Siviller, üniformasız birer asker gibi görülür. Bu yaşandığında herkesin herkesle savaşmasına son veren Leviathan bizatihi savaşın bütün içeriğini topluma ve herkese yayar hale gelir.    

 

Militerleşme süreçlerinde her türlü değişim durur ve yerini varolanın muhafaza edilmesine bırakır. Kimin ne yapacağı en ince ayrıntısına kadar yazılı hale getirilerek bunun dışına çıkılması katı yaptırımlara bağlanır. Kullanılan jargon eskidir, iş yapma biçimi eskidir, ışığı yakma gibi sıradan bir iş bile yazılı kodlara bağlanmıştır çünkü militarist zihinde değişim, savaşılması gereken bir düşman gibidir.

 

Militerleşen bir yerin herhangi bir kısmında meydana gelen bir değişim kolaylıkla bütünü etkiler ve en ufak bir iş yapma biçimini değiştirmek bile oldukça hantal işleyen için hiyerarşinin baştan ayağa yeniden formatlanması gerekebilir. Bu yüzden bu tür yerlerin belirleyicilerinin ideolojileri ne olursa olsun ‘militarist bir muhafazakârlık’ resmi dünya görüşü gibidir.     

 

Diğer bir deyişle, militerleşmeye en açık ve korunaksız siyasal ideolojiler –ister seküler isterse dinle bağlantılı olsun farketmeksizin- varlığını muhafaza edicilik ve değiştirmeme üzerine kurmuş, statiklik kazanmış olanlardır.

 

Buna karşı en iyi korunma ise sivil alanda hiyerarşiyi reddeden bir demokratik işleyişe her alanda sonuna kadar kapı açmaktır.

 

                                                                      **

 

Muhafazakâr camianın içinde demokrasiyle ve demokratik zihniyetle olan ilişkisi yüzeysel ve samimiyetten uzak olan kesimler böylesi bir militerleşmeye kapılmış gözüküyor. Aynı zamanda her türden cemaatçiliğe oldukça yatkın bu insanlar için kitlelerin aynı amaç uğruna birlikte hareket edip aynı şeyleri düşünüp söylemesi zayıf egolara belli ki çok iyi geliyor. 

 

Bu insanlar, demokrasiyi, pragmatik kaygılarla ve kurnaz yollarla araçsallaştırdıkları ölçüde güvensizleşiyor ve aslında gerçek anlamda siyasal özneleşme sürecini tamamlayamamanın bir yansıması olarak demokrasi karşıtlığına soyunabiliyorlar. Kendine güvensizlik, kurtarıcı bir büyük kuvvete teslim olma ihtiyacını arttırıyor. Bireysel olarak hissedilen çaresizlik ve yetersizlikle yok olan irade büyük bir kurtarıcı bekleme başlıyor.

 

Ve dahası, neredeyse özgürlüklerin ve her türlü siyaset yapma nedeninin güvenliğe ulaşma arzusu olduğu gibi bir zehaba kapılmayı yeni siyaset yapma biçimi gibi görebiliyor. Zaten hiç ulaşamadıkları siyasal özgürlüklerinden de güvenlik lehine kolayca çekilebiliyor bu yüzden. Bireyleşememe, birey olmanın reddiyle sonuçlanıyor ve militerleşme tam bu esnada bireyliğinden vazgeçenler için güvenlik sunan bir koruyucu işlevi görüyor.  

 

Bu insanlar, kendi yaşadıklarını ayniyle topluma da kabul ettirdikçe ve demokratik yollardan başaramadıklarına daha kolay ve kestime bir yoldan erişebildiklerini gördükçe zaten pek sevemedikleri demokratik ilke ve değerleri örtük bir militerlikle yeniden tanımlama yolunu tutabiliyorlar. Bu esnada ise ‘yerli ve milli’ olma iddiası militerliği örtmek için son derece uygun bir kılıf sağlıyor çünkü bu hem sınırın bu tarafını hem de en kolektif olanı sivil bir dile çevirebilme gücü taşıyor.

 

Öyle gözüküyor ki muhafazakârlık, demokratik ilke ve değerlere güçlü bir bağlılık gösteremediğinde siyasal bir ideoloji olarak gücünü çok büyük ölçüde yitiriyor ve insanları peşinden sürüklemek için geleceği geçmişe dönüştürmeye çalışıyor. Militerleşme, geleceğin bütün öngörülemezliklerini ve belirsizliklerini ortadan kaldırmak için her şeyin geçmişteki gibi olmasını sağlayıcı bir etki yaptığından muhafazakâr bakış açısı kolaylıkla bunun içine yerleşebiliyor.

 

Ve görünen o ki yıllarca kendini asker-karşıtlığı üzerinden konumlandıran muhafazakârlık buna paralel olarak gerçek bir sivilleşme süreci yaşayamadığı için bu karşıtlık ilişkisini sonlandırdığında kaçınılmaz bir militerleşme vakumuna kapılıyor.

 

Daha açık bir ifadeyle, militarizm ortadan kaybolur gibi gözükse de gerçek anlamda sivil ve demokratik değerlerin yerleşik hale gelemeyişi nedeniyle kaçınılmaz bir militerleşme olarak kendini gösteriyor. Olağan zamanlarda kamufle edilebilen bu türden eğilimler olanüstü sorunlar karşısında o kadar gizlenemiyor ve kendini açık ediyor.

 

Bütün bunlar olduğunda, siyasal toplum devleti sınırlama ve onu hesap verebilir hale getirme gücünü kaybettiğinden ancak iktidarı elinde bulunduranlar, ancak demokratik süreçleri yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir dizgeyle işlettiklerinde sıradan insanların bunu görmesini engelleyebiliyorlar.

 

Mesele savaşmak ya da savaşmamakta ya da ona karşı ya da destekleyici olmakta değil. Savaş elbette istiklal ve savunma için olduğunda kaçınılmaz bir kutsallık taşır. Ama galiba esas mesele, savaşı isteyip istememekte ve militerleşme eğilimleri tam anlamıyla bize bunun cevabını vermekte.   

- Advertisment -