Uzun zamandan beri Arabistan yarımadasına ilişkin bir şey yayımlamadığımın farkındayım. Oysa Umman, Yemen ve özellikle Muhammed bin Zayed hakkında kaleme alıp dinlenmeye bıraktığım bir kaç yazı var. Son zamanlarda, bilhassa Umman, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin dünya siyasetindeki derinden ancak ilginç müdahaleleri ilgimi çekiyor. Çünkü başlarındaki iyi yetişmiş görece genç prens ya da sultanların dünyaya ilişkin emelleri ve hedefleri merakımı etkiliyor. Kendilerini ifade edip kanıtlamak istedikleri de çok açık. Elbette bunu yapabilecekleri alan ise dünya ve ülke siyaseti. Bu genç ve arzulu yöneticilerden bir başkasıysa Suudi Arabistan’ın veliaht prenslerinden ikincisi ve kralın en küçük çocuklarından Prens Muhammed bin Selman. Prens de dikkatimi çekiyor. Çünkü prensin mimarı olduğu Vision 2030’un ekonomi alanında hedeflediği amaçlarla ilgilenmek benim için bir hobi.
Bu yüzden konu edinmek istediğim Prens Muhammed bin Selman olsa da yazıya ait başlığın vaziyeti anlatmak hususunda yetersiz kaldığını düşünüyorum. Buna karşın durumun karmaşıklığı yanında nazikliğini ifade edecek doğru kelime de neredeyse yok. Başlığa bakıldığında Prens Selman’ın edilgen olduğu gibi bir izlenim oluşuyorsa da mevcut hal bir bakıma bu yüzden hem doğru hem de değil. Bu bakımdan başlıkla, alınan kararlara, atılan adımlara, kurulan ittifaklara ve bunların neticesinde ortaya çıkan sonuçlara da işaret etmek istiyorum.
Kral Selman bin Abdülaziz ağabeyinin ölümüyle tahta geçmesinin ardından Suudi Arabistan’da ardı ardına gelen politika değişiklikleri mevcut durumu derinden sarsmaya başladı. Kimi analistlere göre bu dönüşümün bir şekilde başlaması gerekiyordu ve artık önlenemez bir seviyeye yükselmişti. Başka analistlere göreyse Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgeye ilişkin yeni operasyonlarından biri inşa edilmekteydi. Belki bu maddelere yenileri de eklenebilir. Zira bugün hem Suudi Arabistan hem de bölgede alakalı görülmeyen pek çok değişiklik müteselsil bir şekilde birbiriyle etkileşime girmeye başladı. Aslında söz konusu değişikliklerden biri Suudi Arabistan’ın ibn Suud tarafından kurulmasının ardından üçüncü büyük girişime ya da dönüşüme delalet ediyor. Kuşkusuz Suudi Arabistan’ın kendi dinamiklerine göre işleyen bir içyapısı ve denge mekanizması mevcut. Dönüşüm ise bunun zedelenmeden ve olabildiğince çok müttefikle yapılabilmesinin başarısına bağlı. ibn Suud’un kuruculuğu sayılmazsa eğer Kral Faysal ve Kral Fahd’ın ardından Prens Muhammed eliyle Kral Selman tarafından girişilen üçüncü esaslı düzenlemelerin yapısal karakterleri Suudi Arabistan’ı izleyenlerin oldukça dikkatini çekiyor. Yapısal düzenlemeler krallığın gelecek yarım yüz yılının şekillenmesini hedefliyor. Bu yüzden yapısal reformlara karar verildiği görülüyor. Bahsi edilen bu yapısal reformların ise üç ayağı mevcut: 1. Ekonomik, 2. Bürokratik ve 3. Toplumsal Reformlar. Aslında Vision 2030’da ete kemiğe bürünen bu reformların zeminini ekonomik yapılanma oluşturuyor. Kuşkusuz ekonominin ise diğer alanları da bir şekilde etkilediği öne sürülebilir.
Uzaktan bakınca Suudi Arabistan’ın hem Vision 2030 hem politika hem de diplomasi alanındaki kararlarının ne derece mühim olduğu sorgulanabilir. Fakat birkaç bin kilometre uzaktaki bir ülkeye dikkat kesilmek de neyin nesi? Ancak durum sanıldığı gibi değil. Hem enerji hem de insan kaynağı bakımından Suudi Arabistan önemli bir ülke ve alacağı kararlar ve bu kararlara ilişkin gelişecek tepki mahiyetindeki adımlar bölgedeki herkesi yakından ilgilendirecek nitelikte. Ancak bölgedeki en ufak bir politika değişikliğinin bile enerjinin pahalılaşmasına ve bazı durumlarda da mezhep asabiyetine yol açma potansiyeli, durumu nazik kılmakta. Öyle olunca en ufak bir esintiye bile kulak kabartıp tabii mi yoksa suni mi olup olmadığına dikkat kesilmek sıradan oluyor. Suudi Arabistan’ı izlemek ve hakkında fikir üretmek son derece değerli bir çaba. Bu yüzden Türkiye’’deki ilgililerin Muhammed bin Selman’ı ve dolayısıyla Suudi Arabistan politikasındaki en ufak ayrıntıları bile takip etmesi gerekiyor.
Kral Abdullah’tan beri Suudi Arabistan’da iç dinamiklerden kaynaklı kimi hareketlenmelerden söz edilebilir. Bu hareketlenmelerin olgunlaşarak Kral Selman zamanında görünür olduğunu söylemek mümkün. İşin ilginç yanı yukarıdan beri işaret edilen hareketlenme ve alınan kararların ne kral ne de veliaht Prens Muhammed bin Nayif tarafından yapılmaması. Tüm bu kritik kararlarda imzası bulunan kişi ise kralın otuz yaşlarındaki en ufak oğlu Prens Muhammed bin Selman. Tabii bu genç ve enerjik prensin bunca önemli kararlar alması sadece bizim dikkatimizi çekmiyor. Kral Selman’ın tahta oturmasından beri tüm meraklı ve ilgililerin dikkatlerini üstünde topladığı bir gerçek.
Prens Muhammed’in, kralın kariyer sahibi ve deneyimli diğer çocuklarının yerine bu denli önemli kararlar alabilecek bir konuma gelmesi hem ülke içinde hem de dışında son derece dikkat çekici bir konu haline geldi. Burada uzun uzadıya prensin ağabeylerinin beceri ve niteliklerini sayıp dökmenin bir anlamı yok. Bununla beraber prense dönülecek olursa hakkında çok bilgi yok. Riyad’da okuduğu bilinmekte en azından. Bölük pörçük bilgilerden İngilizceyi ağabeyleri gibi akıcı konuşmaktan uzakta olduğu öğreniliyor. Bunun haricinde kişisel merak ve heyecanlarından da bahsediliyor. Şimdi kaynağını hatırlamıyorum ama Büyük Britanya’nın eski başbakanlarından Margaret Thatcher’ın genç prensin ilgisini çeken yöneticilerden olduğu not düşülebilir. Bu ilgi kuşkusuz Thatcher’ın yönetme becerisi, karar alma kudreti ve devlet idare sanatından kaynaklanıyor olsa gerek. Bu yüzden Prens Muhammed bin Selman’ın genel anlamda birkaç önceliğinin olduğunu kestirmek zor olmamalı. Öncelikle tüm girişimlerinden başarı ile çıkmak niyetini açık ediyor. Yanlış kaçmayacaksa eğer modern bir Suudi Arabistan inşa etmeyi kendisine hedef tayin etmiş olduğu anlaşılıyor. Bunu yapmak için hevesli ve aceleci. Diğer yandan kimi bakımlardan kendisine Adil el-Cübeyr gibi müttefikler bulmanın hayati bir şart olduğunun da farkında.
Prens Muhammed bin Selman bu genç yaşına rağmen ülkenin en önemli kurumlarında kontrolü elinde bulunduruyor. En mühim üç alanda söz sahibi olduğu söylenebilir. Genç prens bir yandan ekonomik dünya devi olan Saudi Aramco’yu yönetiyor. Bu alandaki neredeyse tüm kararlar bir meşveret heyeti varsa da kendisi tarafından alınıyor. Zaten Vision 2030’u finanse etmek için gerekli olan mali enstrümanları Saudi Aramco aracılığıyla oluşturmaya çalıştığı bilinmeyen bir sır değil. Diğer yandan prens ayrıca ülkenin savunma bakanı. Aşağıda da kısaca değinileceği üzere Suudi Arabistan’ın dört bir yandaki askeri faaliyetleri de bu yüzden prens tarafından sevk ve idare edilmekte. Böylece iki önemli idari görevinin yanında ekonomik ilişkiler ve mali varlık yönetimleri de bir şekilde Muhammed bin Selman’ın kontrolü altında bulunuyor. Oldukça fazla ayrıntı verilebilecekse de bu ve benzeri nedenlerden ötürü prens temel örgütlenme modelinde merkezi inşa etmesi bakımdan mühim bir karakter. Dolayısıyla attığı her adım kendisinden ve mensubu olduğu ailesinden daha çok Suudi Arabistan’ı ilgilendiriyor. Yapacağı en ufak bir yanlışın geometrik olarak önce ailesine sonra ülkeye en sonunda da bölgeye etkilerinin olacağını kestirmek zor olmasa gerek.
Bu yüzden ülkeyi ziyaret eden pek çok yabancı ülke heyeti protokol görüşmelerinin sonunda doğrudan prensle görüşmeler yapmaya gayret ediyor. Prens de bu imkanı kendi lehine kullanmanın peşimde. Hem ülke içinde hem de ülke dışında resmi heyetlerin dışında dini liderlerle görüştüğü de oluyor. Diğer taraftan Müslüman olsun olmasın yabancı ülke yöneticileriyle irtibat kurmaya gayret ediyor. Batı dünyası ve bunun kuvvetli liderleri ise prensin en önemli hedefleri arasında yer alıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı Donald Trump ile henüz görüşmediyse de görüşme için uygun ortamın oluşturulmaya çalışıldığı tahmin edilebilir. Muhtemelen bu görüşmeden sonra hem prensin hem de dolaylı yoldan da olsa Suudi Arabistan’ın yeni kararlar vermek durumunda kalacağı tahmin edilebilir.
Prense ilişkin ilk önemli istihbari değerlendirme Alman gizli servisi olarak bilinen BND aracılığıyla kamuoyuna sızdı. Sızdırılan bu bilgi notuna göre Suudi Arabistan’daki alışıla geldik durum hızla değişmekte ve buna ilişkin emareler ardı ardına gelmekte. Sanıldığının aksine Suudi Arabistan’daki politik ve ekonomik oyunlara Almanya fazlası ile angaje durumda ve olan bitenleri son derece yakından takip etmekte. Dolayısıyla durum sanılandan da fazla ciddiyet arz ediyor.
Genç prensin ajandasında üstesinden gelmesi yahut hata yapmaması gereken birkaç mesele yer almakta. Bu meseleler sırasıyla taht ilişkileri, ekonomi ve bu kapsamdaki Vision 2030, İran ile rekabet, özellikle Yemen’deki askeri faaliyetler ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan işbirliği birbirini takip etmek.
Prens, yukarıda da zikredildiği üzere kral olan babasının tahta oturmasının ardından, kritik kararların alınmasına ve adımların atılmasına yol açacak bir mevkiye getirildi. Özellikle taht sıralamasındaki bu manevra Suud klanındaki mevcut güç mücadelelerini alarm seviyesine geçirdi. Öyle ki bu mücadeleler ülke için belki diğer sorunlardan daha önemli ve öncelik arz ediyor. Kral Selman’ın, normal şartlarda [annesi ayrı olan], Prens Mukrin bin Abdülaziz’i veliaht tayin etmesi gerekirken ani bir kararla prensi makamından alıp veliahtlığa ikinci veliaht ve içişleri bakanı olan Prens Muhammed bin Nayif’i ataması ülke içinde şaşkınlığa sebep oldu. Ardından, ikinci veliaht olarak da oğlunu tayin etmesi hem aile hem de ülke içindeki daha başka bir tartışmaya yol açtı.
Ülkenin hakimi olan Suud klanı içinde her ne kadar büyük sıkıntılar henüz görünür olmuyorsa da işaretler de alınmıyor değil. İlk bakışta sorun gibi görünmese de ülkenin kurucusu Kral Abdülaziz bin Suud’un pek çok eşi ve bu eşlerden birçok çocuğunun olması bir nesil sonrasını sorunlu hale getirmiş durumda. bin Suud’un hasta yatağındayken hasıl olan aile içi bir kavgada oğulları olan kardeşlerin ellerini gövdesi üzerinde birleştirerek onlardan kavga etmemelerinin, etseler bile bunu dışarıya sızdırmamalarının sözünü aldığı söyleniyor. Öyle ki bu öğüdün aile içinde halen tutulduğu anlaşılıyor. Ancak bin Suud’un oğullarından devam eden soyunun 7000-8000 kişilik bir sayıya eriştiği bilinirse işin karmaşıklığı ve önemi daha iyi takdir edilebilir. Zaten ailenin içinde de alt klanların oluştuğu biliniyor. Özellikle hem taht hem de gücün devşirilmesi kapsamında Sudayri Yedilisi olarak da adlandırılan ibn Suud’un Necid’in önemli Sudayri kabilesinden olan eşi Hüsa bint Ahmed’ten olan erkek evlatlarının hesaba katılması hiç kuşkusuz bir mecburiyet. Aile içinde henüz açık edilmese bile politik bir güç olarak aile içinde başka bir aile gibi hareket eden Sudayri Yedilisi, bir başka tartışma konusu olarak gündemi işgal ediyor.
Belki de sırf bu aile içi ilişkiler ve taht oyunları yüzünden, yakın zamanlarda bunca önemli karar alınırken Prens Muhammed bin Nayif’e danışılmaması veliaht prensin Riyad’ı terk etmesiyle sonuçlandı. Belki bir dedikodu ama bu sıkıntı Riyad’da hemen yayılıvermiş durumda. Zira ne Yemen ne Suriye ne de diğer ekonomik konularda alınan kararlarda kendisine hiç sorulmaması karşısında bin Nayif’in bu tavrı tahmin edilebilecek bir tepkiydi netice olarak. Bunun sonucunda kendisine Saray’ın bile erişemediği, buna karşın ancak Washington’ın telefonlarına çıktığı artık bir sır değil. Ancak Prens bin Nayif’in sıradan bir kişi olmadığı hemen belirtilmelidir. Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerinin nitelik ve derinliği bu alandakiler tarafından bilinmekte ve önem verilmektedir. Kuşkusuz geçenlerde kendisine takdim edilen Tenet Madalyası’nın bunun en önemli işareti olarak telakki edilmesi gerekir. Zaten bin Nayif’in, Prens Mukrin’in yerine [ki annesi Yemenlidir] veliaht tayininde Amerika Birleşik Devletleri faktörünün çok önemli bir rol üstlendiği bilinmektedir.
Bununla birlikte aile içindeki muhtemel muhalefet akımlarına karşı önlemlerin alındığı da söyleniyor. Buna kanıt olarak da 2016 sonlarında Prens Türki bin Suud’un bir cinayet iddiası ile hakkında verilen hükmün infazı gösteriliyor. Genç prens hakkındaki bu hüküm ile aslında aileye bir gözdağı verildiği düşünülüyor. Öyle olunca Suudi klanının kendi içinde bir mücadeleye doğru evrilmeye müsait durumda olduğu izlenimi ediniliyor. Bu çerçevede taht mücadeleleri ayrıntılı bir biçimde ele alınmayı hak ediyor zaten.
Genel çerçeveden bakılınca gelişmeler Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan’da nispeten oturmuş taht hiyerarşisini baştan sonra değiştirebileceği ihtimalini akla getiriyor. Kimi analistlere göre Körfez ülkelerinde karşılaşılan aile içi değişimlerin bir benzerinin burada da yaşanma ihtimali hiç de az değil. Tabii bu durumda Suud ailesinin içinde nasıl bir tepkinin oluşacağını kestirmek hiç kolay değil. Zira Abdülaziz’in kral olamamış oğulları ve bu ukteyi içinde taşıyan torunları halen sağ ve her bir alt kuşak, aile içinde bir gücü temsil ediyor.
Prens Muhammed bin Selman’ın üstesinden gelmek zorunda kaldığı diğer bir konu ise diplomasi ve İran ile iki cenahta giriştiği mücadeleleri başarıyla sürdürüp sürdüremeyeceği meselesi. Suriye’nin, Suudi Arabistan’ın da içinde bulunduğu Sünni bloğunun plan ve hesaplarının çok uzağında bir gelişim içinde olması en azından krallığın Suriye’de İran’ın hedeflerinin ardında bir konuma düşmesine yol açtı. Suudi yönetiminin istekli ve mücadeleci girişimlerine karşın İran, Yemen’de olduğu gibi Suriye’de de bir ön almış durumda. Bu yüzden Suudi Arabistan’ın planlarını yeniden değerlendirmek durumunda kalacağını tahmin etmek mümkün. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni yönetimiyle etkili bir iş birliğine gireceğini varsaymak gerek. Fakat bu alandaki önceliği Suriye ya da Yemen’den hangisine vereceği oldukça hayati. Çünkü yanı başındaki Yemen’de hali hazırdaki durum aciliyet arz etmekte ve ülke için bir güvenlik açığına yol açmakta. Uzaktan pek fark edilemiyor olabilir ancak Yemen ile pek çok açıdan derin ilişkileri olan Suudi Arabistan’ın içine dahil edeceği tehlikeli gelişmeler Riyad’ın en son isteyeceği şey olmalı. Bu bakımdan krallığın Amerika Birleşik Devletleri ile yapacağı iş birliği pek çok bakımdan belirleyici olacak. Diğer yandan krallığın Rusya ile silah alımı üzerinde müzakare ettiği de not edilmeli. Son tahlilde dengeler mühim.
İran ile karşı karşıya gelinen alanlar sadece Yemen ve Suriye ile sınırlı kalmadığından, bu ülke, krallığın diplomasisinde merkezi bir rol üstleniyor. Bilhassa hac meselesi ve Suudi Arabistan’ın hacıların güvenliğini sağlama sorumluluğu ülkeyi İslam ülkeleri arasındaki konumunu nazik bir seviyeye taşıyor. Ayrıca hem Necran hem de Katif ve Dammam gibi doğu vilayetlerindeki Şii azınlığın durumu da Suudi Arabistan’ı zorlayan bir konum teşkil etmekte. Bu bakımdan İran ile ilişkilerin kırılganlığı, durumu, idare edebilmek bakımından zorlaştırmakta. İran’ı zor duruma bırakmak için petrol fiyatlarının üretim artışı ile bilinçli bir şekilde düşürüldüğü iddiası İran’ın Obama döneminde Amerika Birleşik Devletleri ile anlaşması neticesinde işlevsiz bir enstrümana dönüştü. Sonunda bunun zararı daha az petrol geliri yüzünden Suudi Arabistan’a dokundu.
Ekonomi ise krallığın sorunları üzerinde düşünmesine yol açacak denli derin ve etkili bir çerçeve oluşturuyor artık. Nispeten az eğitilmiş bir nüfus ve gelirlerin bolca sarf edilmesi neticesinde sorunlar ardı ardına gelmeye başladı. Hizmet sektörü de dahil pek çok alanda ekspat gücü üzerine bir sistem kurmuş olan krallık bu alandaki dengeyi de kendi vatandaşları lehine değiştirmek hedefinde. Buna kısasa Suudileştirme de denebilir. Bilhassa Vision 2030 kapsamında kadın iş gücünün çoğaltılması ve vatandaşların eğitilerek kalifiye hale getirilmesiyle krallığın ilerleyen yıllardaki rekabetçi becerisini artırılabileceği öngörülüyor. Aslında bu alanlarda da uzun uzadıya tartışmak icap ediyor. Zira mesela az önce değinildiği üzere kadın işi gücünün üretime kanalize edilmesinin bile kültürel kodlar yüzünden son derece zor bir hedef olduğu söyleniyor. Nispeten konforlu bir yaşama alışmış nüfusun etkin bir şekilde iş gücüne katılımın nasıl teşvik edileceği ise oldukça muğlak. Sübvansiyonlar ise ülkenin en büyük sorunlarından biri. Su ve ekmek gibi temel iaşe ve ibate giderlerinin devlet tarafından kısılmaya başlanması ülkeyi sıkıntılara sürükleyebilir. Ancak açık veren bütçenin kapanması ise başka şekilde mümkün olamıyor. Buna karşın daha geçenlerde Prens Muhammed bin Selman’ın kendisine son derece pahalı bir yat alması ise ülke gündeminin ilk sıralarına oturdu bile. Riyad gibi büyük şehirlerin arka mahallerindeki fakirlik ise büyüyerek artacak kapasitede. Bunun üstesinden gelmek ise yapmış olduğu külliyetli kişisel harcamalarına karşın hiç kuşkusuz prensin hedefleri arasında bulunuyor. Bunu çözmeden Vision 2030’u yaşama geçirebilmek prens için kolay olmayacağa benziyor.
Temcit pilavı gibi tekrarlanması hoş değil; ancak Suriye ve Yemen’de yaşananlar, buraları, değişimin ya da operasyonun görünür olduğu coğrafyalar haline getiriyor. Türkiye öyle ya da böyle kendisiyle alakalı olduğu için Suriye’deki nazik durumun farkında. Yine söylenmesi mezhep ayrımına işaret etmesi bakımından hoş değil; ancak Sünni bloğunun menfaatlerini bölgede teker teker yitirmesi, Suudi Arabistan’ı, dolaylı olarak 1979’dan sonra rakibi haline gelen İran karşısında geriletmiş durumda. Suudi kamuoyu bu durumun henüz farkında olmasa da elitler ve yöneticiler akıbetin hayırlı olmadığına ilişkin ciddi endişeler taşıyor.
Bununla beraber Suudi Arabistan’ı zor durumda bırakacak asıl ve en tehlikeli oyun sahası ne yazık ki Yemen. Suudi Arabistan’ın Yemen ile olan coğrafi, dini, kültürel ve ekonomik ilişkileri o kadar derinden ve yaygın ki burada yaşanacak şey ne olursa olsun Riyad’ı derinden etkileyecek. Türkiye’de kimsenin ilgisini çekmese de Yemen’deki çatışmalar ve insani kriz en üst seviyesine çıkmış durumda. Her ne kadar koalisyon güçleri dense de Suudi Arabistan’ın Yemen’de doğrudan çatışmalara taraf olması ve Husiler ile alenen savaşması aslında İran’la rekabet halinde olduğunu göstermekte. Yine Türk kamuoyunda henüz tartışılmasa da Suudi Arabistan’ın başını çektiği koalisyon güçleri Husilerce sürekli geriletiliyorlar. Hemen hemen güç geçmiyor ki ayaklarında lastik terlik ve bellerine sıkıştırdıkları futalarıyla sıradan Husi askerlerinin pusuya düşürdüğü ağır silah ve zırhlı Suudi birliklerinin zayiatlarına ait görüntüler ajanslara düşmemiş olsun. Keza Husiler bununla da yetinmeyip Necran ve Cizan bölgelerinde yer alan sınır boyundaki yerleşim birimlerine de saldırıp bölgede güvenlik gibi büyük korku ve zararlara yol açıyorlar. Yemen’de dünya kamuoyunun tanıdığı bir idare varsa da bu idare Yemenli Şiilerce tanınmıyor. Zaten Yemenli Sünniler de sahillerde yer alan Aden gibi bir iki şehirde sıkışmış durumdalar. Bu yüzden bahsi edilen yönetimin etkinliğinden söz edilemiyor. Suudi Arabistan yetkilileri için bu tür gelişmelerin bir değeri olmadığı tahmin edilebilir. Ama Suudileri asıl korkutan husus, savaş alanının Suudi Arabistan’ın içlerine, bilhassa doğu vilayetlerine, doğru sirayet etme ihtimali. Zira Husilerin ardı ardına sınırın çok ötelerine füze yollayabilme teknik ve lojistik becerilerine sahip oldukları görülüyor. Bir süre önce Mekke hedefli olduğu söylenen bir füzenin havada imha edildiği sonradan öğrenilmiş olsa da Hamis Müşayt şehrine daha geçenlerde düşen bir başka füze Suudi Arabistan yönetimini fazlasıyla endişelendirdi. Bütün bu şeyler aslında yeni Suudi Arabistan yönetiminin aldığı kararların sonuçlarıyla çok yakından alakalı. Eğer Suudi Arabistan’ın kabileler ve mezheplerden oluştuğu göz önünde bulundurulursa bu türlü girişimlerin neyle sonuçlanacağını kestirmek de zor olmasa gerek.
Yukarıda anlatılanların bir sonucu olarak, babasının tahta çıkmasının sonrasında aldığı kararlar ve uygulamaya koyduğu projelerle prens çok büyük riskler almış durumda. Taht ilişkileri, ekonomi ile bu kapsamdaki Vision 2030, İran’la rekabet, özellikle Yemen’deki askeri faaliyetler ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan işbirliği, üstesinden gelmek zorunda olduğu sorunlarla dolu. Bu yüzden bahsi edilen hususlarda yapacağı en ufak bir hata hem ülkesi hem de ailesi için onarılamayacak hasarları bünyesinde taşımakta. Öyle ki ülkeye ilişkin olarak epeydir kağıt üzerinde yazılıp çizilen ve tasarlanan muğlak gelecek senaryoları şimdiden piyasada kolaylıkla yer bulabilmekte. Bununla birlikte ayrıca ve özellikle, insan, uzun bir Prens Muhammed bin Selman değerlendirmesi yapmak istiyor; ama şimdilik öncelik Suudi Arabistan’daki taht mücadelelerinde ve tahta kimin geçeceğine ilişkin süren tartışmalarda. Çünkü Suudi Arabistan son tahlilde biraz Ortadoğu biraz da Amerika Birleşik Devletleri demek!