Mısır’ı koruyalım. Kazandığımız devrimi koruyalım. Alın terimizle ve şehiterimizin kanıyla iki buçuk sene içinde kazandığımız devrimi koruyalım. Benimle olanlar ve bana karşı olanlar, sakın devrimi bizden geri almasınlar. Hangi bahaneyle olursa olsun. Bahaneler çok. Devrimi nasıl koruyabiliriz? 25 Ocak devriminin hedeflerine ulaşması, hakkı ve hukukumuzu korunmanın bedeli olarak canımla sizlerin ve bütün çocuklarımızın hayatını korumak istiyorum. Bizden sonrakilere gelecek erkek evlatlarımızı, kızlarımızı korumak istiyorum. Çocuklarına anlatacaklar. “Sizin ecdadınız adamdılar” diyecekler. Hiçbir zaman haksızlığa boyun eğmeyin. Sakın aldanıp tuzaklara düşmeyin. Haktan ve hukuktan vazgeçmeyin.” Mursi’nin darbeden kısa süre önceki son konuşmasından cümleler.
***
Bölgenin diktatörlerine karşı demokrasi ve seçim talebiyle gelişen yasemin kokulu Arap Baharı Kahire sokaklarına 25 Ocak 2011’de ulaşmıştı. Hüsnü Mübarek gitmiş ülke ilk kez seçim yapmıştı. Seçimle gelen ilk cumhurbaşkanı Mursi’ye uygar dünya ve iç sistem bir yıl dayanabildi. Darbenin üzerinden altı yıl geçti ve Suriye cehennemi insanlara Mısır’daki kıyımı neredeyse unutturdu. İhvan-ı Müslimin ağır sömürge şartlarına karşı ahlaki bir güç olarak ortaya çıkmıştı. 1882’de İngilizler tarafından işgal edilen 1922’de görece biçimde bağımsızlığına kavuşan Mısır aslında kolonyal tasalluttan hiç kurtulamadı.
Darbenin akabinde yazmıştım. Muhammed Mursi iyi eğitimli iyi niyetli, halkı tarafından seçilmiş bir Mısırlı olarak iktidarı farklı eğilimlerden insanlarla paylaşmak istedi ama bu ona güç katar endişesiyle uzattığı el havada kaldı. Aslında birçok deneyim bize Batılı yönetimlerin İslam’ı güzel temsil eden, sivil süreçlerden gelen insanlardan hoşlanmadıklarını gösteriyor. Halkın teveccühünü kazanan, silahla işi olmayıp ilimle sevgiyle yürüyen fakat emperyalizme de geçit vermek istemeyen Müslüman profili istenmiyor. Batı’daki etkin mahfillerin kendi kültür ve medeniyetleri için bu insanları silahlı örgütlerden daha büyük tehdit olarak görmekten vazgeçmeleri gerekir. İnsanların birbirinden alıp verecekleri, ortaklaşacakları değerlerin önünü kapatmak ağır bir vebal. Mısır’da seçimi demokrasiyi benimsemiş Batı’yı kategorik olarak reddetmeyen, hiçbir komplekse kapılmadan yeri geldiğinde Batılı normları da kendine katan, eşit insanlar olarak göz hizasından diyalog kurabilen, insanlığın bütün tecrübesinden yararlanmayı bilen Müslüman liderler, topluluklar, Batı için eli kanlı örgütlerden neden daha tekinsiz? Çünkü bu, İslam demokrasiyle bağdaşır mı, Müslümanlar insan haklarına riayet eder mi, başkalarına hayat hakkı tanır mı gibi tartışmalarla insanlığı oyalamalarına en büyük engel. Seçimle gelmiş bir kişinin bir yıl içinde devrilmesinin, zamanın ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin “Ordu Mısır’da demokrasiyi rayına oturtmaya çalışıyor” sözünün başka ne açıklaması olabilir?
***
Ebu Gureyb, Guantanamo gibi tecrübelerin ardından Batı’nın demokrasi algısındaki ikiyüzlülük, entelektüel çoraklık ve insaniyetten uzaklık Mısır’da bir kez daha su yüzüne çıkmış, parlak evrenselci boyalar bir kez daha dökülmüştü. Batı’nın Ortadoğu’daki müttefikleri neden sadece ordular ve tiranlar? Körfezde neden sadece Şii-Sünni çatışmasını, ‘şeyhlikler’i, gerici, kadın düşmanı despotları destekliyorlar? Darbeden hemen sonraki kamuoyu yoklamalarında Mursi’ye destek yüzde 69’lara çıkmıştı Mısır’da. Tahrir Meydanı’ndaki despotizme de Mursi’ye de karşı olan farklı muhalifler de iyi sınav vermiş ve darbeye boyun eğmeyi reddetmişlerdi. Rabiatül Adeviyye Meydanı’ndaki binlerce insanın sivil silahsız onurlu direnişi insanlığın şeref vesikaları arasında.
Arkadaşlarıyla birlikte daha 22 yaşında bir öğretmen iken sömürge idaresinden kurtulup tam bağımsızlığa kavuşma mücadelesi veren Hasan el-Benna bunun ancak yeni bir ruhla olacağını savunuyordu. Bu da ancak İslam’ı doğru anlayan, hak ve adalet duygusu gelişmiş bir neslin yetişmesiyle mümkündü. Evlerde toplanıp tefsir kelam, kitap dergi gazete okuyan bir hareket. Son derece iyi eğitimli fedakâr barışçıl üyeleri, zalim yönetimlerin baskısı ve işkencesi altındayken bile silaha başvurmadılar. Garaudy’nin dediği gibi hayatla uyumlu çalıştılar ve insanın tekâmülü için emek verdiler. Adeviyye’deki duruş bu gelenek yüzünden çok sağlamdı.
Batılı müttefikler Cezayir’de, Filistin’de, Tunus’ta olduğu gibi burada da sandık konulunca dindar insanların seçilmesinden hayal kırıklığına uğruyorlar. ‘Her şey sandık değil’ sözü seçimlerde katılımın çok düşük olduğu ve seçilenlerin de yüzde 30’larla iktidara geldiği kimi Avrupa ülkeleri için telaffuz edilmiyor. Alınan oylar oralarda geçersiz ve yetersiz görülmüyor ama sıra Müslümanlara gelince sandık itibarsızlaşıyor. Tabii ki katılımcı çoğulcu daha iyi temsilin yaşandığı ileri demokrasi talepleri bütün dünya için çok kıymetli, fakat mesele standartların değişken olması. Mursi’nin şehadeti kalplerimizi paramparça etti. Fakat üzülüp sonra anısını tarihin dipsiz kuyusuna yollarsak vasiyetine ihanet etmiş oluruz. Üzerine titrediği devrim, inancımıza yaslanarak, kendi birikimimize insanlığın ortak deneyimini katarak, eşitliğin adaletin hakkaniyetin yolunu açmaktan ve bireyin temel haklarını teslim etmekten başka bir şey değil.