Akşam eve giderken üşümemek için adımlarımızı sıklaştırdığınız caddelerde, yol kenarlarında görürüz onları. Bazen buz gibi bir havada veya yağmur altındadırlar, bazen bir otobanda, trafiğin sıkıştığı yerde bulurlar bizi.Bilmenin yüklediği sorumlulukla yüzleşmemek için bazıları bakışlarını kaçırır onlardan. Ama hızla yanından geçtikleri kadınların, erkeklerin, çocukların bakışları yine de takılır zihinlerine. Bu yüzden de onlara ve onları “getirenlere” kızarlar. Bazıları ise elinden geldiğince kol kanat germeye çalışır onlara, saygı duyar ve sorumluluk hisseder. Soğuğa, açlığa ve ayrımcılığa karşı onların yanında durur.Aslında eski bir hikâyedir yaşanan. İnsanlık tarihi boyunca insanlar çeşitli sebeplerle evlerini, yurtlarını terk ederek başka diyarlara, başka ülkelere savrulmuşlardır. Ve yine insanlık tarihi boyunca, gittikleri yer yerde bazıları insanca davranmıştır onlara, bazıları horlamış, aşağılamış, ezmiş, katletmiştir.İki tutum, iki farklı ahlak anlayışını gösterir bize. İnsan onuruna yaraşır bir dünya ile “insanın insanın kurdu” olduğu bir dünya arasındaki farktır söz konusu olan. İnsanın nerede olursa olsun hak sahibi bir varlık olduğunu söyleyen bir hukuk ile “hukuk egemenin yaptığıdır” diyen bir “hukuk” arasındaki çatışmanın galibi belirler sığınmacının kaderini.İşte tam da bu yüzden, sığınmacıların haklarını korumak için verilecek mücadelede, onlara yönelik olumsuz yaklaşımları kınamanın ötesine geçerek, bu olumsuz yaklaşımlara kaynaklık eden ön kabulleri tartışmak ve mahkum etmek önemlidir.Sığınmacılar hak sahibi bireylerdir
* Sığınmacılık iradi bir durum değildir. Tercih edilmiş değil, mecbur kalınmış bir durumdur. Unutmamak gerekir ki insanlar evlerinden, ailelerinden, hayatlarından, gündelik ilişkilerinden koparak kitleler hâlinde başka ülkelere, hiç bilmedikleri coğrafyalara gönüllü olarak savrulmazlar. Ve ülkesini terk etmek ve çoğu kez dilini bile konuşamadığı bir ülkedeki kamplarda veya sokaklarda yaşamak kimse için kolay değildir.
* Sığınmacıları kabul etmek bir lütuf değil ödevdir. Hem ahlaki bir ödevdir, hem doğal /tabii hukuktan, hem de evrensel hukuktan kaynaklanan bir ödev. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 14. maddesinde “Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır” diyerek, doğal hukuktan kaynaklanan bu hakkı tanıyarak, bu hakkın neredeyse dünya üzerindeki tüm devletlerin pozitif hukukunun bir parçası olmasını sağlamıştır.
* Sığınmacıların durumu, ülkeye faydasından ya da zararından bağımsız olarak ele alınması gereken bir meseledir. Yani onların geldikleri ülkeye kattıklarının ne olduğu, kattıkları değerler ya da bir şeyler katıp katmadıkları ikincil bir meseledir. Yaşama hakkına yönelik ağır bir tehdit söz konusu olduğunda bunun iktisadi değerini, maliyetini, getirisini-götürüsünü sorgulamak yanlıştır ve konuyu bir fayda-mâliyet analizine tâbi tutmadan değerlendirmek gerekir.
* Esas olan yaşama hakkı tehdit altında olan insanların güvenlik içinde olabilecekleri bir limana sığınabilmeleridir. Acil ve öncelikli olan budur. Suriyeli sığınmacılar için de geçerli olan budur, diğerleri için de.
* İnsanın ahlâki, dini ya da başka bir motivasyonla, empati, rasyonel ikna veya sezgi gibi yollarla başka insanların durumlarını anlamaları mümkündür. Bu bağlamda başka bir durumda hepimizin mülteci olabileceği gerçeğini kabul etmek gerekir. Ama asıl erdem, insanın böyle bir duruma hiç düşmeyeceğini bilse bile, -ki asla bilemez- onun hukukunu savunmaktır.
Sığınmacılar sığındıkları ülkeye değer katar Sığınmacıların, geldikleri ülkede işsizliğe sebep oldukları veya o ülkenin kültürünü bozdukları gibi yakınmalar, onlara yönelik ayrımcı ve dışlayıcı tutumların en yaygın ortak dayanağıdır. Ve başka pek çok yaygın ve basmakalıp yargı gibi temelsizdir.Hiç kuşkusuz yaşama hakkının ciddi bir tehdit altında olması ve uluslararası yükümlülükler esastır ve bu tür yargılar doğru olsa bile, sığınmacı haklarını ihlali meşrulaştırmaz. Ama herkes aynı ahlaki ve hukuki motivasyonlarla bakmadığından dolayı, onları ikna edebilmek için, aslında sığınmacıların iktisadi (maddi) bakımdan da uzun vadede faydalı olduklarını ispatlamaya çalışmak pratik bakımdan faydalı olabilir.
* Sığınmacıların geldikleri ülkeye kattıkları ilk bakışta göze görünmeyebilir. Ancak unutmamak gerekir ki gelen insanların önemli bir bölümünün de meslekleri de vardır ve o meslekleri de icra edebilirler. Bu bağlamda bir ülkeye gelen yeni insanlar, yetişmiş insan gücü olarak o ülkeye bazı değerler katarlar. Bir tıp doktoru da sığınmacı olabilir.
* “Geldiler işsizliğe sebep oldular” denen insanlar, aslında tam tersine, iktisadi bakımdan bir kazanımı da temsil edebilirler. Dünya’nın birçok ülkesi, batılı gelişmiş ülkeler de aslında bu anlamda kayıt dışı bir iş gücüne sahipler. Buna bilerek göz yumarlar çünkü iktisadi bakımdan onların düşük ücretlerle çalışması, üretilen malların maliyetini de düşürür. Dolayısıyla iktisadi açıdan bir kazanım söz konusudur.
*Somut olarak bazı iş alanlarında emeğin fiyatını düşürebilir, örneğin bir “ayakkabıcılar sitesindeki” çalışanlar açısından Suriyelilerin çalışması ücretleri düşürüyor olabilir; ama ayakkabı tüketicisi açısından ve toplamda ülke ekonomisi açısından bakacak olursanız bu maddi bir kazançtır.
* Bir başka boyutu ise bir ülkenin izlediği bu türden politikalar, onun dünyadaki saygınlığını arttırır ve orayı cazibe merkezi kılar. Yani çok muhtemeldir ki Erdoğan veya Türkiye Hükümeti Suriyeli sığınmacıları kabul ederken bunu iktisadi bir kazanç kaygıyla yapmamış, bundan bir kâr öngörmemiş, tersine, belki iktisadi kaybı da göze alarak, insani veya dini bir motivasyonla hareket etmiştir. Ama insani bir motivasyonla iktisadî kaybı göze almak, şaşırtıcı bir şekilde, size iktisadî bir kazanç olarak da döner.
Hayat karmaşık, gerçekten çok karmaşık bir olgudur. Ve siz bütün bu karmaşıklık içinde bir sonraki adımın, etkinin nasıl bir tepki doğuracağını kestiremeyebilirsiniz. Burada o yüzden adil davranış kodlarını izlemek, doğru davranış kurallarını izlemek çok önemlidir. Doğru davranış kurallarını izlemenin amaçlanmamış olumlu sonuçları vardır. Yani siz doğru bir şey yaptığınız zaman hiç farkında olmadan, hiç öngöremediğiniz hâlde o size fayda olarak da döner.2003 yılında ABD, Irak’ı işgal edecekti ve Türkiye’den topraklarını kullandırması için izin istemişti. Türkiye bu izni vermemiş ve o günlerde bu yüzden ülkenin iktisadi açıdan çok büyük bir yıkım içine gireceği iddia edilmişti. Ama öyle olmadı. Türkiye’nin tüm İslam coğrafyasında popülaritesi artı, etkili bir bölgesel aktör olma yoluna girdi ve Arap sermayesini de kendisine çekti. Ve belki de Yunanistan’ın, İtalya’nın içine düştüğü borç krizine düşmemesine de bu tutumu sebep oldu.‘Mülteciler hoş gelir’İngiltere’de, 2002 senesinde, küçük bir hediyelik eşya satan dükkânın önünden hızla geçerken dükkânın kapısına yapıştırılmış bir çıkartma gözüme çalınmıştı. Üzerinde “Refugees welcome here” (Mülteciler hoş geldi sefa geldi) yazıyordu. İçerde kimin olduğunu görmedim, bilmiyordum ama kardeşim olduğunu hissetmiştim hiç tanımadığım o insanın. Bugün de öyle hissediyorum.Mültecilere yönelik hüsnükabul, “Mülteciler Hoş Gelir” yaklaşımı, bir ülkeyi insani, siyasi ve iktisadi bakımdan zenginleştirir. O ülkede yaşayan insanların özsaygılarını ve birbirilerine saygılarını artırır, beraberliklerine ilave moral/ahlaki bir anlam yükler.Bu bakımdan son dönemde Türkiye’nin Suriyeli ve Êzidi sığınmacılara ilişkin politikası, sığınmacılardan önce bu ülke vatandaşlarının kendilerine yaptıkları iyilik olarak değerlendirilebilir. Türkiye’de toplumun ve hükümetin sığınmacılarla dayanışma adına sergilediği çabanın ahlaki bakımdan ülkeyi yükselttiği, sosyal bakımdan zenginleştirdiği ve iktisadi bakımdan da refahına katkı sağladığı tespiti yapılabilir. Kış 2014, Sayı 29 / Dernekler ve Sivil Toplum dergisi