Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINarin davasının hakimlerine açık mektup

Narin davasının hakimlerine açık mektup

Bir hırsız elindeki mücevher dolu çantayı gömdüğünü itiraf ediyor ve size bu çantadakileri ben çalmadım başkası çaldı bana saklamam için verdi diyor ve sizler de sırf medya soytarılarının hışmına uğramamak için buna inanmış gibi mi yapacaktınız? Bunca insan, bunca medya hepsi mi budala canım, elbette biz de aziz milletin sesine kulak vereceğiz demeyin sakın, evet bunca insan yanılabilir, hep yanıldılar ve yanılacaklar.

Şimdi bir ölüyüm ben, bir ceset, bir kuyunun dibinde. Son nefesimi vereli çok oldu, kalbim çoktan durdu, ama alçak katilim hariç kimse başıma gelenleri bilmiyor. O ise, iğrenç rezil, beni öldürdüğünden iyice emin olmak için nefesimi dinledi, nabzıma baktı, sonra böğrüme bir tekme attı, beni kuyuya taşıdı, kaldırıp aşağı bıraktı. Taşla önceden kırdığı kafatasım kuyuya düşerken parça parça oldu, yüzüm, alnım, yanaklarım ezildi yok oldu; kemiklerim kırıldı, ağzım kanla doldu.

Orhan Pamuk – Benim adım kırmızı 

      Bundan 2000 yıl önce takvimimizin henüz başlarında İsa Mesih’e çivili sopalar , kancalı kamçılarla işkence ettiler ,  göklerin krallığından söz eden bu iyi niyetli adama  yahut da tanrının oğluna başına dikenlerden bir de taç kondurdular  ve ertesi gün vali Pontis Pilatius’un huzuruna çıkarmak için zindana savurdular. O gece Pontis Pilatius’un eşi bugün katoliklerce olmasa da ortodokslarca azize kabul edilen karısı Claudia Procula vali kocasına ; O’nu affedemez misin diye merhamet dilendi. Pontis Pilatius İsrailoğulları’nın yeni bir isyanında İmparator Agustus’un kendi kellesini  alacağını söyledi , makamı ve adalet arasına sıkışmıştı.  Ve nihayet o gün geldi Pontis Pilatius’un yanıbaşına  diktiler Mesîh’i , kan revan içindeydi, kindar kalabalık toplanmıştı ; işte bu had bilmez’in hal-i pür melali dedi Pontis Pilatius , yetmez mi? 

Yetmez! rabinler bir ağızdan  haykırdılar  , asıl isteklerini çığırdılar; Çarmıh! ….

      Sayın Hakimler ,Muhterem Yargıçlar gururunuz her nasıl okşanacaksa öyle hitap etmek isterim risk almak istemem  zira bu konudaki son yazımdır , tüfeğimdeki son fişektir bu . Doğrusu muhterem misiniz,  muteber bir yanınız var mıdır bilemem. Belki de şimdi bulunduğunuz makamlara muhtelif torpillerle geldiniz . Belki de alınteriyle geldiniz ama yaptığınız tek şey bir kaç sınavı atlatıp etliye sütlüye karışmadan hakim olup , bu hayatta Hakim beyler geldiler  hakim beyler gittiler’in  bir kaç şoförde , mübaşirde yarattığı geriliminden   haz almaktı gayeniz bunun için çabaladınız  ve karşılığını da aldınız. Mübaşir de şoför de polis de  katip kız da endişeli müsterih olun başardınız. Ama Belki de böyle değil , ihtimaldir ya  taa çocukluğunuzda bu hayatta zorbalığın adaletsizliğin ne kadar kötü ne kadar nefes kesici bir şey olduğunu farkettiniz ve taa o yıllardan emek verdiniz  ve şimdilerde her sabah aynanın karşısında gömleğinizi iliklediğiniz o  gırtlağın yutkunmasını gören mahkumun endişesinin artıp azaldığını hissedecek kadar hassas ciddi hukuk insanları oldunuz.  adaleti sağlamak vazifesinin ağırlığı bağrınızda bir mezar taşı gibi bir baskı yapıyor ve sizler son raddeye  kadar ciddiyetle bin düşünüp bir söylüyorsunuz . Verdiğiniz hükümlerin , hayat bağları ve ilişkileri  pamuk ipliğine bağlı  olan zanlılar hakkındaki hükümlerinizi  kıl tartan teraziden  geçirmenin getirdiği soylu bir ferahlıkla yaşıyorsunuz. Böyle kimseler olmanız ne güzel olurdu,  böyle hakimlerin olduğu bir ülkede insanlar  geceleri ne güzel uyurdu  . Sizi öğrenmeye gayret etmedim  doğrusu etsem bu yazıyı yazacak  pek mecalim  de kalmazdı  ,  belki de daha kamçılardı .  Gördünüz ya ,önyargı ne kadar kötü bir şey  değil mi  Sayın Yargıçlar ! Paragrafın başındaki küçümseyici varsayımlardan kaşlarınız çatılırken bir anda soylu gayenizden söz edince yüzünüzde ulvi bir aydınlanma oldu , yüreğiniz şekerlendi. Evet çok kötü şey şu peşin hükümler, dünyanın  bilinen en akıllı adamına göre atom fiziğinden bile müşkül bir işmiş bu . 

    Yine de  en iyi ihtimale meyledelim ve bu soylu hikayeleri ,bu kıymettar romanlardan paha biçilmez alıntıları hakkeden ademoğulları olduğunuzu  varsayarak asıl meselemize gelelim.

      Sizin önünüze bedenleri kan revan içinde olmasa da dünyaları darmağın bir aile attılar bu ailenin adı Güran Ailesi. Bunların bir elebaşı var,  “zalim “ bir muhtar;  Salim .  Bir isa mesih değil fakat İsa Mesih’in bize öğütlediği gibi , fahişe taşlama heveslisi havarilerine öğütlediği gibi ilk taşı masum olanımızın atması gereken biri kadar suçlu  yani hepimiz kadar suçlu hepimiz kadar masum . 85 milyonun pir u pak yekûnunun neredeyse komple taşladığı bu Muhtar’ın en büyük suçu yattığı hayat kadınları ve bir kaç kaçak elektrik işini  kendince örtbas etmek için sildiği mesajlar imiş ha bir de Narinler düğüne cümbür cemaat Muhtar’ın arabasına binip giderken sağ arka koltukta bulunan Narin’den kopmuş bir saç telinden alınan  DNA imiş  .  Daha önce yazdıklarımızdan haberdarsınız ya da değil  lakin biz yine de en kilit şeyi  tekrarlayalım , bütün bu  hadise  nasıl arap saçına döndü , eninde sonunda nasıl adına iddianame denen 14 sayfalık metne dönüştü son bir defa olmuşu  irdeleyelim. Evvela defalarca yazdığımız gibi  herşey Salim Güran hakkındaki uyduruk asılsız benzin istasyonu yalanındaki Facebook postuyla başladı. Bu postta Narin’in Annesi de  vardı ,bataniye de ,ön koltuk da araba da ve tabi Salim de. Bütün bu yalan fırtınası bunun üzerine kuruldu Sayın Hakimler ,narin birşeyler gördü ve öldürüldü  yalanın membaıı bu Facebook gönderisi , medya aracılığıyla koca bi ülkeyi bu akıl tutulmasına sürükledi. Zaten medyanın pamuklara sarıp sarmaladığı hakiki muhtemel Katil Nevzat’ın ilk ifadesinde bu postun  birebir aynı ana detayları görebilirsiniz. Can havliyle Nevzat’ın ilk sarıldığı şey bu Facebook yalanıydı. Bugünlerde  olay yeri inceleme görüntüleri ortaya çıkınca bu adam çok akılsız , bu kızı öldürmüş olamaz  yahu ! diyen aklı evvel ahalimizin 8 yaşında bir kızı öldürüp gömmeyi akıllı kişi işi mi demek ister benim aklım pek ermedi doğrusu. Herneyse   her şey  bu kadar berrak iken Savcı Bey bir hukuk adamının yapması gerekeni yapmadı ve topu size attı.

Bu iddianame açıkça Nevzat’ın son ifadesine dayanıyor ama buna dayandığını söylemeye de cüret edemiyor.Bütün bu utangaçlığın sebebi de  malum , zira  Savcı Bey apaçık çelişkiler içindeki  bir yalancının her dediğini baz  almamayı kurnazca bu işten sıyrılmanın bir yolu gibi seçmiş . Mahkeme de  Savcı Bey’e elbette;  Nevzat’ın her dediğini aldın da neden katil dediğine katil diye  yazamadın diye soracaktır  !   Sayın mahkeme Heyeti sorumluluğu size   atıp kendini medyanın hıncından kurtarmaya çalışan bu Savcı Bey’e bu minik bencilliği için biraz sitem edersiniz diye ümit ediyorum. Vereceği cevabı çok  da merak etmekteyim;  her ifadesine güvenemeyiz ama bu işten sıyrılmam için  Nevzat’ın bazı iftiralarını iddianame diye önünüze sunmaktan başka çarem yoktu mu diyecek yoksa siz de benim gibi açıkgözlük edin ,  basın cezayı Yargıtay’a şutlayın  gitsin , amma da uzattınız mı diyecek ! 

   Savcı Bey’in iddianamesine göre Salim Güran çingenelerin kırmızı bir arabadan söz ettiğini jandarmaya bildirmiş bu ihbarın gayesi  güya Nevzat’ı çaktırmadan  ele vermekmiş  .Kendi adını verme ihtimalini umursamadan böyle bir ahmaklık yapmış ! Köyün hemen dibindeki dereye gidip gelmesi de şüpheliymiş. Kızı arasalar suç aramasalar kabahat bu şeytani çarıklılar ne yapmalıydı mesela , aramalar esnasında bir öneriniz var mıydı,  bağışlayın unutmuşum ; aslında  3. Gün aramalara katılmaları yasaklanmıştı köylünün ama pespaye medyaya göre elbette öldürdükleri kızı aramaya pek heveskar değillerdi !  Etrafında dere ve su kanalı olan bir köyde kayıp bir çocuk için  bu iki yerden daha müphem bir mekan olabilir mi ? Ara ara buralara köyün ve ailenin reisinin uğramasının nesinde bir suç emaresi gördü savcı bey takdiri size bırakalım. 

 Organize cinayet  nasıl kof olduğunu  sadece Anne  ve Enes’in  ifadelerine bakarak görmeniz  de kafi , her ikisi de Salim lehine konuşmamakta, kim ne biliyorsa anlatmış  vaziyette , Enes , Nevzat ; Salim’in emir eri neredeyse  hatta neredeyse uşağı derken Salim’in nesini korumaya çalışmakta sayın Haim Beyler! 

Keza Nevzat’ın ifadesini baz alan bu iddianamede Enes’e istenen cezaya dair akla yatkın bir yanıt var mı ,8 yaşındaki narin “ namus “konusunda 20 yaşındaki erkek oğuldan daha hassastı bunu mu iddia ediyor Savcı Bey !

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür derler   3 aydır tek tek çöken yalan silsilesine de bakalım mı biraz sayın  Hakim Beyler: 

. Benzinci iddiası,  yalanlandı

. Terlik narin’e ait anne yanıltıyor iddiası ,yalanladı

. Halılar yıkandı iddiası ,yalanlandı

. Tedbir için Tuşlu telefon kullandılar iddiası , yalanlandı

. İmam işin içinde  iddiası , yalanlandı

. Ramazan kız öldü mü yaşıyor mu ses kaydı  iddiası, yalanlandı

. Patates hatlar iddiası , yalanlandı

. Jandarmayı yanıltan işbirlikçiler 6 yaşında  iddiası, yalanladı

. Cesed daha hızlı çürüsün diye DSI de çalışan aile üyesi suyun debisini ha     bire yükseltti iddiası ,yalanlandı

. Evlere kameralar takılıydı söylemediler iddiası, yalanlandı

. Narin Salim’in öz kızı iddiası , yalanlandı

. Narin DNA’sı ön koltukta ve direksiyonda iddiası ,yalanlandı 

. Köy Hizbullah köyü iddiası , yalanlandı

. Köyde cephane çıktı  iddiası , yalanlandı

. Salim,  jandarmayı yanılttı kırmızı arabadan  hiç söz etmedi iddiası  , yalanlandı

Bu hudutsuz yalan zinciriyle ilgili bahsi şahsi bir anektodla kapayalım; birgün  benim bu meseleye takıntımın gayet bilincinde bir arkadaşımdan  mesaj aldım; bak gördün mü işte aileyi canhıraş  savunup durdun,  şimdi CNN TURK isimli kanal son dakika haberi geçiyor : adli tıp raporuna göre ,narinin gırtlağından gelen ölüm sıvısı Salim Güran’ın eline ordan da direksiyona bulaşmış…evet değerli yargıçlar aynen böyle dediler ,adli tıp literatürü için yeni bir terim icat ettiler adına ahmak kitlelerini tahrik etmek için Ölüm sıvısı dediler…Ölüm sıvısı…

  Ben sizleri  vicdana merhamete değil ekmeğinizi varınızı yoğunuzu borçlu olduğunuz asıl işinize muhakemeye  yani akla ve izana daha somut ifadeyle hukuka davet ediyorum ve sizlere şu soruyu sormak istiyorum, eğer bu narin yavrucağın  cesedi 19 gün sonra değil de 2 gün sonra bulunmuş olsaydı ve medyanın reyting  sosyal medyadaki şaklabanların da etkileşim ve tıklanma uğruna köydeki  bilmem kaçlı fantezist senaryoları olmasaydı ve Nevzat bu ifadeyi verseydi O’na inanır mıydınız? 

Bir hırsız elindeki mücevher dolu çantayı gömdüğünü itiraf ediyor ve size bu çantadakileri ben çalmadım başkası çaldı bana saklamam için verdi diyor ve sizler de sırf medya soytarılarının hışmına uğramamak için buna inanmış gibi mi yapacaktınız? 

   7 Kasım günü mahkeme önünde muhakkak  bir tantana  emsalsiz şamata göreceksiniz, sayısız antenli araçlar, hak hukuk  adaletin temsilcisiyiz goygoyculuğu  adına aileye  linç davetine icabet etmiş 50 kadar baro, belki telefonlarınızda bakan beylerden bir sürü telkinler,  türlü türlü soytarılıklar görülmemiş bir curcuna olacak .  Bunca insan bunca  medya hepsi mi budala canım , elbette biz de aziz milletin sesine kulak vereceğiz demeyin sakın, evet bunca insan yanılabilir hep yanıldılar ve yanılacaklar,  milliyetçi damarınıza basmış olmayayım   ama Ali Nesin’in yalancısıyım ;  Türkiye’nin %90’ı Türkiyenin % 60’ının aptal olduğuna inanıyor. Dedim ya alınmaya gerek yok Türkiyenin cehaleti ve aptallığı gecikmiş olsa da bugünlerde adaleti bulmuş memleketler de benzer yollardan yüzyıl  evvel geçtiler . Sizler için en bilindik hadise Dreyfus olayı. Size bunu daha bu işlerin başında ders olarak okuttular ön kabulüyle yazıyorum bu mektubu. İstikbalde iletişim ve hukuk fakültelerinde bu ibretlik olay ders olarak okutulduğunda isimleriniz orada olmasın istiyorsanız bu dostane mektubu hüsnüniyetle okumaya devam ediniz.

İstirham ediyorum Sayın Hakimler ,manipülatif suallerin esaretinden kurtulunuz,  ortada başarıyla örtülmüş bir cinayet şebekesi filan yok ortada maharetle örtülmüş bir  organize kötülük yok . 

Bir öğlen sıcağında Diyarbakır’ın  bir  merkez köyünde bir Vahşi   , evininin önünden  neşeyle seke seke geçen bir yavrucağı ,ağustos böceklerinin insanı uyuklattığı  ,sersemlettiği o en dingin vakitte  alıp boğdu , o lanetli dereye gömdü  üzerine taşlar koydu, işte bütün olan buydu.  Bilmiyorum demek bildiğini kurnazca saklamak değildir sayın hakim beyler,  bazan sahiden görmeyiz duymayız bilmeyiz !

    Elalem ne der diye hukuk olmaz Sayın Hakimler  ,o cübbeyi sırtınızı sıcak tutmak için giyinmiyorsunuz !

Maalesef Türkiye’de bugün artık yargı erkinin hiyerarşinin arasına sıvışıp girmiş olan  bir  de sosyal medya ucubeliği var  ve bu kontrolsüz deliliğe yakın tarihte şahit oldunuz  , bu zıvanadan çıkmış histerik sürü mezar bile açtırdı böyle de kudretli konumdalar. Şimdi kıymetli bakanlarımız bir kaç gün bu delirmiş maymun klanının lincine maruz kalmasın diye sizler inanmadığınız ,vermek istemeyeceğiniz kararlara belki zorlanacaksınız. Vaziyetiniz bana sadece Pontis Pilatius’u değil Reşat Nuri’nin ceberrut ittaatçıların zorbalıklarına maruz kalan Kaymakam Halil hilmi bey karakterini  de  hatırlatıyor ,Halil Hilmi Bey hertürlü horlanmayı sineye çekişinde       

bir başıma kalsam şeh-i devrâna kul olmam

vîrân olası hânede evlâd u ıyâl var   

beytine sığınırdı. Elbette  evde  bekleşen evlad-u  iyal  yabana atılır gibi değil lakin vicdan ve adalet de şu daracık beyite sığacak gibi değil sayın hakimler. Sizinkiler evlad-u iyal de elalemin ki değil mi! Hem  başınıza hukuk’un gereğini yerine getirdiniz diye öyle aman aman işler de gelecek değil  daha Kürt olan  daha Doğuda olan bir şehir varsa o da İran topraklarındaki Kirmanşah sizi oraya sürecek değiller herhal.  Bizi bunlarla aldatamazsın biz bize en kolay geleni yaparız derseniz emin olun bunu yaptıktan sonra sosyal  ve konvansiyonel medyadaki kepazelerin   bir kaç günlük  büyük övgüsüne mazhar olacaksınız  , işte yüce Türk adaleti tecelli etti ,varolsun hakimlerimiz ! diyecekler. Fakat fazla böbürlenmeyin yine  aynı millet önlerine adalete itimadla ilgili anket konulduğunda yüzde 90 oranında sizlerin güvenilmez olduğunuzu işaretlemekten de geri durmayacak . Narin bir şeyler gördü ve öldürüldü dedikodusu üstüne bina edilmiş bu çürük dava böylece sizin açınızdan kapanacak dertsiz başınıza dert almamış olacaksınız.  Her şey bu kadar kolay olmuş bitmiş olacak!

    Bir de zor olan var onu da anlatmama müsade edin, Türkiyen’nin yaşayan en büyük yazarı Orhan Pamuk’un bahsettiği  ve yukarıda alıntıladığımız alçak katilin geçtiği sayfada  maktulden başka bir cümle daha var şöyle der ;meğerse hayatım sonsuzluğa uzanan  iki karanlık arasındaki bir ışıktan ibaretmiş… Evet saygıdeğer hakim beyler hayat dediğimiz şey bizler için böyle , eğer sizler mümin kimseler iseniz  sizler için belki ışığın devamı da vardır  , herhalukarda  bu sonsuzlukta adil olmayan birşeyler yapmak dünyevi konforumuz için  vicdani yahut   ahlaki olmasını da  kenara itelim kanımca   pek akıllıca da değil .  Biz ne kararlar verdik bize vız gelir bu iş ! derseniz ben buna  pek ikna değilim, yavrusu vahşice katledilmiş bir anneye ağır müebbet yahut da beraat, bu keskinlikte bir davayla yüzleştiğinize de asla inanmam , bu öyle yabana atılır bir dilemma değil.  Biz bu kararı veririz nasılsa Yargıtay düzeltir  diye de kendinizi sakın ha  kandırmayın , yıllar geçer cezaevi hücrelerinde insanların kalpleri durur, beyinleri kanar, organları kanserleşir ,türlü türlü felaketler bekler mahkumları…Bu da sırtlanacak yük değil , dışardakilerin viran olacak hayatlarını hesaba katmıyorum bile. Yine de biz bildiğimizi okur bu sosyal medya ve medya pespayeliğinin gönlünü hoş edeceğiz derseniz biliniz ki o şarlatanlar 3 gün sonra üzerinde tepinecek  başka meşgaleler bulur ama bu meselenin size getireceği vicdani yükün gölgesi hayatınızı sarmaya devam eder , yerli yersiz bir hortlak gibi belirecek bu adaletsizliği kah bir pazar kahvaltısının tabağında peynire konmuş bir tiksinç sinek sıfatında  kah bir deniz manzarasına dalıp o en dingin anda huzura ramak kalırken sudan bir balina cüssesinde fışkırır gibi göreceksiniz  , yıllarca aklınıza düştükçe keşke o gün hukukun gereğini yapsaydık diye dövünecek , içleneceksiniz  .   Bu yeryüzü denen yerde huzur ve saadet diye  bir şey varsa buna vicdan azabından daha aşılmaz ,eskimez ,çürümez  bir engel yoktur bilesiniz. 10 yıl geçer 20 yıl geçer herkes unutur ama siz hatırlarsınız;  bir zamanlar Diyarbakır’ın bir köyünde ağustos ayının bir ikindi vaktinde  bir kızcağız öldürülmüştü diye başlarsınız hüzünlü hikayenize…

- Advertisment -