Milli Görüş geleneği 90’ların dindar muhafazakar dünyasının ‘yenilikçileri’ karşısında kesin bir yenilgiye uğradıktan bu yana, kimsenin Refah-Fazilet çizgisinden söz ettiği yoktu. Küresel ve post modern dünyanın demokratik arayışlarının farkında olmayan, genç kuşakların beklentilerini es geçen, epeyce ‘eski’ kalmış nostaljik bir yaşlı kuşak duruşu ötesinde, ülke siyasetinde hükmü bulunmuyordu.
Ama son birkaç haftanın siyasi atmosferine ve sosyal medyasına bakarsanız, o geleneğin şu anki temsilcisi Saadet Partisi’nin (SP) seçimlerin ‘kilit partisi’ olması bekleniyor ve henüz bir buçuk yıllık Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da en ilginç ve özgün düşünce insanlarından biri olarak kabul görüyor.
Bunda Karamollaoğlu’nun kişisel özelliklerinin payı olduğuna kuşku yok. Sağduyulu bakışı, zekice değerlendirmeleri ve yumuşak üslubu belki de uzun zamandır toplumun aradığı nitelikler. Öte yandan savunduğu görüşler de bir süredir ‘piyasada’ iyi temsil edilemeyen ilkesel siyaseti gündeme taşıyor. Karamollaoğlu güçlü bir Meclis’e sahip, yürütmenin gerçek anlamda denetlendiği, yargının hükümetin etkisinde olmadığı bir başkanlık sistemini ve siyasetin araçsallaştırılmadığı bir yönetim anlayışını savunuyor. Türkiye öyle bir noktada ki henüz on yıl önce AK Parti’nin yaklaşımını izah eden bu bakış, bugün Karamollaoğlu’yu ‘özgün’ bir siyasi ses haline getirmiş durumda.
***
Kıssadan hisse, siyasetin boşluk kaldırmayacağıdır… Bir ülkede iktidar ve ana muhalefetin aynı anda toplumsal dinamiklerin ‘ruhunu’ elinden kaçırması halinde, ufak bir partinin o ana dek önemsenmeyen lideri birden umut ışığı doğurabiliyor. Ancak siyasette boşluğun olması, onu kimin dolduracağını belirlemiyor. Boşluğun nerede olduğunu ve niteliğini de doğru saptamak gerekiyor. Ama bu da yeterli değil… İçinde olduğunuz kurumun ve dayandığınız tabanın da sizinle aynı hassasiyete sahip olması lazım. İşte Karamollaoğlu’nun avantajı bu ve ‘sahiciliği’ de buradan geliyor. Çünkü Saadet Partisi de zaman içinde törpülendi, öğrendi ve değişti. İdeolojik katılıklarını atabilmiş olduğunu söyleyemeyiz… Ama demokrasi konusunda daha evrensel bir standarda geldiklerini de görmezlikten gelemeyiz.
Anketlerde öyle gözükmese bile, birçok gözlemci seçim realitesi ile karşı karşıya kalındığında SP’nin rahatlıkla yüzde 5’in üzerine çıkabileceğini düşünüyor. Bu öngörünün ardında iktidar ve muhalefetin yarattığı siyasi boşluğun doldurulma eğilimine yönelik bir beklenti var. Normalleşme dürtüsünün ağır bastığı bir konjonktürde, SP’nin ‘rahatlatıcı’ bir soluk oluşturabileceğini tahmin ediyorlar.
Siyaset öngörüsü yapan yorumcular hep ‘muhalefet boşluğundan’ söz eder, muhalefetin yapabilecekleri varken yapmadığını öne sürerler. Ne var ki bu terim çaresizliğin adıdır ve işin esasında iktidarın yanlış yapmakta olduğunu ifade eder. Diğer deyişle iktidar yapması gerekenleri yapmamakta, buna karşılık yapmaması gerekenleri yapmaktadır.
İktidarın bu tutumunun nedeni elindeki gücü çeşitli menfaatler uğruna suistimal etmesi olabilir… Ancak çoğunlukla asıl sorun iktidarın gücünü rasyonel ve adil bir yönetim için kullan(a)mamasıdır. Bunun nedenini sorguladığınızda ise (eğer yöneticiler düpedüz yeteneksiz değillerse) karşınıza basit bir olgu çıkar: Yönetimdekiler güç kullanmadan ‘iktidar’ olamamaktadır… Dolayısıyla ellerindeki gücü iyi yönetmek için değil, iktidarda kalmak için kullanmaktadırlar.
***
Yönetimlerin otoriterleşmesine, toplumu baskı, şantaj ve tehditle belirli bir ideolojik konuma hapsetmeye çalışmasına yol açan dürtü, iktidar için güce mahkum olmasıdır. Bu ise demokratlıktan uzaklaşan, demokrasinin ilke ve normlarını yürütmekte zorlanan bir iktidarı ima eder.
Dolayısıyla siyaset boşluğu çoğu zaman bir demokrasi boşluğudur… Siyaset boşluğunu değerlendirebilmek de ancak demokratik değerlere ‘amasız’ sahip çıkmakla mümkündür. Temel Karamollaoğlu basitçe bunu yapıyor… Onun için basit, ama görünen o ki diğer liderler için son derece zor…