Her ne kadar Cumhurbaşkanı bu görüşe katılmasa da dünyadaki pek çok merkez bankasının ve Türkiye Merkez Bankası’nın para politikasının ana hedefi kısa vadeli faiz enstrümanını kullanarak enflasyonu kontrol etmek.
Merkez bankalarının bu para politikası “bir enstrüman yalnız bir amaç için kullanılır” kuralına dayanıyor.
Bu kurala da Tinbergen Kuralı deniyor.
Kurala adını veren Jan Tinbergen, Hollandalı Nobel ödüllü bir iktisatçı.
Ekonometri ve ekonomik planlamanın kurucu babalarından olan Tinbergen, 2. Dünya Savaşı’nın ardından şehirleri yıkılmış, halkı açlıktan toprak yiyen Hollanda’nın Merkezi Planlama Teşkilatı’nı kurup ve başkanlığını yapmış, açlıkla boğuşan Hollanda’yı dünyanın en büyük tarım ihracatçısı yapan ekonomik mucizenin mimarlarından biriydi.
Şimdi adına bir enstitü de olan Tinbergen’in Hollanda mucizesinden sonra ekonomik gelişmesine danışmanlık yaptığı bir ülke daha vardı; Türkiye.
Aslında Türkiye 1959 yılında Tinbergen’in kapısını çalana kadar pek çok ünlü iktisatçıdan Türkiye ekonomisi için raporlar ve çalışmalar istemişti.
1950’lerin başında her şey çok parlak görünmekteydi. Savaş sonrası yıkılan tüm Avrupa’ya olduğu gibi Türkiye’ye de Marshall Yardımları ve Dünya Bankası’dan büyük paralar akmıştı. Demokrasiye geçen, liberal bir iktidarın iş başında olduğu, NATO’ya yeni üye olmuş Türkiye’nin kredibilitesi yüksekti.
Ama DP iktidarı bu paraları plansız, programsız bir şekilde yollar, barajlar gibi büyük projelerde harcamıştı.
1953 yılına gelindiğinde artık enflasyon yüzde 4.9’dan yüzde 9’a fırlamış, dolar fiyatı karaborsada iki katından (5,6 TL) işlem görmeye başlamıştı.
Bozulan ekonomi üzerine DP iktidarı yurtdışından dünya çapında şöhret sahibi ekonomistleri Türkiye’ye davet etti.
Birbiri ardına Ankara’ya gelen uzmanlar, ekonomik kaynakların popülizm ve üzerinde iyi düşünülmemiş yatırımlarla harcanmasına karşı hükümete ekonomik planlar hazırladılar.
Onlardan biri olan Harvard Üniversitesi’nin ünlü ekonomi profesörlerinden ve Amerikan yardım kuruluşu USAİD’in başkan yardımcısı Hollis Chener, hükümete bir program teklif etmiş, önlem alınmazsa ekonominin devalüasyona doğru gittiği uyarısı yapmıştı.
Ama hükümet onun hazırladığı planı fazla Sovyetik bulmuş, raporu tozlu raflara kaldırılmıştı.
Beklenen kriz 1954’de geldi.
Acil kredi bulmak için ABD’ye giden Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Dünya Bankası’yla yaptığı görüşme ise yeni bir krize neden oldu.
İstenilen kredini rakamı yüksek bulduğunu söylemek isteyen Dünya Bankası başkan yardımcısının “But this is beyond Turkey’s credit worthiness” sözlerini çevirmen “Ama Türkiye’nin itibarı yok ki” diye çevirince Bayar küpleri binmiş, derhal yanındakilere bir talimat vererek Dünya Bankası’nın Türkiye temsilcisi “persona non grata” yani istenmeyen adam ilan edilmişti.
İstenmeyen adam ilan edilen Dünya Bankası Türkiye temsilcisi Piet Lieftinck, Hollanda ekonomisini savaşın sonunda ayağa kaldıran eski Maliye Bakanı’ydı. Türkiye’den kovulduktan sonra Dünya Bankası’nda uzun yıllar yöneticilik yapmış, bu muamele yüzünden en yakın kredi kaynağı olan Dünya Bankası’nın kapıları DP iktidarına kapanmıştı.
Daha sonra ekonomide danışmanlık için davet edilen ünlü başka ekonomistlerin tavsiyeleri, hazırladıkları programlar da seçim ekonomilerine tercih edilip, hasır altı edildi.
İşte 1959 yılında artık tüm kredi kapıları üzerine kapanmış hükümet tavsiyeler üzerine Prof. Tinbergen’i bulmuştu.
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun görüştüğü Tinbergen’in görüşmede sadece masraflarının karşılamasını istemesi, danışmanlık için ücret talep etmemesi Ankara’da profesörün uzmanlığının hakkında şüphelere neden olmuştu.
Ama sonra çalışmalara başlandı. Prof. Tinbergen’ın Türkiye’ye gönderdiği yardımcıları, Ankara’nın genç ve parlak bürokratlarıyla birlikte planlar hazırlamaya başladılar.
O genç bürokratlar arasında Süleyman Demirel ve Turgut Özal da vardı.
Tinbergen’in tavsiye listesinin birinci sırasında Başbakanlığa bağlı bir planlama teşkilatı kurulması ve beş yıllık kalkınma planları hazırlanması vardı.
Bu işin dünyadaki bir numaralı ismiyle birlikte yürütülen hazırlıklar devam ederken 27 Mayıs darbesi oldu.
Ama darbeciler de planlama fikrine sıcak bakıyordu, hazırlıklar hızlandırıldı ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu.
Her ne kadar darbe iktidarında kurulmuş olsa ve planlama fikrine sağ iktidarlar soğuk baksa da DPT, devletin geleceğinin planlandığı resmi bir think tanke, bürokrasinin en donanımlı kadrolarının yetiştiği bir okula döndü.
1950’lerde Türkiye’ye davet edilen ama tavsiyeleri dinlenmeyen yabancı ekonomistlerin yerinde artık sürekli Ankara’da hükümetlerle ve bürokrasiyle birlikte çalışan, onları uyaran, öneriler hazırlayan yerli uzmanlar vardı.
Ama Ankara’da iş başına gelen iktidarlar bu önerilere de kulak asmayabiliyordu. Adı Devlet Planlama olan bir teşkilat, Ankara’da devletçi ekonomiden serbest piyasaya sistemine geçilmesini fikrinin de ilk savunucusu olmuştu. Dünyayla ilişki içinde olan DPT kadrolarından başını Özal’ın çektiği bir ekip, 70’lerden itibaren serbest piyasacı görüşleri ve reformları hükümetlere önermeye başladılar. Fakat iktidarlar onları da dinlemedi.
Sürekli ertelenen ekonomik sorunlar yokluklara, kuyruklara, karnelere neden oldu. Sonunda 24 Ocak kararlarına gelindi. O kararların arkasında da DPT ve Hazine bürokrasisi vardı.
Türkiye’yi serbest piyasa sistemine geçiren Anavatan Partisi’nin kadrolarının önemli bir kısmı da Özal gibi DPT kökenliydi.
DPT, 1963 yılından itibaren hazırladığı beş yıllık kalkınma planlarıyla da ülkenin gelecek vizyonunu çizdi.
2011 yılında DPT kapatıldı ve Kalkınma Bakanlığı’na dönüştürüldü.
Kalkınma Bakanlığı adıyla DPT kadroları son olarak 2014-2018 yılları arasındaki 10’uncu Kalkınma Programı hazırladılar .
Bu arada 2018’de Yeni Cumhurbaşkanı sistemiyle Kalkınma Bakanlığı da yerini Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na bıraktı.
Bütün bu değişiklikler olurken 2018 yılı geldi geçti. 10’uncu kalkınma planı miadını doldurdu.
2017’de çalışmaları başlatılan 2019-2023 yıllarını kapsayacak 11. Kalkınma Programı ise bir türlü hazırlanamadı.
Türkiye’yi yavaşlattığı söylenen eski sistemde 10. Kalkınma Planı’nın hazırlıkları 2012 yılında başlamış, zamanında Meclis’te görüşülerek kabul edilmişti.
Yürütmeyi hızlandıracağı iddiasıyla getirilen yeni sistemde ise 2017 yılında çalışmalarına başlanan 11. Kalkınma Planı ancak geçen hafta Meclis’e sunulabildi.
Türkiye, 46 yıl sonra ilk defa bir yılı kalkınma programı olmadan geçirdi.
Meclis Komisyonu’nda milletvekillerinin gecikmeyle ilgili eleştirileriyle görüşülmeye başlanan 11. Kalkınma Programı’nda ortaya konan 2023 hedeflerinin çoğu ise 10. Kalkınma Planı’nda konan 2018 hedeflerinin dahi gerisinde kaldı.
Kalkınma Programı’nın hazırlandığı 2013 yılında Türkiye’nin kişi başına GSYH 11.183 dolardı.
Bu rakam 2002 yılında 3000 dolarlardan buraya gelmişti. O yüzden 10. Kalkınma Programı’na 2018 için konan 15.996 dolarlık hedef hayali değildi.
Ama bu dört yıl da olan bitenlerin sonunda 2018 yılında kişi başına GSYH 9632 dolara düştü.
Kalkınma Programı’nda 2023 için konan hedef ise 12.484 dolar oldu.
Yani 2023 hedefi, 2013’de 2018 için öngörülen hedefin dahi çok altında kaldı.
Yine 2013 yılında Türkiye’de İşsizlik Oranı yüzde 9.2’ydi. 10. Kalkınma Planı’nda 2018 hedefi bunu yüzde 7.22’ye düşürmekti. Ama 2018 yılında bu rakam yüzde 11’e çıktı.
Kalkınma Programı’nda 2023 yılında hedeflenen İşsizlik Oranı yüzde 9.9 oldu. Yine 10. Kalkınma Programı’ndaki 2018 hedefinin çok üstünde.
2013 yılında Türkiye’de enflasyon yüzde 5.3’tü. 10. Kalkınma Programı’nda 2018 hedefi bu oranı yüzde 4.5’a düşürmekti. 2018 yılında enflasyon yüzde 20.3 oldu. 11. Kalkınma Planı’nda 2023 hedefi ise enflasyonu kademeli olarak yüzde 5’e düşürmek. Yani enflasyonda 2023 hayalleri bile, 2013’ün üstünde.
Diğer rakamlarda da durum benzer. Dört yılda Türkiye’nin gelecek hedefleri geriledi.
Halbuki 2013 yılında 10. Kalkınma Programı açıklanırken Türkiye’de herkes gelecekten ümitliydi.
Gazeteler yeni kalkınma programı haberlerini, programı açıklayan ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın Türkiye’nin yakında üst gelir grubuna sahip ülkeler sınıfına girebileceği müjdesiyle birlikte veriyordu.
Gezi, 17/25 Aralık’a rağmen ekonominin dengeleri sarsılmamıştı.
Ekonomideki dengeleri bozan ise son dört yılda hızla demokrasiden ve hukuktan uzaklaşmak ve ekonomideki başarı hikayesini yaratan kadroların tek tek tasfiye edilmesi oldu.
Önce 17 yıllık AK Parti iktidarının büyük bir kısmında ekonominin patronu olanı Ali Babacan, ardından Merkez Bankası’nın başkanı Erdem Başçı, son olarak da bu ekonomi kurmay kadrosundan kalan son isim olan Mehmet Şimşek görevden alındılar.
Bu tasfiyelerle ilgili ortada hala makul bir sebep yok.
“Faiz lobisinin adamı” oldukları iddia edildi ama bugün Merkez Bankası’nın faizi, onların dönemindeki faizin iki katı. Enflasyon ve dolar da onların görev yaptığı yılların iki katı üstünde.
Türkiye’nin 2023 hedefleri de onların görevde olduğu yıllarda 2018 yılı için konan hedeflerin dahi altına düşmüş durumda.
Peki bu başarılı kadroları kim tasfiye etti? Dış güçler mi?
1950’lerde dünyanın en önemli ekonomistlerin yazdıkları programların hasıraltı edilmesiyle, 70’lerde DPT’nin hükümetlere reform önerilerinin dinlenememesiyle kaçırılan fırsatlar, son dört yılda da bu sebepsiz tasfiyelerle, bir başarı hikayesinin, işleyen bir makinenin sebepsiz yere bozulmasıyla kaçırıldı.
Böylece Türkiye’nin 2023 için hayalleri 2018 için kurduğu hayallerinin bile gerisine düştü.