[29 Nisan 2018] Siyasette kendi “öz”ünü, ideolojik çatını, geleneksel alanı ve tabanını korumak kolaydır. Şu veya bu şekilde bir köşe tutar, oradan temel programınızı tekrarlar durursunuz. Doğruluğuna inanır ve “gelen gelir” ya da “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” dersiniz. Dönemin koşullarına göre, bazen bir fırsat yakalar ve “görece doğru” olursunuz, ki o zaman gelirler de. Kimler? Kalabalıklar, sizi tek başınıza iktidara taşıyabilecek kitleler. Ama çoğu zaman, asıl istediğiniz yolda, asıl istediğiniz şekilde yürüyemezsiniz. Olaylar (hiçbir “üst akıl” umacısının zerrece parmağı olmaksızın; bu konuya ayrıca döneceğim) sizi hiç hoşlanmadığınız kişi, grup veya partilerle yanyana getirebilir. İster istemez koalisyonlar, ittifaklar, geniş cephe veya birleşik cepheler gündeme gelir. Asıl zor olan budur işte; “kutunun dışında” düşünebilmek (thinking outside the box), “konfor alanı”nızın (comfort zone) dışına çıkabilmek, verilmez sandığınız tâvizleri verebilmek ya da evet denmesi imkânsız sandığınız ortaklıklara evet diyebilmektir.
Tabii bu, neyin daha önemli olduğunu tartabilmeyi gerektirir. Alışkanlıklarınız mı önceliklidir, tarihin sürprizli akışının ansızın önünüze getirdiği belirli asgarî müşterekler mi? Hiçbir kaçınılmazlık yoktur bu tercihlerde. İnsan kararlarına bağlıdır. Yani somut, belirli bir anda mevcut insanların (bireylerin) ufkuna, aklına, vizyonuna, tecrübesi veya tecrübesizliğine, dirayeti veya dirayetsizliğine, cesareti veya cesaretsizliğine bağlıdır.
Son bir iki haftadır, muhalefet cephesinde olanlar biraz değişik ve ilginç gözükmeye başlamıştı doğrusu. Herhangi bir değer yargısıyla, o kazansın bu kazansın diye değil; sadece siyaset sanatı açısından bakıyordum. Beş unsur vardı ortada. Dördü örgütlü, beşincisi örgütsüz ama silueti belli belirsiz orada. Sırasıyla CHP, İyi Parti, HDP, SP… ve bir de AK Parti’nin suskun hoşnutsuzları. Aralarında açık veya örtük bir ittifak kurabilecekler mi? Âşikâr ki tek tek kendi adaylarını göstereceklerse, hiçbir şansları yok Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında. Madalyonun diğer yüzünde, ancak ilk dördünün hepsi değilse bile (HDP eksiğiyle) en az üçü, hattâ (İyi Parti’nin de eksiğiyle) ikisi, AK Parti’nin 15 Temmuz darbesinden sonra Erdoğan’ın Bahçeli’yle birlikte girdiği yola soğuk bakan kesimlerine de hitap edebilecek bir çatı adayı çıkarabilirse, sadece ve sadece bu koşulla, şansları olabilir. Esasen bu görüşümü, 22 Nisan akşamı 24TV’de 99’uncusu (ve sondan bir önceki) yayınlanan Serbestiyet programında da dile getirdim.
Bir ara, sanırım iki gün süreyle, bunu yapabilecekleri yolunda işaretler verdi muhalefet partileri. Liderlerinden galiba en az ikisi, ama sonuçta gene sadece ikisi (Temel Karamollaoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu) inandı, bu taktikle kazanmanın gerçekten mümkün olabileceğine. İnsiyatifi SP genel başkanı Temel Karamollaoğlu aldı ve arabuluculuk yaptı; CHP ve İyi Parti olağanüstü yaklaştı birbirlerine. Derken Meral Akşener, geri adım atıp illâ aday olacağını söyledi. Bir gece vazgeçti dendi; yok, geri geldi aynı inatla. Bilmiyorum artık, Erdoğan’ın telkiniyle İyi Parti kurucularından bazılarının içerden baskısı mı yol açtı bu sonuca. Ama etkili oldu, zira Akşener’ın istemezükçülüğü, Kılıçdaroğlu’nun çabasına rağmen çok daha klasik CHP’lilerin vasat istemezükçülüğünü de tetikledi. Tam bu noktada, sözü Yıldıray Oğur’a bırakıyorum: “Yaşanan bütün değişimler, muhafazakâr siyasetteki kırılmalar, farklı yaklaşımlar, sert tartışmaların Türkiye’deki laiklerin büyük yığınları için hiç bir şey ifade etmediği ortaya çıktı. Onlar için Erdoğan ve Gül hâlâ eşleri başörtülü iki 'dinci' siyasetçi, o yüzden de aralarında hiçbir fark yok. Bir grup ise aradaki farkın ve bunun siyaseten kendilerine faydasının farkında olsa da, dindar bir siyasetçinin bir ‘çare’ olmasını içine sindiremedi…" Sonunda, en ufak risk alıcı cesareti olmadığı gibi (meselâ parlamenter sisteme dönmek tarzında) hiçbir alternatif fikir ve program da formüle ve telâffuz edemediği artık iyice ortaya çıkan Abdullah Gül dahil herkes aslına rücu ediverdi.
Geçici heyecanlar yatıştı; bildiğimiz, tanıdığımız zekâ ve basiret "normal"leri hakim oldu bir kere daha. Zeynep Türkoğlu'nun moderatörlüğünde yaklaşık iki yıldır yayınlanan Serbestiyet programımız da bu akşam 100'üncü ve sonuncusuyla veda ediyor. Ben de sanırım daha fazla tarih ve kültür yazmaya dönerim.