Türkiye’nin son on üç yılı ilahların sunduğu tarihsel bir fırsattı. Sadece sınıfsal değil, kültürel ve ideolojik anlamda çevreden gelen bir siyasi hareket ilk başta şansı yaver gittiği için merkeze oturdu ve sonrasında da yaptığı olumlu işler sayesinde oraya yerleşti. Tarihsel açıdan çok kısa bir süre içinde askeri vesayetin geriletilmesine, bürokraside reformların yapılmasına, ekonominin on yıllardan bu yana ilk kez rasyonel yönetimine tanık olduk. Altyapıdan sağlığa, kentleşmeden sosyal haklara büyük bir kalkınma hamlesi yaşandı. İfade özgürlüğü alanında tabuların yıkıldığı bir dönem oldu. Geçmişi ve coğrafi çevreyi sahiplenme açısından yeni bir uyanış yaşandı.
Aynı süreçte Türkiye küresel dünyaya entegre olurken, modernliğin felsefi eleştirisini de hızla kendi anlam dünyasının içinde eritti. Sonuç zihnimizdeki normların her alanda gelişmesi, standartların yükselmesi, olması gereken doğrularla ilgili bakışımızın derinleşmesiydi.
İnsanlar bunu kanıksadılar ve doğal bir beklentiye dönüştürdüler. İktidarın ülkeyi iyi yönetmesini sıradan bir talep haline getirdiler. Ne var ki on üç yıl içinde normalin standardı da değişmişti. Sadece ne yaptığınız değil, nasıl yaptığınız da önemli hale gelmişti… Aslında Türkiye bugün AKP sayesinde ‘normal’ bir demokrasinin ölçütleri içinde değerlendiriliyor. Ancak iktidar partisi kendi ürettiği bu sonucu tam olarak kavrayamamış gözüktü. Hizmet götürmeyi, ülkeyi bir üst lige çıkarmayı kendi içinde yeterli sandı. Siyasetin bahşettiği anormal koşulların geçici olabileceğini bildiği için de bir an önce belirli demokratik eşiklerin geçilmesi için zorladı.
Ne var ki bizzat AKP seçmeninin belki yarısı normale dönüşün de normal bir çizgi üzerinde gerçekleşmesini istiyor. Kendisinin sadece iktidar takipçiliği yaptığı, kavga ve hamaset atmosferinin sürükleyici olduğu bir siyaset ortamı istemiyor. Herkesin anlaması gereken şu: Türkiye’de normalin çıtası yükseldi ve artık bundan geriye gidiş de mümkün değil.
Seçim sonuçları uzun vadede çok hayırlı olan bu gelişmenin kısa vadede yönetilememesini ifade ediyor. HDP’nin taktiksel başarısı teslim edilmeli. Ancak bu başarının çözüm süreci ve genelde Kürtler açısından ne anlama geleceği henüz belli değil. MHP’nin başarısı da eldeki getiriyi kısa vadede pazarlık gücüne dönüştürmenin ötesinde bir anlam taşımıyor. Şu bir gerçek ki, Türkiye’nin refaha, huzura ve demokrasiye doğru ilerlemesi AKP’nin varlığına ve sağduyusuna bağlı. Bu parti sonuçta bir seçim daha kazandı ve bundan sonrakileri de kazanmaya devam edecek. Dolayısıyla bu seçimin analizi esas olarak AKP üzerinden yapılmak zorunda…
Anormal bir tarihsel momentte siyasete girerek ülkeyi ve kendi varlığını normalleştiren bu partinin, toplumun tasavvurunda çıtası yükselen ‘normalin’ gerisinde kalması, ona yeterli yanıtı verememesi belki de o kadar şaşırtıcı değil. Belki de AKP yönetimi genişleyen tabana baktıklarında herkesin giderek kendilerine benzediğini düşündüler. Oysa bu parti insanları özgürleştirdi ve kişi haline getirdi. Artık kimse kimseye benzemiyor ve bizzat AKP’liler kendi partilerinin ürettiği bu imkânı ellerinden kaçırmaya niyetli değil.