Zamanlamanın manidar olduğuna şüphe yok. Cenevre’deki Suriye’nin ve Esad’ın akıbetinin masaya yatırıldığı toplantıda sona doğru gelinmişti ve dünya liderleri bir gün sonra Antalya’daki G-20 zirvesinde bir araya gelecekti. Davetli olmadığı bu masalara nasıl yok edileceği konuşulacak olan IŞİD de sesini hiç beklenmeyen bir anda, 11 ay sonra bir kere daha hedef olması düşünülmeyen bir yerde, Paris’te günlük hayata ateş açtığı vahşi katliamla duyurdu.
Amaç belki bir güç gösterisi, diş gösterme ya da 11 Eylül sonrası gibi dünyanın daha fazla siyah beyaz diye kutuplaşmasından kendine ekmek çıkarma…
Fransa’nın ilk tepki olarak sınırlarını kapatması belki anlaşılır. Polonya’nın mülteci kabul etmeyeceğini duyurması ülkenin gelenekleriyle uyumlu. Yunanistan hükümetinin saldırganlardan birinin bir Yunan adasından Fransa’ya geçmiş bir Suriyeli mülteci olduğunu açıklama iştahı ise saldırıyla Batı’nın omuzlarına çökmüş mülteci yükünden ahlaken kurtulmaya çalışacağının ilk işareti gibi.
Ama daha kötüsü Cenevre’deki zirveden Esad’a bir şey demeyen formül. “Hemen ateşkes, 6 aylık geçici yönetim, 18 ay sonra BM gözetiminde adil seçim” formülünü uygulamak için ihtiyaç olan Suriye halkı nereden bulunacak sorusuna da herhalde bir cevap bulmuştur büyük ülkeler.
Şayet IŞİD’le mücadelenin parametreleri laik Esad’la ve İran’la iş birliği ve mültecilere kapanan kapılar olursa lŞİD’in yeni eylemlerine bilet kesilmiş olur.
300 bin insanın öldüğü ve ölmeye devam ettiği bir trajedi Paris’in ortasında, Londra’nın ortasında IŞİD’in daha büyük asker alma büroları kurması demektir.
Yine de bu kadar korkunç saldırıdan sonra Fransa’da hem siyasetin hem medyanın hem de toplumun olgunluğu başka bir alternatife de işaret ediyor.
Yaşadıkları büyük bir trajedi ama ne şanslılar ki en radikal partilerden, Korsika, Bask ya da Yeni Kaledonya’daki ayrılıkçı gruplardan bile bir lider çıkıp Fransa hükümetine “Katilsiniz! Eliniz kanlıdır, yüzünüzden, ağzınızdan, tırnağınıza kadar her yerinize kan sıçramıştır. En büyük terör destekçisi olduğunuz ortaya çıkmıştır” demedi.
5 Aralık'ta Eyalet Seçimi var ülkede ama hiçbir parti lideri katliam alanına gidip “5 Aralık’ta Hollande’ı devirmek başkadır” diye akbaba siyasetinin peşinden koşmadı.
Fransız Komünist Partisi saldırının ardından yayınlandığı mesajında “Saldırılara karşı, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve barış adına birleşelim” dedi.
Seçimlerin favorisi, bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminin güçlü adayı ırkçı göçmen karşıtı Ulusal Cephe’nin lideri Marienne Le Pen bile bu gollük fırsatı “Schengen askıya alınsın, çifte vatandaşlık düşürülsün, selefi camiler kapatılsın. Biz ulusal trajedi yaşıyoruz. Artık Fransızlar güvende değil. Hollande’ı olağanüstü hal ilan ettiği ve sınırları kapattığı için takdir ediyorum” diyerek gole çevirmekten imtina etti, hükümete destek verdi.
Ana muhalefet Halk Cephesi’nin lideri Sarkozy, Hollande’ı ona anlattığı gizli bilgileri teşhir etmekle tehdit etmedi “Fransa değerleriyle, kimliğiyle ve halkıyla büyüktür. Tarihimiz sınavlarla dolu. Bunların her zaman üstesinden gelmeyi bildik. Bunun da üstesinden soğukkanlılık, kararlılık ve güçle geleceğiz” dedi, halka moral verdi.
Fransızlar ne kadar şanslı ki gazetecileri de bu katliamı karşıt fikirleri şeytanlaştırmak, sansasyon, politik aktivizm için kullanmadı.
En duayen köşe yazarları katliamın birinci saatinde Hollande’ı katliamın sorumlusu ilan eden yazılar döşenmedi.
Le Monde’un gelen yayın yönetmeni twitter trollerini kaynak göstererek katliamı Fransız istihbaratının organize ettiğini iddia etmedi.
En goşist gazeteciler bile kendini kaybedip “Paris katliamına terör diyenler eksik tanımlıyor. Doğrusu devlet terörüdür. Katillerin, savunucuların adları adresleri bellidir” diye yazmadı.
“Bunun hesabı 5 Aralık’ta sorulur” diyen de çıkmadı.
Tam aksine Paris’ten tweet atan Sedef Ecer’in yazdığı gibi Fransız medyasında, tv’lerinde, sosyal medyasında “şimdilik çok temkinli konuşuluyor. Uzmanlar gazetecilere 'gereksiz yorum yapıp kaos oluşturmayın, bırakın önce polis işini yapsın' havası hakimdi.''
Saldırganlardan bir ya da birkaçının istihbarat takibinde olduğu yazıldı çizildi ama kimsenin aklına “Paris'in göbeğinde devlet izin vermeden bomba patlamaz" yazmak gelmedi.
Kimse bu kadar meczuplaşmadı, insanlıktan çıkmadı, aklını kaybetmedi.
Sosyal medyalarında yalan haberlerle toplumu birbirine kırdırmaktan devrimci hazlar alan manyaklar değil, evlerini sokakta kalmışlara açanların mesajları, “Kriz zamanında vatandaşlık refleksi gösterin” adlı bir kılavuz döndü.
Kılavuzda yazdığı gibi “Sorumluluk sahibi olun. Yalnızca resmî ve güvenilir bilgi yayın, dedikoduların yayılmasına engel olun. Teyit edilmemiş bilgilerin yayılması yardımları yavaşlatır ve hayati tehlike meydana getirebilir” diye herkes birbirini uyardı.
Kayda değer isimlerden hiçbiri bu katliamdan Esad’a meşruiyet devşirmenin derdine düşmedi, Fransa’nın Suriye muhalefetine desteklerinin ters teptiğini ima eden şeyler yazmadı.
Esad ve onun Türkiye’deki 900 km’lik sınıra rağmen bir türlü kavuşamayan hayranları hariç.
Silahla aralarına mesafe koymayı bırakın, akılla aralarındaki mesafeyi de gittikçe açan PKK medyası ve HDP’li bazı siyasetçiler hariç.
(Bir silahlı örgütün partisinin genel başkanlığından, başka bir silahlı örgütünün partisinin eş genel başkanlığına atanmış biri için “sorumluları ve ortak olanları tanıyoruz” cümlesi herhalde çok şaşırtıcı değil)
Paris’teki katliamı Erdoğan’a ve Türkiye’ye bağlamak için başarısız taklalar atan, yok saymaktan fazlasını artık hak etmeyen karakterlerinin gardı epey düşmüş karakterler hariç.
Dünyadaki acılara bakarken bile insanın aklını çelen, bakışlarını daraltan, motivasyonunu dağıtan bu kısırlık, bu meczuplaşma hali de bizim büyük trajedimiz.
Suriyelilerin büyük trajedisi yanında tabii bunun pek hükmü yok.
Suriyelilerin tek şansı bu katliamın Batı kamuoylarında askerlerin Suriye’ye girişine onay veren bir rızaya dönüşmesi ve belki bir BM kararıyla dünyanın Suriye’ye girmesi.
Tek şansları ülkelerinin işgal edilerek kurtarılması olan bir halk Suriyeliler. Bunu en iyi Nazi işgalinden başka bir “işgal”le kurtulmuş, 2. Dünya savaşından sonra ilk kez olağanüstü hal yaşayan Parisliler anlar.
Dün onların yaşadıklarını da en iyi Suriyeliler…