Bu soruya cevap vermeye çalışmadan önce biraz mıntıka temizliği yapmalıyız.
Hayır, Irak’ta Kürtlerin yaşadığı yerler “vaad edilmiş topraklar” ya da ‘arz-ı mevdud’un sınırları içinde değil.
‘Vaad edilmiş topraklar’ın neresi olduğuyla ilgili de iki yorum var.
İlk yorum Tevrat’ta Tekvin Bab 15’e dayanıyor: “ O gün Rab, Avram’la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: “Mısır Irmağı’ndan büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları senin soyuna vereceğim.”
Bu yoruma göre ‘vaad edilmiş topraklar’ın sınırları Nil’den Fırat’a kadar uzanan topraklar. Yani ne Türkiye ne de Irak Kürdistan’ı bu toprakların içinde. Tabii bunu bilmek için Fırat’la Dicle’yi karıştırmayacak kadar coğrafya bilgisine sahip olmak yeterli.
Ayrıca, Tevrat’ta bu hitabın muhatabı olan Avram da Hz. Musa değil, Hz. İbrahim. Hz. İbrahim’in de iki eşinden iki oğlu var. İshak ve İsmail. Yahudilere göre kendi soyları Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup (İsrail diye anılıyor) ve onun oğlu Yehuda’dan geliyor. Hz. İsmail ise Arapların atası. Yani aslında Tevrat’ta Avram’ın soyuna ‘vaad edilmiş topraklar’ sadece Yahudilere değil, Araplara da vaad edilmiş.
Esas olarak Siyonistlerin de ‘vaad edilmiş topraklar’ olarak kabul ettiği harita ise Tevrat’taki başka bir ayete dayanıyor.
Bu vaad edilmiş topraklar, Hz. Musa’nın Yahudileri Mısır’da Firavun’un zulmünden kaçırıp getirdiği coğrafya. Yani Kenan diyarı. Tevrat’ta çölden kaçışın anlatıldığı ‘Çölde Sayım’ bölümünün 34. Bab’ının 1’de şöyle deniyor: “İsrailliler’e de ki, ‘Mülk olarak size düşecek Kenan ülkesine girince, sınırlarınız şöyle olacak.’ Buradan 12’inci baba kadar bu sınırlar ayrıntılarıyla tarif edilmiş. Tarif kuzeyde Lübnan Dağları, doğuda Ürdün Nehri ve güneyde Sina Çölü’nü yani neredeyse bugünkü İsrail’e uyuyor.
***
Hayır, Beşiktaş’a asılmış o pankartta yazıldığı gibi Barzani ailesi Yahudi değil.
Mezapotomya’da 2500 yıldır Yahudiler yaşıyor. İstanbul, İzmir, Edirne’de olduğu gibi Bağdat, Erbil, Süleymaniye’de yaşayan Yahudiler de var. Hatta Hakkari’de 20. Yüzyılın başlarına kadar Yahudi aşiretler bile vardı. İstanbul’da yaşayanlara Türk Yahudileri denildiği gibi Bağdat’ta yaşayanlara Arap, Erbil’de yaşayanlara da Kürt Yahudileri deniyor. Herkes yaşadığı yerin dilini konuşuyor.
Kürt Yahudiler 16. Yüzyıldan itibaren Filistin’e doğru göç etmeye başlamışlar. Kalanlarsa 20. Yüzyılın başından itibaren Yahudileri İsrail’e çağıran Siyonist hareketlerin etkisiyle, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında yükselen Yahudi düşmanlığı ve Yahudilere karşı saldırılar sonucunda ve tabii ki 1948’de İsrail’in kurulmasından sonra Filistin topraklarına doğru göç ettiler.
En büyük göç dalgası 1951 yılında yaşandı. İsrail, Irak’taki 130 bin Yahudi’yi, Kıbrıs ve o sıralardaki müttefiki İran üzerinden uçaklarla İsrail’e taşıdı. (Operasyona Eski Ahit’te Yahudileri Babil’deki esaretten kurtarıp İsrail’e göç ettirdiği anlatılan peygamberlerden hareketle Ezra (Üzeyr) ve Nehemya adı verilmişti)
Filisitin’e 16. Yüzyılda göç etmeye başlayan Kürt Yahudilerinden geri kalanlar da 1948 ve 1951 arası bu göçlere İsrail’e yerleştiler. Bugün İsrail’de İstanbul’dan, Edirne’den göç etmiş Türk Yahudileri gibi Kürt Yahudileri de yaşıyor ve nüfuslarının 200 bin civarı olduğu tahmin ediliyor.
Kürt Yahudilerin bir kısmının yaşadığı yer Erbil’in kuzeyinde Zap Nehri’nin kenarındaki Barzan şehriydi. Hatta 16. Yüzyılda yaşamış ilk kadın Yahudi Rabbi kabul edilen Asenath Barazani de buralı. 1940’larda İngilizlere karşı İsrail'in kurulması için silahlı mücadele veren Lehi’nin kurucularından Moshe Barazani de, 1920’lerde Irak’tan İsrail’e göç etmiş, Barzanlı bir Yahudi aileden geliyordu.
Soyadlarındaki Barzani adı, Abdülkadir-i Geylani, Mevlana Halid-i Bağdadi gibi doğdukları yerden geliyor.
Tıpkı Molla Mustafa Barzani, Mesud Barzani’nin adının geldiği gibi. Buradan hareketle Barzani’ye Yahudi diyenler için hikayenin bundan sonrası biraz acıklı olabilir.
Yahudilerin çok uzun yıllar Barzan’da rahatça yaşamalarının sebeplerinden biri burada yüzyıllardır bulunan Nakşi tekkesinin sağladığı hoşgörülü ortamdı.
Barzânî ailesine mensup Nakşi-Hâlidî şeyhlerinin ilki olan Şeyh Tâceddin’in kurduğu Barzan Tekkesi’nde postnişine silsile halinde Şeyh Abdurrahman, Şeyh Abdullah, Şeyh Abdusselam, Şeyh Muhammed oturdular. Sonra sırasıyla oğulları Şeyh Abdusselam, ardından kardeşi Şeyh Ahmed geldi. Şeyh Abdüsselam ittihatçılar tarafından asılınca, kardeşi Şeyh Ahmed 1932’de İngilizlere başkaldırdı. Yanında da onun tedrisatında yetişmiş küçük kardeşi Molla Mustafa Barzani vardı. Molla sıfatı da buradan geliyor.
Barzanilerin Yahudi olması şöyle dursun, bunu iddia edenlerin pek çoğundan daha eski ve köklü sağlam İslam bağları olan, bölgedeki en etkili Nakşi-Halidi dergahlarından birinin başındaki bir aileden bahsetmekteyiz.
***
Hayır, Barzaniler bir Aşiret ya da Kabile de değiller, o yüzden onlara aşiret ya da kabile reisi de denemez.
Nakşi geleneğinin silsilesinden gelen bir aileler. Barzani adları da Barzanlı olmalarından geliyor, yoksa Barzani bir aşiret adı değil.
Ayrıca Kayı boyu bayrakları asıp, Diriliş dizisi izleyip, müzikleriyle heyecanlanıp ve Osmanoğullarından övgüyle bahsederken aşiret veya kabileyi aşağılayıcı bir sıfat gibi kullanmak, devlet kuramazlar demek pek tutarlı durmuyor.
***
Hayır, İsrail’in bölgede bir Kürdistan kurmayı amaçlayan Oded Yinon diye bir planı yok.
Oded Yinon, İsrailli bir gazeteci ve akademisyen. Herhangi bir resmi görevi yok. 1982’de Camp David anlaşmasını eleştirmek için Kivunim adlı sionist eğilimli bir dergiye yazdığı makale. Makalede İsrail’in böyle anlaşmalar yapmak yerine, Sovyetlerin zayıflaması ve Arap ülkelerindeki etnik ve dini farklılıkları kullanarak güçleneceği savunuluyor. Aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkelerdeki etnik ve mezhebi farklılıklarla ilgili basit bilgiler veriliyor. Bir plan ve strateji önermiyor. Yıllar sonra bu makale anti-siyonist, sosyalist bir yazar olan Israel Shahak tarafından İngilizce’ye işte 'İsrail’in Siyonist planı' diye çevrildi ve pek çok komplo terosine konu oldu. Türkiye’de bu rapordan Cengiz Çandar yazdığı Ortadoğu Çıkmazı adlı kitabında bahsedince haberdar olundu ve 40 yıldır bölgede yeni bir gelişme olduğunda bu plan dahilinde olduğu iddia ediliyor.
Ama Barzani ve KDP’nin İsrail’le ilişkileri var. Tıpkı Libya’da Kaddafi ile, bir ara Saddam, İran’da Şah’la sonra Humeyni rejimiyle olduğu gibi.
Bu ilişkiye geçmeden önce Mustafa Barzani’nin amcası Şeyh Abdüsselam’ın oğlu Şeyh İsmail Barzani’nin 1956 yılında Başbakan Menderes’e yazdığı mektuba bakalım.
Türkiye 1948’de kurulan İsrail devletini 19492da tanımış, elçi gönderilmiş, sonra 1956 Süveyş Krizi sırasında elçilik maslahatgüzarlığı düzeyine düşürülmüştü. Mektup da herhalde bundan cesaret alarak gönderilmişti. Müfid Yüksel’in Cumhuriyet arşivlerinde bulduğu mektuptan kısa bir bölüm şöyle:
“Siyonistler ellerindeki, mücehhez silahlarla kurşun ve bombalar kullanarak Filistin insanının haremine tecavüz etmekte, çocukları katletmekte, ulemadan olan dostlarımızı ortadan kaldırmaktalar.
Kurdukları devlette, ellerindeki mücehhez, donanımlı kara, deniz ve hava silah ve güçleriyle bunlar güzelim köyleri bombalamakta ve vurmaktalar. Biz bu şekilde, en derin saygılarımızla sizden buna ehemmiyet vermenizi ve Yahudilerin Filistin’den kovulması için gerekli tedbirlere başvurmanız için bunu arz ediyoruz. Ta ki burada gasbedilmiş topraklar üzerinde bir devlet tesis edemesinler. Yahudileri Filistin’den çıkarmak dinî bir vecibe’dir. Bu hususta cehd göstermemiz, tabiî ki, mücadele etmemiz Allah’ın (C.C) emirlerinden’dir.”
Tabii Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri bu mektubun aksine ilerledi.
(8 Ağustos 1958 günü acil iniş bahanesiyle Yeşilköy’e inen İsrail'in El Al Havayolları'na ait uçağından ambulansla alınan iki yolcunun, İsrail Cumhurbaşkanı Ben Gurion ve Dışişleri Bakanı Golda Meir olduğunu, bütün bunların Menderes’le gizlice buluşmak için bir oyun olduğu da daha sonra ortaya çıktı.)
Barzani ve partisi KDP’nin İsrail ve Filistin konusundaki tavrı diğer Müslüman toplumlarınkinden farklı değildi. Mesud Barzani’nin anılarından okuyalım:
“Arap-İsrail anlaşmazlığında açık bir tutum benimsedik. O da başta bağımsız bir devlet kurmak üzere Filistin halkının tüm haklarının desteklenmesi.”
İsrail’le ilk temaslar 1961’de, Irak’ta Kürtlere verdiği sözleri tutmayan General Kasım’a karşı Barzani’nin başlattığı isyan sırasında kuruldu. İsrail, KDP’ye sınırlı askeri yardım ve eğitim desteği verdi.
İlk resmi temas ise 1963 yılında Paris’te Celal Talabani ile Şimon Perez arasında yapıldı. Bu görüşme üzerine İsrail, bölgedeki müttefiki İran üzerinden KDP’ye yardım gönderdi. Askeri uzmanlar, Peşmergeye eğitim verdiler. Mesud Barzani, kitabında İsrail’in 1960’lardaki bu sınırlı yardımlarının amacını şöyle anlatıyor:
“Aslında bu yardımları artırmaları mümkündü ama yapmadılar. Savaşın Kürdistan’da belli bir sonuca ulaşmadan sürmesini, dolayısıyla Irak ordusunun Filistin alanından uzakta, Kürdistan dağlarında oyalanmasını istiyorlardı.”
Barzani, kitabında Cezayir Komplosu diye bahsettiği 1975’de Cezayir’de Irak ve o güne kadar Kürtlere en büyük desteği veren İran’ın Kürtler konusunda anlaşmasının da arka planındaki İsrail’in sorumluğunu anlatıyor:
“Eğer iyiniyetli olsalardı, Amerikan siyasetini belirleyen şahıs (Kissenger) üzerindeki sınırsız nüfuzunu kullanarak İran Şahı’nı bu ihanetten vazgeçirebilirlerdi. Ama bu konuda bir şey yapmadıkları gibi, Amerikan siyasetinde bunun önünü açan, kolaylaştıran bir tutum içine girdiler. İsrail’in sorumluluğu komploya taraf olanların hiçbirinden az değildir.”
Barzani sonuç itibarıyla İsrail için şöyle diyor: “İsrail, her ne kadar ihtiyaç duyarsa duysun, en basit bir çıkarını Kürt halkına feda edecek şekilde yardım elini samimiyetle uzatacak bir devlet değildir.”
***
Hayır, Irak’ta bağımsız bir Kürdistan kurulması Batı’nın da bir projesi değil.
Aslında 1919 ile 1921 yılları arasında İngilizler böyle düşünüyordu. Kürtlere bir devlet en azından güçlü bir muhtariyet verilmesi siyaseti Noel Siyaseti olarak biliniyor. Çünkü Kürt Lawrence’ı olarak bilinen İngiliz istihbaratçı Edward William Charles Noel, ısrarla bu fikri savunuyordu. Bu fikir Sevr anlaşmasına Kürtler muhtariyet olarak girdi. Esas olarak İngiliz siyasetinin bir tezi olması ise 1920’deki Kahire Konferansı’yla oldu. Konferanstaki heyetin başında savaş bakanı Winston Churchill vardı. Ama İngilizlerin Musul, Bağdat ve Basra Yüksek Komiseri Sir Percy Cox bu fikre başından beri muhalif kaldı. Kendi elleriyle kurdukları Irak’ı yöneten Arapları küstürmemek ve İstiklal Harbi’yle güçlenen Türkleri karşılarına almamak gerekçeleri zamanla ağır basınca, Cox’un dediği oldu. Kürtler de İngilizlerin verdiği sözü tutmayacağını anlayınca Türkiye’den destek alarak, Mahmud Berzenci liderliğinde İngilizlere karşı isyan başlattı. İsyan İngiliz uçaklarının bombalamasıyla bastırıldı.
1932’ de Kürtler bir kez daha İngilizlere isyan etti. Yine İngilizlerin ağır uçak bombardımanıyla binlerce Kürt hayatını kaybetti. Daha sonra Mahabad Cumhuriyeti ile Barzani ve Kürtler, yanlarında Sovyetleri buldular. 1946’da ilk Kürt Cumhuriyeti’ni yıkan İran ordusunu Amerikalı subaylar yönetmekteydi. Sovyetlere kaçan Barzani ve adamlarına orada rahat verilmedi. Orta Asya’da sürgün hayatı yaşadı. 1959’da Irak’ta Sovyetlere yakın darbeyle tekrar döndü. 1961’de tekrar isyan başladı.
Sonra Amerika’nın desteklediği Saddam rejimiyle anlaştılar. O anlaşma da bozulunca ve Saddam Sovyetlerle de yakınlaşınca Sovyet desteğini de kaybettiler.
Ardından Amerika ve bölgedeki müttefiki İran’la işbirliği yapmaya çalıştılar.
Ama 1975’de Irak ve İran Kürtler konusunda anlaşınca Mustafa Barzani yenildi. Mesud Barzani’ye göre bu anlaşmanın en büyük günahı da ABD Dışişleri Bakanı Kissenger’a ait:
“Amerikan politikalarının bu mazlum halkın kaderinin aleyhine komplolar gerektireceğini, bu mazlum halka kalleşlik etmelerine yol açacağını aklımızın köşesinden geçirmezdik. Ama bu ihaneti gerçekleştirdiler.”
Barzani bunu hiçbir zaman unutmadı. Ve 1993’de ABD’ye gittiğinde Kissenger’in görüşme talebini geri çevirdi.
Barzani’ye göre Amerikan hükümetinin de “Arap ülkeleriyle olan iyi ilişkileri Kürtlerin ayaklanmasından geleneksel olarak uzak durmasına” neden olmuştu.
1991’de Körfez savaşından sonra Kürt bölgesinin uçuşa yasak bölge ilan edilmesini ise “Yaşanan trajediler üzerine kamuoyularının baskısıyla ABD ve Britanya’nın vicdanında bir meydana gelen bir uyanma” olarak nitelendiriyor.
(Son zamanlarda sosyal medyada dolaşan 1992’de rahmetli Erbakan’ın Meclis’te yaptığı konuşmada okuduğu ve ABD’nin Körfez Savaşı öncesindeki Kürdistan planı olarak bahsedilen, aslında Güneri Civaooğlu’nun Körfez Savaşı sırasında Riyad’da bir ABD subayıyla yaptığı görüşmeyi anlattığı yazısı.
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/abd-li-yarbay-1253818/ )
Aynı vicdani etki Arap ülkelerinde ise olmamıştı.
Halbuki, Barzaniler, 1960’lardaki İsrail ile kurulan ilişkiden daha güçlü ilişkileri çeşitli zamanlarda Arap ülkeleriyle de kurmuşlardı. Cemal Abdülnasır, 1959’da bizzat Molla Mustafa Barzani ile görüşmüştü. Suud Kralı Faysal, Barzani ile mektuplaşıyor, Selahaddin Eyyübi’yi kastederek “Kürt halkının İslam üzerinde hakkı vardır. Onlara zulmedilmesi caiz değildir” diyordu. 1975’de Barzani yenilip bütün desteğini kaybedince, yanında Saddam rejiminden hoşlanmayan Suriye ve Libya’yı bulmuştu. Baba Esad tarafından ağırlanmış, Kaddafi’yle defalarca görüşmüş, 1979 devrimine kadar İran üzerinden Libya’dan silah yardımı almışlardı. Yine KDP’nin El Fetih’le de çok güçlü ilişkileri vardı. 1979’da Viyana’da Irak istihbaratının suikastından Mesud Barzani Arafat’ın desteğiyle kurtulmuştu.
1980’lerin sonunda Saddam rejiminin İran-Irak savaşı sırasında Kürt bölgesine başlattığı, adını Kuran’daki Enfal suresinden alan operasyon sırasında yaptığı katliamlar (180 bine yakın insanın öldüğü) ve Halepçe’de kimyasal gaz kullanılmasıyla ilgili Arap liderlerden ve toplumlardan ses çıkmadı. Filistin lideri Arafat, Enfal ya da Halepçe’ye rağmen Saddam Hüseyin’in en kararlı müttefiki olmayı sürdürmüştü.
Zaten bir Arap denizinin ortasında, Arap bir ülkenin içine hapsedilmiş gibi hisseden Kürtler için bu büyük bir kırılmaya neden oldu. Aynı şekilde, Arap dünyasında da Körfez Savaşı’yla Kürtler, Batı’nın bölgedeki piyonu gibi görünmeye başlandı. Karşılıklı güvensizlikler, 2003’de Saddam’ın yıkılması ve Kürtlerin de ortağı olduğu yeni bir Irak kurulmasıyla giderilecek gibi oldu. Ama 14 yıl sonra, İran’ın domine ettiği ve Şiiliğin resmi ideoloji haline geldiği, Kürtlerle petrol paralarını paylaşmak istemeyen bir Irak ortaya çıktı.
İran sadece Bağdat’ı değil, Kürt muhalefeti üzerinden Erbil’i de kontrol etmeye çalıştı. Bu da KDP ve Barzani çevrelerinde bir İran karşıtlığına neden oldu.
Hem Bağdat rejimini, hem İran’ı hem de ümmet dayanışmasını göremedikleri Arapları sinir etmek isteyen, milliyetçiliği dindarlığından güçlü bir Kürt’ün, Kürdistan referandumuna tek destek açıklaması yapan İsrail’in bayrağını sallamasının arkasında komplo teorileri değil böyle uzun bir tarihsel arka plan ve psikoloji var.
Tabii KDP bunun resmi pozisyonları olmadığını açıkladı. Ama İran’ın bölgede tek hakim olmasını, Tahran’dan Akdeniz’e uzanan bir koridor kurulmasını istemeyen İsrail’in, kendi çıkarları için Kürdistan’ın bağımsızlığını savunması gayet anlaşılır.
Galiba esas cevabı öğretici olacak soru neden bir Kürt İsrail bayrağını sallıyor değil, Selahaddin Eyyübi’nin torunları neden kendilerini bu kadar yalnız ve yaşadıkları bölgede sadece İsrail’le dayanışma içinde hissediyor olmalı.