Ana SayfaYazarlarO gece radyoda olanlar...

O gece radyoda olanlar…

 

Sadri Maksudi, Çarlık Rusya’sına bağlı Tatar bölgesinde Cumhurbaşkanlığı da yapmış inanmış bir Türk milliyetçisi, Sorbonne’da ders vermiş bir tarih profesörüydü. Cumhuriyet kurulunca heyecanla Ankara’ya gelmiş, Atatürk’ün ricasıyla da yeni Türk Cumhuriyetine hizmet etmek için Ankara’ya taşınmıştı. Üniversitede dersler verdi, Tarih Kongreleri’ne öncülük etti, Atatürk’ün sofrasının müdavimlerinden biri oldu. Tabii vekil de seçilmişti.

 

Bir gün Meclis’te adını Atatürk’ün koyduğu Denizbank’ın kuruluş önerisi görüşülüyordu. İtiraz etti: “Denizbank Türkçe değil Deniz Bankası olmalı.” Bir profesörden gelen bu itiraz kabul edildi.

 

O gece sofrasında bunu duyan Atatürk çok kızdı. Gece yarısını geçmişti. Radyoyu açtırdı, sofrasındakileri radyoya gönderdi. Sabaha kadar radyoda Sadri Maksudi linç edildi. Falif Rıfkı, Sadri Maksudi’yi "karanlık kafalı", yıllarca adı kitaplarda A. diye yazılan Agop Dilaçar bu Türkçü tarihçiyi “Gayrimillî, Türkçe bilmez, cahil" ilan etti. Ertesi gün gazetelerin manşetlerinde de sürdü linç.

 

Bir gecede profesörlükten cahilliğe terfi ettirilen Maksudi köşesine çekildi, dersler verdi, emekli oldu. Ama hep küs kaldı.

 

Bu programı izlerken https://twitter.com/nurbakenness/status/728679435734528001 , 80 yıl önceki o radyo yayını geliyor insanın aklına.

 

Hatta AK Parti’ye yakın medyanın bir kısmında ve sosyal medyada sürdürülen “Davutoğlu neden mi gitti, bunca zamandır içimize atmıştık, gelin size bir bir anlatalım” yayınlarını okuyunca insanın aklına Lenin’in fotoğraflarından Troçki’nin hain ilan edildikten sonra nasıl yok edildiği, hatta PKK’nın dergilerinde tasfiye edilen güçlü isimlerin arkasından yazılan “kontraydı, devletin ajanıydı” itirafları bile geliyor.

 

Meğer 2003’te ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a girmesi için istenen 1 Mart tezkeresine danışman olarak karşı çıkmış, 2006’da Hamas lideriyle Ankara’da Dışişleri Bakanı’nın danışmanı olarak görüşünce kıyamet kopmuş ve böylece "eksenimiz mi kayıyor" lafının ortaya çıkmasına neden olmuş, 2010’da Başbakan Erdoğan’ın kabinesinin Dışişleri Bakanı olarak, İran için BM’de ABD’nin karşısında "hayır" oyu kullandırmış Davutoğlu, Amerika’nın Ankara’daki adamı değil miymiş?

 

Bunu yemediyseniz tam tersi de menüde mevcut.

 

Meğer, 2011’de Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Esad’ı ikna için son dakikaya kadar görüşmeler yürüten Davutoğlu Suriye’de de esas şahinmiş, Suriye’ye gönderilen MİT tırlarının teşhir edilmesine asrın ihaneti diyen Erdoğan yanıltıldığı için böyleymiş, aslında Davos’ta İsrail’e ‘one minute’ diyen, Mısır darbesine karşı çıkan, Suriye’de sesini yükselten Erdoğan Orta Doğu’da daha ılımlı politikalar izleyecekmiş de Davutoğlu’nun hayalperestliği ve maceraperestliği yüzünden bunu yapamamış. Bütün bu yayınlar için Erdoğan hakaret davası açsa yeridir.

 

Ayrıca “her şey 2009’da Davos’taki ‘one minute’le başladı” diye son 5 yılda sık sık başımıza gelenleri açıklamak için kullanılan cümle de meğer hamasetmiş, 2009-2014 arası dış politika aslında felaketmiş, bunun sebebi de Davutoğlu’ymuş.

 

Ayrıca aşırı zeytinyağı tüketiminin zararlarına örnek olarak Davutoğlu, İran nükleer müzakerelerinde birlikte çalıştığı Brezilya’daki darbeye de sessiz kalıp, hatta oradaki paralel yapı uzantılarıyla temas hâlinde olarak da alttan alta kuyu kazıyormuş.

 

Aşırı boğaz havasının zararlarına verilecek örnek olarak da Davutoğlu’nun İstanbul Erkek Lisesi’nden beri aslında Alman ekolünün bir adamı olarak sistemin içine girdiğini, Almanya’nın Başbakan sevgisinin de buradan geldiğini, bu görevden almakla devlet aklının bu planı bozduğu yolunda derin analizleri verelim.

 

Erdoğan’ı iyi bir "final cut" programıyla Davos’taki koltuktan çıkarıp yerine  Davutoğlu monte edilebilirse, Davutoğlu’nun da İstanbul Erkek Lisesi’nde okurkenki Prusya üniformalı bir resmi bulunabilirse(!), Birinci Dünya Savaşı’na bizi sokan üç paşanın fotosunun arasına Davutoğlu’nun dedesinin de fotosu eklenebilseydi aslında epey ikna edici olabilirlerdi.

 

Ama maalesef. Olmadı, olmuyor, beceremiyorlar.

 

Aksine böyle gerekçeler üretilmeye çalışıldıkça iyice kafalar karışıyor, mideler daha da bulanıyor.

 

Troll diye aşağıladıkları insanların gösterdiği olgunluğu, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın birbirleri için en azından kamuoyu önünde gösterdiği saygı ve centilmenliği gösteremeyenlerle bu yapıldıkça duygusal kopuşlar yaşanıyor.

 

Sadece şu toparlayıcı yazının altına yazılanlar bile AK Parti tabanında "neden" sorusuna bir cevap bulanamadığını, geniş bir kitlenin rahatsız olduğunu gösteriyor.

 

https://twitter.com/varank/status/728128490369785856.

 

Zamanında kimsenin yazmadığı, iki kişi arasında olmaması sürpriz görüş farklılıkları listesini uzatıp durmalar da pek ikna edici değil. Görüş farklılıklarının sonunda kimin dediğinin olduğunun cevabı da listelerde mevcutken üstelik…

 

AK Parti’nin bundan sonraki genel başkanının sahada karşısına çıkacak en ciddi soru, hâlâ yüzde 49.5 alınmış seçimlerden altı ay sonra mevcut Başbakan’ın neden değiştirildiği olacak.

 

Daha yakından izleyenler, şubat ayında mayısta kongre için gizlice salon tutulup tutulmadığı, "Pelikan Bildirisi"nin arkasında kimlerin olduğu, neden o bildiriden sonra bu kararın geldiği, Başbakan’ın MKYK’da yetkilerinin tırpanlanmasını değil de, bu bildiriyi neden bu kadar önemsediği gibi sorulara da cevap bekleyecek.

 

Artık bu sorular Davutoğlu’nun kişiliğinden, Hocacılık adlı olmayan düşmanlardan gelen sorular da değil. AK Parti’nin seçmeniyle bundan sonraki güven ilişkilerini belirleyecek sorular…

 

Bu sorulara cevapları, belaltı yöntemlerle, tasfiye listeleri yapıp, insanlara iftira atan "Pelikan Bildirisi"nin olağan şüphelileri vermeye devam ettikçe de bu güven krizi büyüyecek…

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik