Gözümüzün önünde, Erdoğan’a yönelik bir nefret söylemi durmaksızın akıyor. Yazılar, konuşmalar, tweet’ler, karikatürler. Bulanık, çamurlu bir sel suyu. Laik-ulusalcıların ikide bir girip yıkandığı bir Ganj veya İndus. Hindistan’ın kutsal nehirlerinde dışkılar ve hayvan leşleri yüzer. Bundan da berbat bir ırkçılık (sosyal ırkçılık, ama sonuçta tam anlamıyla ırkçılık) kokusu yükseliyor. İçerdiği bol miktarda maymun benzetmesiyle, Beyaz Türkler için Türkiye’nin en tehlikeli “zenci”lerinin Müslümanlar olduğunu tekrar tekrar ortaya koyuyor. Son günlerde bunlara, Mursi hakkındaki idam kararından hareketle tırmanan tehditler eklendi. Kimisi (Hürriyet gibi) “sen de yüzde 52 aldın ve seni de aynı son bekliyor” demeye getiriyor. Kimisi (Kılıçdaroğlu gibi) “korkma, Türkiye’de idam cezası kalktı” diye güya teselli etmeye kalkıyor.
Bir diğer nefret söylemi, Amerika’da Barack Obama ve ailesini nişanlamakta. İkisi arasındaki benzerlik ve farkları, bu yılın 14 Mart’ında yazmıştım (bkz Michelle ve Erdoğan). TC cumhurbaşkanı, bu ülkenin en muhafazakâr kesimi olan Atatürkçü elitin ve CHP’nin özel hedefi. ABD devlet başkanı, kendi ülkesinin en muhafazakâr kesimi olan Cumhuriyetçi neo-con’ların özel hedefi. (Aynı neo-con’lar, İslâma karşı laik bir barikat olarak Atatürkçülüğün ve askerî-bürokratik-jüristokratik kompleksin de büyük müttefiki ve koruyucusu.) Bu paralelliğin ötesine geçtiğimizde, Amerikan anayasasının ünlü Birinci Ek Maddesi (First Amendment) içeriği ne olursa olsun her türlü fikre (benim de taraftar olduğum) mutlak bir ifade özgürlüğü getiriyor ve bu açıdan sadece Türkiye değil, Avrupa hukukundaki (benim de şüpheyle baktığım) önleyici yasak çoğaltma eğiliminden de ayrılıyor. Buna karşılık Amerika’da, toplumsal kınama ve ayıplama düzeyinde, ırkçılığa ve diğer nefret söylemlerine karşı çok daha güçlü bir sosyo-kültürel tepki söz konusu. Kamusal alanda bu tür çıkışlar, fazla kötü niyet içermeyen bir gaf bile olsa, sıfır toleransla karşılanıyor. Oysa Türkiye’de, güya demokrasi ve insan hakları savunucusu pek çok kuruluş, sadece devletin, sağcı Türk milliyetçiliğinin ya da Türk-Müslüman çoğunluğun nefret söylemini görüyor. Karşıt olarak aldığı kesime yağdırılan küfür ve hakaretleri ise sanki hiç görmüyor veya nefret söylemi saymıyor. (Ve belki de bu nedenle, asla adil bir evrenselliğin saygınlığına ulaşamayacağı için kendini ilelebet marjinal kalmaya mahkûm ediyor.)
Geçelim; gelelim bu alandaki son gelişmeye. Bu sosyal medya çağında, benim gibi arkaik ve giderek münzevileşen bir adamın facebook’u ve twitter’ı olmayabilir de, ABD başkanının olmaması mümkün mü hiç? Bir anlamda vardı elbet, ama çok özel ve kişisel bir niteliği yoktu. Sekiz yıl önce oluşturulan ve liberal aktivist Organizing for Action (Eylem için Örgütlenelim) grubunun kontrol ettiği @BarackObama hesabının yanı sıra, bir de resmî @WhiteHouse hesabı mevcuttu. Şimdi ise, 18 Mayıs Pazartesi günü itibariyle, tamamen kendisi için (President of the United States ibaresinin baş harflerinden türeyen) @POTUS hesabını açmış; başlıkta gördüğünüz sıcak ve sevimli Hello, Twitter! It’s Barack. Really! Six years in, they’re finally giving me my own account (Merhaba Twitter! Ben Barack. Gerçekten! Altı yıl oldu ve sonunda bana kendi hesabımı veriyorlar) mesajını yollamış — ve bir anlamda kıyamet kopmuş. New York Times’ın on-line edisyonunda 21 Mayıs’ta, basılı hard-copy’sinde ise 22 Mayıs’ta yer alan, Julie Hirschfeld Davis imzalı habere göre, Obama bir yandan üç buçuk günde (Perşembe öğleden sonraya kadar) 2.3 milyon izleyici çeker, bunların büyük kısmından sevgi ve destek mesajları alırken, diğer yandan, uzun süredir internette dolaşan ama o kadar göze çarpmayan ırkçı küfür ve hakaretler, bu sefer doğrudan, New York limanındaki Hürriyet Heykeli’nin simgelediği “umutlar diyarı”nın ilk siyah devlet başkanına gönderilmeye başlamış. İlk ağızda, 150 kadar maymun esprisi gelmiş; kiminde sadece Black monkey (siyah maymun), kiminde ise Get back in your cage monkey (Maymun, kafesine dön) biçiminde. Bu kadarı, bizdeki mizah dergileri düzeyinde, daha doğrusu düzeysizliğinde. Fakat daha orijinalleri de var kuşkusuz. Minneapolis’ten, @jeffgully49 rümuzuyla yazan Jeff Gullickson adında biri, yukarıda solda gördüğünüz ünlü HOPE seçim posterini almış, Obama’nın boynunu linç edilmişçesine iyice yana doğru kırmış, etrafına bir cellat kemendi geçirmiş, HOPE’u (Umut) H/R değişikliğiyle ROPE (İp) yaparak sağdaki posteri yaratmış ve #arrestobama #treason we need ‘ROPE FOR CHANGE’ (#Obama’yı tutuklayın #vatana ihanet bizim ‘DEĞİŞİM İÇİN İPE’ ihtiyacımız var) hashtag’leriyle, metnin içine de We still hang for treason, don’t we? (Vatana ihanet yüzünden hâlâ adam asıyoruz, değil mi?) yazarak yollamış. Duygu ve düşünce âlemi cumhurbaşkanı ölsün diye dua edilirken Erdoğan’ın ismen belirtilmesini isteyen Beyaz Türk tweet’çisiyle, Hürriyet’imle ve Kılıçdaroğlu’yla tıpa tıp aynı; yalnız “Gezi zekâsı” bakımından bizdeki muadillerini kat be kat aşıyor; o bakımdan yerli internet troll’lerimizin kendisiyle âcilen temas kurması tavsiye olunur.
Şimdi bu noktada birinci gözlemim, bu tür pespayelikler karşısında Amerikan yönetiminin tavrıyla ilgili. Özetle, olur böyle şeyler, küçük bir azınlıktır, fazla dert etmemek ve sosyal medyayı kullanmakta israr etmek gerekir deyip geçmişler. Brian Leary adında bir Gizli Servis yetkilisi (dikkat edin, özel koruma branşının sözcüsü, yani en kritik polislerden biri) “İnsanların ifade özgürlüğü olduğunu” vurgulamış. Beyaz Saray Basın Sekreteri Josh Earnest, yetkililerin muhtemelen @POTUS hesabından hakaret ayıklamaya çalışmakla çok vakit kaybetmeyeceğini söylemiş: “Başkanın yeni Twitter hesabının Amerikan halkıyla iletişim kurmada etkili bir araç olduğuna inanıyoruz.” Bağırıp çağırarak masaları yumruklamak ile mütebessim bir toleransı benimsemek arasındaki tezat, çok önemli bir siyasî kültür farkına işaret ediyor. Madalyonun diğer yüzünde, şüphesiz Erdoğan’a yönelik nefret (ve idam) söylemi öyle 2.3 milyonda bir iki ya da 150 kişiyle sınırlı değil. Doğrudan doğruya “ana akım” medya ve hattâ ana muhalefet liderince telâffuz edilebiliyor. Bir Gullickson’ları eksik; belki o da olur yakında. Dolayısıyla ciddiye almamak ve öfkelenmemek çok daha zor. Ama buna karşı başka bir üslûp gene de mümkün. Geçen gün de yazdığım gibi, beddualarımızın dahi “cevabını halk versin, yenilsinler, utancını yaşasınlar”la sınırlı kalması gerektiği kanısındayım.
Bir diğer not, New York Times editör ve muhabirlerine (Türkiye’dekiler dahil); onların üzerinden, belki dış basının daha geniş kesimlerine (ve hükümetten ikide bir this oppressive régime (bu baskı rejimi) diye bahseden, ama sorsan baskı nerede kolay kolay gösteremeyecek olan bazı BBC’cilere de)… Bakın, biz buradan görüyoruz Amerika’da Obama’ya yönelik ırkçılığı ve nefret söylemini. Siz de Batı-merkezciliğinizi, yeryüzünün diğer toplum ve kültürlerine tepeden bakmayı ve İslamofobinizi aşıp, kendinizi yakın hissettiğiniz ve her dediğine inandığınız kesimlerin AKP’ye ve Erdoğan’a yönelik ırkçılığı ve nefret söylemini biraz olsun deşifre edebilir ve aranıza azıcık mesafe koyabilir misiniz acaba?