Geçen cuma günü Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinde 31. Yaz Olimpiyat Oyunları'nın açılışı gerçekleştirildi. 21 Ağustos'a kadar sürecek olan olimpiyatlarda pek çok sporcu yarışacak. İki yüzden [200] fazla ülkenin katıldığı oyunlar süresince yirmi sekiz [28] branşta üç yüzden [300] fazla müsabaka gerçekleştirilecek. Sonuç olarak, kota almış on bir bini aşkın [11.000] atlet kendi alanlarında dünyadaki en iyi, en hızlı ya da en güçlü olmak için mücadele edecek.
Oyunların, hem fikrî ve tarihî alt yapısı hem de gerçekleştirme kondisyonu bakımından hafife alınacak yanı yok. Organizasyon, Batı'yı ve Batı aklını anlamak için önemli unsurlardan biri çünkü. Olimpiyatlar, Batı'nın evren tasavvuru yanında düşünme biçimini anlamak bakımından da ehemmiyetli. Zira spor, Batı'nın son yüzyıllarda dünyasını şekillendirmede kullandığı enstrümanlardan biri. Dolayısıyla spor Batı için hiç kuşkusuz bir düşünme ve mukayese yöntemi! Bu çıkarımın çok derin sebepleri ve sonuçları var. O yüzden bunlara sadece değinip olimpiyatlara ilişkin kökenlere işaretle yetineceğiz.
Hem fizik hem de metafizik dünya böyle; hiçbir şey göründüğü gibi değil. Duymamızın, görmemizin ve temas etme becerimizin bir sınırı olduğu gibi algımızın, anlayışımızın ve hislerimizin de bir sınırı var. Ancak araştırma gayretimiz yahut anlama isteğimiz tüm perdeleri aralayarak görülmeyeni görmeye imkan tanıyabilir. Sonuçta bunların hiç biri ne sır ne de giz! Az merak, çok çaba, nice kapıların açılmasına vesile olacaktır.
Sadece kendimizle meşgul olamayız! Çünkü kendimizle meşgul oldukça dış dünya ile mukayese imkanından yoksun kalırız. Oysa mukayese iyi bir anlama yöntemidir. Karşılaştırma ve zımnen rekabet neyi doğru ya da neyi yanlış yaptığımızı anlamaktan ziyade zamanın ruhunu anlamak bakımından da kıymetlidir. Tasavvufî bir enstrüman olarak kişinin kendini tanıması da bir ayna metaforu ile belki böyle mümkün olabilir. Bakmak ile görmek arasında nasıl fark varsa mukayese ile anlama arasında da doğrudan bir ilişki olmalıdır. Demek istediğim, dış dünyaya bakmak mecburiyetindeyiz. İdrak etmek için dışımızda olan bitenlere kulak kabartmak zorundayız.
Batı söz konusu olduğunda ilgimizi çekmesi gereken denemese de dikkat kesilmemiz gereken şeylerden biri de Olimpiyat Oyunları. Çünkü, oyunlar, spor karşılaşması olmaktan çok daha başka bir şey. Batı dünyasının tefekkür ettikçe düşünce dünyasını çeşitlendirici ve hatta tahkim edici işlerinden biri sadece. Bu yüzden olimpiyatlar sadece olimpiyat olarak anlaşılamazlar. Olimpiyatlar, Batı aklının akıllı icatlarından ve kendi kültürel havzalarını diri tutmaya yarayan işlerinden görülmelidir.
Batı aklı, Sicilya ve Endülüs irtibatlarının sonucunda ilim ve organizasyon becerilerini anlamlı bir şekilde dönüştürmeyi akıl etti. Bunun için ilk giriştikleri iş eğitim oldu. Batı kendi içinde mezhep mücadeleleri ile uğraşırken eğitime ilişkin önlemler almaktan bir adım bile geri durmadı. Belki önce Protestan topraklarında ama sonra tüm Avrupa’da ilkokul eğitimine azami özen gösterilmesi gerektiği fikrine varıldı. Neredeyse tüm Almanya’da ilkokul sistemi elden geçirildi. Cahil okul öğretmenlerinin yerine üniversite mezunu gençler istihdam edildi. Almanya bu işte hep öncü oldu. İlkokuldaki bu düzenlemeler oradan tüm Avrupa’ya sirayet etti. Bu devrim niteliğindeki karar, Avrupa'da, düşüncede yeni bir merhalenin açılmasına sebebiyet verdi. Melanchthon, Erasmus, Ramus, Melville, Vives, Gilbert, Ascham ve diğer pedagog ve felsefeciler eğitim meselesini Avrupa’nın öncelikler listesinin en üstüne koydu. Yenilik ve düzen fikri oradan da üniversitelere sirayet etti. Bazen tam aksi olabileceğini düşündüğüm de oluyor. Ama bir şekilde bir etkileşimin olduğu ve eğitim sisteminin değiştirilmesi gerektiği fikrinin Avrupa’yı derinden etkilediği çok açık. Bir şekilde bir yerden başladılar.
Yukarıda Avrupa eğitimini bu yazıya göre uzunca anlattım ama bunun bir sebebi var. Çünkü Batılılar eğitim sistemlerini değiştirirken uzun uzun düşündüler; hatta tartıştılar. Bu tartışmalar belki de iki yüz yıl sürdü ama bir karara vardılar. Müslümanlardan intikal eden eserleri çevirerek okudular. Bunlara kendi bilgilerini ve gözlemlerini ekleyerek haşiyeler, şerhler ve tahriçler yazdılar. Müslümanların yazdıkları eserlere verdikleri önemi biliyoruz. Bunun yanında Yunan ve Roma’dan gelen eserleri de hiç kuşkusuz önemsediler. İkincisinden yola çıkarak kökenlerini keşfe başladılar. Bu keşif hareketinde kimisi halen sürmekte olan ama pek çoğu o zaman için unutulmuş pek çok eğitim unsurunu da gün yüzüne çıkardılar. Bunları da zamanın gereklerine uygun şekilde dönüştürerek derhal eğitim süreçlerine kattılar.
Özellikle sporun yaşamın içine dahil edilmesi eğitimle olmuşsa da asıl sebep hiç kuşkusuz hümanizmada gizlidir. İtalya'nın tüm zengin ve elit aileleri başta olmak üzere toplumda çocukların eski geleneklere göre yetiştirilmesi bir statü simgesi haline gelince işin niteliği de başka bir hal almaya başlamıştır. Cimnazyumlar bu işin başlangıcını teşkil etse de üniversiteleri de bu duruma dahil etmek gerekir. Bu mevzuda soylu ve eğitim sever Gonzaga ailesini bilhassa anmak icap eder. Çünkü Mantua'nın kıymetli yöneticileri Gonzagalarda olduğu gibi Rönesans dönemi insanları sağlam aklın sağlam vücutta olduğu kabulüne yürekten inanmaktaydılar. Öyle olunca spor, eğitimin önemli bir bölümüne karşılık gelmekteydi.
Misal olarak dönemin ünlü ve önemli pedagoglarından Vittorino da Feltre'nin kurduğu La Giocasa adlı okul, spor eğitimine göre şekillendirilmişti. Okulda öğrencilerin spor yapmalarına uygun geniş çayırlıklarla alet edevat mevcuttu. Zira, da Feltre için fiziksel aktivite ve spor, öğrenciler için olmazsa olmaz şartlardan biriydi. Yine, da Feltre gibi Vergerius adlı bir başka eğitmen de hümanistik eğitim içerisinde gençlerin zihinlerinin nasıl bilgi ile yükleniyor ve şekillendiriliyorsa bedenlerinin de aynı şekilde şekillendirilmesi gerektiğine inanmaktaydı. Bu inanış çok önemlidir. Zira bu yaklaşım hem Rönesans çağının hem de sonraki dönemlerin felsefe ve din adamlarında çok derin bir iz bırakmıştır. Hümanizmi şekillendirenler kimseler sporu da Avrupa aklının temeline yerleştirmişlerdir. Zira bu gelenek, Avrupalılar için Roma ve Yunan atalarından tevarüs ettikleri ama sonrasında unuttukları yitiklerindendir.
İlerleyen yüzyıllarda Amerika ile Avrupa'daki spor eğitimine yahut eğitimdeki ders programına konulan spor ve önemine ilişkin başka uygulamalara ilişkin bilgi vermeye gerek yok. Çünkü öyle sanıyorum ki az çok bu işin köklerine dair önemli noktalara temas edilmiş oldu. Ancak Yunan dönemi olimpiyatlarının 19. yüzyılda yeniden canlandırılmasının başkaca sebepleri daha olmalıdır. Aslında olimpiyatların ihya edilmesinde garipsenecek bir durum sezilemez. Çünkü 19. ve 20. yüzyıldaki Avrupa'nın, her bakımdan bir ihya hareketi olarak anlaşılması da mümkündür. Spor ise şanlı Yunan ve Roma geçmişinin ihya edilmesinin en emin yollarından biri olarak görülebilir. Son tahlilde nevzuhur olmayan bir Avrupa'nın köklerini oralarda araması kadar tabii ne olabilirdi ki zaten?
Citius, Altius ve Fortius, yani daha hızlı, daha yüksek ve daha güçlü sloganı ile olimpiyatlar Avrupa'nın tarih sahnesindeki yeni iddiasını perçinlemekteydi. Şimdi düşünmenin tam sırası! Neden daha hızlı, neden daha yüksek ve neden daha güçlü? Çünkü dünyaya ve eşyaya hakim olmak zihniyeti bunun bir tezahürüydü. Dolayısıyla her alanda hızlı adımlar atarak zamanına göre ekonomik ve sınai kalkınmasını kıymetli ve iyi yetişmiş insan gücüyle sağlamış bir Avrupa'nın bunu ilan etmesinin ve göstermesinin bir yolu da olimpiyatlardı. Böylece Avrupa entelektüel yapısı ilerledikçe hem kültürünü berkitecek hem de yaptıklarını dünyaya gösterecek yeni yollar keşfetti. Doğrusu buna icat etti de denebilir; ama bunu bir şekilde yaptı.
Avrupa böylece kendi kültür havzası içinde ayrıca eşit şartlar altında mücadeleye yönelik manevi önderliği destekleyici yarışların yapılmasına da imkan tanımış oldu. Açıkçası bu çok da akıllıca bir manevraydı. Bu manevra çerçevesinde yüzyıl içinde fikir ve bilimde Nobel, sinemada Oscar, mimarlıkta AIA Gold Medal ve benzeri kalibrede yarışmalar ihdas edildi. Bu tercih Avrupa'yı sürekli geliştiren bir mevkiye çıkardı. Mensuplarını adil şartlar altında yarıştırdı. Kazananları ödüllendirdi. Beraberinde bir ahlak ve hukuk ihdas etti. Evet durum budur; Avrupa bunu yaptı!
Avrupa, tarihî köklerini keşfederek eğitimine dahil ettiği sporu zamanla kendi kültürünün mukavim kılınmasında olimpiyatları bir enstrüman haline dönüştürmüştür. Böylelikle yeni bir tür mobilizasyona olanak tanımıştır. Avrupa içindeki hareketlilik ve birlik arayışlarının ilk örneklerinden biri olarak olimpiyatları görmek hem mümkün hem de gereklidir. Avrupalı milletler içinde beraberlik duygusunun inşa edilmesindeki önemli araçlardan biridir. Avrupalı milletler arasında hem kültürel hem de tarihî kökenlere kadar ulaşan bir ortaklık fikrini ortaya çıkarmıştır. Spor bu bağlardan en göze çarpanı olmuştur. Dolayısıyla spor Avrupa için müşterek tarihî bir bağdır da. Öyle ki, bu yaklaşım ilerleyen dönemlerde ekonomik bir nitelikle Avrupa Birliği şeklinde görünür olmuştur.
Olimpiyatlar aynı zamanda Avrupa kültürü içinde hem fikrî hem de bedenî ve organizasyonel anlamda rekabet duygusunu da ihdas etmiştir. Ancak bu rekabet anlamsız ve epiküryen bir rekabet değildir. Son tahlilde en iyinin ortaya çıkmasının yolunu sistematize etmiştir. Zira spor sadece spor değildir. Her ne kadar olimpiyatları Roma'nın eski arena oyunlarına yahut Yunan şehir devletleri arasındaki mücadelelere benzetenler oluyorsa da modern spor oyunları nitelikçe her ikisiyle de doğrudan alakalı değildir. Alakalı oldukları yan kültür havzası içindeki beceri ve yeteneklerin ekipleriyle birlikte mücadele etmesinin özendirilmiş olmasındadır. Bu ise Avrupa'nın meritokratik ideallerinin spor ve bedende somutlaşmasıdır. Herhangi bir kayırma olmaksızın salt bir beden gücü ile mücadele ve kazananın alkışlanması gerekliliği modern Avrupa'nın alamet-i farikasına dönüşmüştür. Günümüzde doping uygulamaları revaçta ise de sporda kayırma olamaz! Eşit şartlarda eşit mücadele, kazananın ödüllendirildiği bir sistem Avrupa'nın fikren inşaya çalıştığı sistemin örgütlü ve örnek halidir.
Olimpiyatların bir başka anlamı ise Avrupa bilim ve sanayisinin gelişmesine yaptığı katkıdır. Yukarıda da söylediğimiz üzere spor sadece spor değildir. Spor bir fikrin ve bir teknolojinin, bedeni geliştirmeye yönelik araç gereçlerin keşfine yönelik bir mekanizmadır. Savaşın gelişmelerin anası olduğu kabulüne sporu da dahil etmek gerekir. Yarışmak ve daha yüksek, daha hızlı ve daha güçlü olmak için yeni araştırma ve tekniklerin geliştirilmesi bir katalizör olmuştur. Bu yaklaşım da hem Rönesans hem de modern Avrupa'nın kendisidir; ideallerinin vücut bulmuş somut halidir. Zor kolayı gerektirir; bu ise teknikle mümkündür.
Görüleceği üzere Avrupa'nın düşünme biçimlerinden biri de spordur. Spor, Avrupa'yı Avrupa yapan kurumlardan sadece biridir. Köklerini tarihten alan bu gelişmeler öncelikle eğitim alanında kullanılarak işlenmiş ve uygulanabilir bir hale getirilmiştir. Bugünkü ilerlemiş Avrupa'nın arka planında bu yüzden spor da vardır. Kendisi için geliştirdiği olimpiyatlara bugün iki yüzden [200] fazla ve binlerce insan katılmaktadır. Dört yılda bir yapılan oyunları kendi topraklarında yapmak isteyen ülkeler adeta yarış etmektedir. Dolayısıyla Avrupa'nın inşa etmeye çalıştığı bu oyunlar pazarlama, tanıtım ve turizm gibi kimi yeni unsurlarla anılsa da tüm dünyanın ilgisini çeken etkinlikler haline dönüşmüştür. Ancak ardında Avrupa'nın kurucu ülküsünün yatmakta olduğu söylenebilir. Son tahlilde olimpiyatların Avrupa için bir anlamı, dünyanın geri kalanı için ise başka bir anlamı vardır!