İnsanoğlunun hayatta unutamadığı tarihler vardır. Nedir bunlar? Doğduğu gün, evlendiği gün, nişanlandığı gün, sözlendiği gün vesaire… Benim ise hayatta unutamadığım iki tarih var. Bunlardan bir tanesi, çok sevdiğim babamın vefat ettiği (ki aynı zamanda evlilik yıldönümü günü olan) 22 Kasım 2008 ve ikincisi 13 Nisan 1975, Lübnan iç şavaşının başladığı tarih. O yıllarda ailecek Beyrut’ta yaşamaktaydık. Fakat öncesinde, 6 Ekim 1973 tarihini de gayet iyi hatırlamaktayım. O gün Musevilerin en büyük dini bayramı olan Yom Kippur bayramıydı ve Mısır orduları İsrail’e karşı saldırıya geçtiler. İsrail bayram kutlamalarına daldığı için çok gafil avlandı, fakat neticede toparlanıp Suriye ve Mısır ordularını bir kere daha bozguna uğrattı ve bu savaştan topraklarını genişleterek çıktı. Bu savaş patlak verdiğinde 8 yaşımdaydım. 6 Ekim 1973 günü bütün Lübnan topraklarında sokağa çıkma yasağı ve karartma uygulandı. Hatırladığım, rahmetli babamla akşam yemeğinden sonra dondurma almaya çıkışımız ve hemen eve dönüşümüzdür.
Biraz detaylarıyla anlattım, çünkü bu savaş daha sonra hayatım boyunca unutamadığım tarih olan 13 Nisan 1975 Lübnan içsavaşının başlangıç fitilini ateşleyen ön evresiydi. Arap-İsrail savaşından hemen sonra, özellikle 1975 yılı başlarında Beyrut sokaklarında daha önce hiç rastlamadığımız tipler gezip dolaşmaya başladı. Daha sonrasında, annem ve babamla misafirlikten döndüğümüzde yüzleri maskeli tipler barikatlar kurup nüfus kağıdı sormaya başladılar. Daha da sonra, nüfus kağıdı olmayanları alıp götürmeye başladılar. Daha daha sonraları ise en vahim şeyi yapmaya başladılar. Lübnan nüfus kağıtlarında din haneleri ve mezhep haneleri mevcuttur. Demem şu ki, mezhep hanelerine bakıp insanları öldürmeye başladılar (ben buna gözlerimle, çocuk yaşımda şahit oldum).
Lübnan, bir çok mezhebin birlikte bir uyum içerisinde yaşadıkları topraktı. Anımsadığım, her yıl dağ evimizin bulunduğu Bikfayya adlı kasabada düzenlenen çiçek festivaliydi. Festivale katılan tüm araçlar, kamyon ve otobüsler çiçeklerle süslenir ve yarışmaya katılırdı. O festivalde çalışan arkadaşlarımızın arasında, ki içlerinde ben de vardım, Sünni, Alevi, Şii, Yezidi, Dürzi, Katolik, Protestan, Ortodoks, Rum Ortodoks, Rum Katolik, Musevi, Arap, Ermeni, Kürt, bir çok değişik millet ve etnisiteler mevcuttu. Ben ve arkadaşlarım birbirimizin ne dinlerini ne de inançlarını bilir veya sorardık. Ha, şunu bilirdik: bizler birbirimizin farklı inançlarına saygı duymak mecburiyetindeyiz.
13 Nisan 1975 tarihinde hatırladığım ilk şey, o gün bizi okuldan eve erken yolladıklarıdır. Otobüse bindiğimizde şoför değişik bir yoldan eve götürüyordu bizi. Bendeniz ise tosuncuk gibi çok şişman bir çocuktum ve otobüsün içerisinde en ön koltukta gayet mutlu oturmaktaydım. Sebebine gelince, hem okuldan erken dönecektik hem de rahmetli babaannemin ızgara köftelerini yiyecektim. Aniden otobüs frene bastı; önümüzde bir yığın kamyon lastiği ateşe verilmiş halde cayır cayır yanıyordu. Orada bir çocuk olarak irkildim, fakat daha sonra başımıza nelerin geleceğini bilmeden oturmaktaydım. Şöfor arabadan inip öğrencilerin Ermeni okulu öğrencileri olduğunu anlatıp yolu kesen Filistinlilerden geçiş izninin koparabilmişti. Ve o gün hepimiz evlerimize sağ salim ulaşmıştık.
Lübnan’da yaşayan Ermenilerin hepsi, 1915 yılındaki katliamlardan sağ kurtulup Türkiye’den kaçarak Lübnan’a ulaşabilen Ermenilerin torunlarından oluşmaktadır. Lübnan ve Suriye devletleri bu katliamlardan kaçanlara kucaklarını açıp onları ülkelerine kabul etmişlerdir. Dolayısıyla savaş başladığında Beyrut’taki Ermenilerin ruhani lideri konumundaki Ermeni Katolikos’unun bir beyanatı oldu: “Biz Ermeniler olarak savaşa katılmayacağız ve tarafsız kalacağız, çünkü Lübnan’da yaşayan Hıristiyanlar, Müslümanlar ve diğer dinlerin mensupları bizim kardeşimizdir.” Böylelikle Ermeniler ilk kez siyasete bulaşmadan gayet akıllı bir tercihte bulunmuşlardır. (Şimdi anlayabiliyor musunuz, Türkiye Suriyeli mültecilere kucağını neden ve hangi duygularla açtı?) Fakat bunun bedeli çok acı oldu ve özellikle Hıristiyan Falanjistler yani milisler tarafından HAİN olarak adlandırılmaya başlandık. Onurumuzla çok oynandı. Hatta ve hatta evlerimizin duvarlarına kırmızı haçlar çizdiler. Esnaflardan aylık dolar bazında haraç toplamaya başladılar. Evlerimizin içerisindeki oda sayılarını öğrenmeye çalıştılar. Ki o odalara Hıristiyan mültecileri yerleştirmeye başlasınlar. Duvarlara aynen şu yazıları yazdılar: “Sizi Türkiye’den getiren gemi ile gene Türkiye’ye geri göndereceğiz… Biz vatanı kurtarmaya çabalıyoruz, siz ise pazara kazanıyor ama Müslümanlara karşı bize destek vermiyorsunuz.” Otobüsün yolunu kesen Filistinliler bizi Ermeni olduğumuz için serbest bırakmışlardı. Nedenini şimdi gayet iyi anlamaktaydım.
Savaşa hiç girmeyen toplumlar savaşın ne olduğunu bilemez ve anlayamazlar. Maalesef Lübnan iç savaşının en kanlı dönemi 1975-1991 yılları arasındaydı ve ben 1983’e kadar bu savaşın canlı tanıklarındandım. Daha sonraki yazılarımda sizlerle Lübnan iç savaşı anılarımı paylaşacağım. On yaşında bir çocuğun hissettiklerini paylaşacağım sizlerle. Zaten Ortadoğudaki bütün savaşların ana nedeni provokasyon ve manipülasyondur. Genelde ahkâm kesen çok olur ve laf kalabalığı yaşanır; fakat şunu da hatırlatmadan edemeyeceğim: O günlerde Lübnan’da ve bugünlerde Türkiye’de de olduğu gibi, yabancı vatandaşlık ve pasaport sahibi olmak isteyen bazı tanıdıklarımız profil sayfalarında savaş çığırtkanlığı yapmaktaydılar. Savaşı teşvik eden yazılar kaleme almaktaydılar. Profillerine F-16 resimleri bile koyanlar var. Eğer Allah göstermesin Türkiye gerçek mânâda savaşa girerse, çok emin olun ki savaş çığırtkanlığı yapan bu kişiler bulabildikleri ilk uçakla (tabii ki F-16 değil ama “Business Class”) ülkeyi ilk terk edenler olacaklardır. Gerçek savaş kafelerdeki internet oyunlarına veya “Age of Empires”lara benzemez ve umarım ülkemize asla uğramaz.
Halen ruhumun derinliklerinde savaşın bıraktığı derin yaralar, tahribatlar, hasarlar mevcuttur. Elli yaşıma geldim fakat savaş konusu açıldığında çok acı burkuluyorum; içimi sebebsiz bir elem, korku ve sıkıntı kaplıyor ve terliyorum. Lütfen savaşı teşvik etmeyin. Asla, hiç bir şartta, hiç bir savaşı.