[16 Temmuz 2016] Ben bu başarıdan başlıca üç ders çıkarıyorum. (1) Gülen hareketi yok değil, var. Bürokrasi içinde de var, yargı içinde de var, polis içinde de var, ordu içinde de var. Hem kendi gazete ve televizyon kanalları, hem sair medya içinda yazan çizen adamları, sadık savunucu ve propagandacıları var. Yurt içi ve dışında seçip yetiştirdikleri maddî-manevî bakımdan bağımlı kıldıkları, sonra dikkatle sağa sola yerleştirdikleri öğrenciler var. Kendine özgü bir burjuvazileri var, düzenli vergiye bağladıkları bağışçıları var. Yıllar boyu, hukukî bakımdan tanımlanabilir (tüzüklü-programlı) bir gizli örgüt olmayan, ama gene de olan bu örüntüü, bu şebekeyi adım adım kurmuşlar. Başlangıçları 1980’in hemen sonrasında. Kenan Evren’in faydalı, yararlı bir Müslümanlık arayışından yararlanarak palazlanmışlar. 2002’den itibaren on küsur yıl da AKP’nin kanadı altına girmişler. Derken bir noktada, AK Parti’ye de meydan okuyarak iktidarı kendi başlarına ele geçirebilecekleri hayaline kapılmışlar. 17-25 Aralık da onların ürünü, MİT tırları da, şimdi bu son darbe girişimi de. Ne kadar geriletilseler de TSK içinde hâlâ nasıl kuvvetle varolduklarını işte apaçık görüyoruz. Şimdiye kadar susanların, küçümseyenlerin, Cemaati hiç kaale almayan Türkiye tahlilleri yapmaya kalkanların; Pennsylvania’daki evinde Gülen’in halim selim, yer yer ağlamaklı hallerine bakıp alt tarafı gariban bir din adamı diyen ve altında, kendi özerkliğini kazanmış bütün bir mekanizmanın varlığını görmeyenlerin; AK Parti’ye kıyasla daha aydın ve kültürlü, görece demokratik bir Müslümanlık varyantı zannedenlerin; buna karşılık bu “paralel yapı”ya karşı girişilen operasyonları Erdoğan’ın keyfî diktatörlük hevesine bağlayarak haksızlaştırmaya çalışanların; Fethullahçıların Zaman’dan sonra Can Dündar vasıtasıyla ele geçirip yeni merkezî organları haline getirdikleri Cumhuriyet’e belki bir demokrasi alternatifidir zehabıyla yazan ve destek veren bütün liberal-sol aydınların, gelinen noktayı oturup ciddiyetle düşünmesi gerektiği kanısındayım.
(2) Belki hükümetten de önce medyanın tavrı tâyin edici oldu. Darbeciler Türkiye’yi hâlâ 1960, 1971 veya 1980’de sanmış anlaşılan. “TRT’yi ele geçirirsin, bir bildiri okursun, herkes hizaya gelir.” Geçti o dönem. Türkiye’nin artık ülke çapında yayın yapan onlarca gazetesi ve gene onlarca televizyon kanalı var. İnterneti var, her türlü sosyal medyası var. Gerçi Türksat ve Digitürk üzerinden hepsini değilse de büyük bölümünü daha en baştan susturmaları mümkündü, ama atlamış ve akıl edememişler. İyi ki de akıl edememişler; dün gece 21:00 sularından itibaren, köprüler kapatılır ve jetler uçarken bütün ekranların da karardığını ve toplum çapında iletişimin sona erdiğini, kimsenin kimseden haber alamadığını; hükümet liderlerinin de kitleleri seferber edecek çağrıları yapamadığını düşünün. Darbe gene püskürtülebilir ama en azından çok daha dayanır, belki 12 saat değil bir iki hafta sürer, kayıplar artar, bazı ülkelerin (ve tabii PKK’nın) pususunda beklediği gerçek bir kaos hâsıl olurdu. Oysa TRT’den okunan o kötü 27 Mayıs taklidi, 2002’den beri AKP iktidarına karşı söylenen ne varsa hepsini ardarda sıralayan, alabildiğine uzun ve sıkıcı “Yurtta Sulh Konseyi” bildirisini (BBC hariç, ki ona ayrıca değineceğim) kimse takmadı bile. TVnet, CNN Türk, 360, 24TV, NTV, Habertürk, aHaber… Hepsi, aralarındaki diğer fark ve polemikler ne olursa olsun, demokrasiyi savunmada birleşti, ilk andan itibaren darbe girişimini lânetledi, ayrıca birbiriyle müthiş bir dayanışma içine girdi (bu arada, Doğan Medya, Kanal D ve CNN Türk baskınlarına topluca karşı durdu) ve aynı zamanda, meşru düzenin sözcülerine hem halka seslenmeleri, hem dış dünyaya biz buradayız, işimizin başındayız diyebilmeleri için eşsiz bir platform sundu. İster Atatürk Havalimanı, ister Boğaziçi Köprüsü, ister Emniyet müdürlükleri, ister genelkurmayın önünden görüntülerle, darbenin zaafını gözler önüne serdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce Marmaris’teki otelinden facetime yoluyla, ardından kameraların karşısına geçerek yaptığı çağrılar fevkalâde önemliydi tabii. Ama ondan da önce medyanın normalliği ve aldırmazlığı, halkın o kadar da korkacak bir şey yok havasına girmesinde büyük rol oynadı.
(3) Gerisini hep birlikte izledik (belki içinde yer aldık). BBC “Erdoğan’ın destekçileri” diyor. Yanlış. Demokrasinin ve millî iradenin destekçisi olarak Türkiye halkı döküldü sokağa. Bu ülkeye kendi Tienanmen’ini yaşattı. Darbeci birliklerin saldırabileceği bütün kritik noktaların etrafını sardı ve geçit vermedi. Tankların üzerine çıktı. Karşı durulmaz dalgalar halinde Atatürk Havalimanı’ndan, TRT’den, Harbiye’deki eski Radyoevi’nden içeri daldı. Bak da gör, kitle hareketi nasıl olurmuş dedi. Şükür bu günleri de gördüm dedirtti.