Çılgınlığın, eskiye oranla daha hissedilir hale geldiği, dozunu artırdığı günlerden geçiyoruz. Her şeyi hep birlikte yaşıyoruz. Her gün çok sayıda insanımız yaşamını yitiriyor. Kısa vadede bir çözüm olanağı gözükmüyor. Kamplaşma sertleşiyor. Şiddetin ve silahın hükmünü yürüttüğü, ölümün kol gezdiği, kimsenin kimseyi dinlemeye tahammülü olmadığı bir ortamın esiri gibiyiz.
Halil Berktay, serbestiyet.com'daki dünkü yazısında, bu ortamı şöyle tanımlıyor:
"Savaş her zaman milliyetçiliği tırmandırır. Milliyetçiliğin 'birlik' vurgusu, normal zamanlarda bile, farklılık ve çok-sesliliği esas alan demokrasi ile kolay kolay bağdaşmaz. Savaş durumunda ise, karşıt milliyetçiliklerden her birinin 'kendi milleti'ni mutlak birliğe çağırması, demokrasiyi daha da fazla zorlamaya başlar. 'Çizgi dışı'na çıkanlara karşı toleranssızlık tırmanışa geçer. Kamplar katılaşır; herkes kendi durduğu yerin kabul edilebilirlik sınırlarını dar ve daha dar ve daha daha dar çizmeye koyulur."
Güneydoğu'da, "özyönetim" ilan edilen ilçelerdeki çatışma ortamı (hepsinden önemlisi, bu duruma kısa vadede bir çözüm imkanının görünmemesi) toplumu gerdiği gibi, siyaseti de olağanüstü tahammülsüzleştiriyor…
1128 akdemisyenin bildirisi, bu hali pürmelalimiz içinde ortaya çıktı…. O bildiriye ben imza atmazdım. Bildirideki değerlendirmeleri temelde paylaşmıyorum. Ama şu noktada tavrımız net olmalı: İnsanlar düşüncelerini söylecekler, konuşacaklar ve fikirlerini açıklayacaklar. Bundan daha doğal bir şey olamaz.
Bildiriyi yayınlayanların hakkında hukuki soruşturma açılmasını, üniversiteden atılmaları için kampanyalar başlatılmasını, kabul etmek mümkün değil. Sonuç olarak, “siyasi bir tavır alış” sözkonusu. Bu noktada gösterilebilecek karşılık, “öyle düşünmeyenlerin de fikirlerini söylemeleri”dir… “Siyaseten karşı duruş”larını ortaya koymalarıdır…
Kimse kimseyi dinlemiyor
Mesele, yalnızca son bildiriyle ortaya çıkan manzara değil… Uzunca bir dönemden beri, tırmanan şiddetin de etkisiyle, halimiz hal değil. Kimse kimseyi dinlemek istemiyor. İktidardakilerin eleştiriye tahammül sınırlarında, “Türkiye normalleri”ni aşan bir daralma var… Tablo böyle olunca, “sorunlara çözüm üretebilme”, hatta daha açıkçası “gerçeği arama” isteği, umudu kırılıyor.