Onu bunu bilmem; çay, bizim her şeyimizdir. “Biz” derken, benim gibi, çaysız bir hayatı tasavvur edemeyen çay müptelalarını kastediyorum. Çay, bizim her anımıza eşlik eder, her duygumuza karşılık gelir. Demli ya da açık, orası keyfe kalmış, bir bardak çay yudumlamak için her daim kallavi bir sebep bulunabilir. Yasımızı onla tutar, düğünümüzü onunla yaparız. Üzüntümüz de onunla dile gelir sevincimiz de.
Çay, hayıflanmamızdır. Geçmişe doyamamışlığımız, gelip geçen hayattan muradımızı alamamışlığımızdır. (“Soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm,” Nevzat Çelik).
Kimsesizliğimizdir. Derdimizi dökecek birini, başımızı yaslayacak bir omuzu bulamayışımızdır. Arkamızdan kimsenin ağlamayacak olmasından duyulan burukluğumuzdur. (“Şimdi ölsek en fazla kahvede çaylar soğur,” Yılmaz Odabaşı).
Yalnızlığımızdır, çay. Yalnızlığımızı paylaşanımızdır. Etrafta kimsecikler yokken, herkes el ayak çekmişken meydandan, yanımızda duranımızdır. Efkârımıza ortak olanımızdır. En dertli anımızda bile gönlümüzü hoş tutanımızdır. Bizi asla tek başımıza bırakmayacak olanımızdır. Bunun için bağlanırız ona ilanihaye. Çay bize iyi gelir. (“Biz çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz,” Oğuz Atay).
Mutluluğumuzdur. Yürekten başkasına sunduğumuzdur. (“Her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım, seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana,” Murat Menteş).
Sevdamızdır, aşkımızı ifade etme vasıtamızdır. (Benim çay bardağımda senin gözlerin olur, senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda,” Sezai Karakoç). Mizanımızdır. (Çay bardağında bırakılan dudak payı kadar bile uzak kalamam gözlerine,” Sunay Akın).
Geçmişimizdir. Anılarımızı ayaklandıranımızdır. Tarihe emanet edip orada kalmasını arzu ettiklerimizi aklımıza getirenimizdir. Bir çekmeceye koyup üzerine kilit vurduğumuz ve tesirini kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz anları sürekli taze tutanımızdır. (“Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer,” Can Yücel).
Geleceğimizdir aynı zamanda. Umudumuzu alevlendirenimizdir. Bütün kapılar kapandığında ve karanlıklar bastığında her tarafı, ruhumuza metanet veren ve başka bir kapının, başka bir yolun olduğunu, olabileceğini bize düşündürenimizdir. (“Çay, henüz her şey bitmedi demektir,” Cezmi Ersöz).
Değerlimizdir o bizim. Hürmet ederiz ona. Hoyrat davranamaz, alelusul bir iş nazarıyla bakmayız, bakamayız çaya. Hakkını teslim eder, kadrini kıymetini bilir, ona gerekli ihtimamı gösteririz. Aşkla muamele eder, şevkle demleriz onu. Zira çay, çay gibi olmalıdır.
Medeniyetin temeli
Peki, çay nasıl çay gibi olur? Aklımızı bazen başımızdan alan bazen başımıza getiren bu mübarek içeceğin hakkı nasıl verilir? Meraklısı olmayana çerez bir mesele gibi görünebilir bu, lakin bizim için mühimdir. Üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Onun için size kıdemli bir çay severin tavsiyelerinden bahsedeceğim. George Orwell’a kulak kabartmanızı rica edeceğim.
“Güzel bir fincan çay” * başlıklı kısa bir yazısı var Orwell’ın. 12 Ocak 1946’da Evening Standard’da yayınlanmış. Orwell yazının başında, o dönemin yemek tarifi kitaplarında çaydan söz edilmemesini eleştirir. Hem İngiltere’de hem de İrlanda, Avustralya ve Yeni Zelanda’da medeniyetin temellerinden biri çay iken ve en iyi çayın nasıl yapılacağı şiddetli tartışmalara yol açarken, yemek kitaplarında çaya yer verilmemesini veya çayın birkaç üstünkörü laf ile geçiştirilmesini “tuhaf bir durum” olarak niteler.
Sonra kendi çay tarifine geçer. İyi bir çay için 11 kural sıralar. “Her birini altın değerinde gördüğü” bu kurallardan ikisi bana ters gelir. Hemen söyleyeyim: Bir, Orwell çayı fincanda içer, ben ince belli bardağı tek geçerim. İki, Orwell çaya süt katar, benim ise sütle işim olmaz. Çay ve sütü bir arada düşünemem bile. Kültürel farklılıklar derin ve çelişkiler uzlaşılabilir gibi değil; dolayısıyla bu iki hususta bir anlaşma yolu bulabilmenin imkânı da yok gibi!
Gerçek çay sever koyu çay içer
Fakat geriye kalan dokuz kuralda ise Orwell ile ortaklaştığımız sağlam bir zemin var. Hemfikir olduğumuz konulara bakalım:
Bir, Hint ya da Seylan çayı kullanılmalı. (Ben, Seylan taraftarıyım.)
İki, çay az miktarda -yani demlikte- yapılmalı, semaver çayından uzak durulmalı.
Üç, demlik önceden ısıtılmalı. Isıtmak için demliği sıcak suyla çalkalamak yerine demliği ocağın yanına koymalı.
Dört, çay sert olmalı. “Bence bir fincan koyu çay, yirmi fincan açık çaydan iyidir. Bütün gerçek çay severler koyu çaydan ve hatta her geçen yıl biraz daha koyu çaydan hoşlanırlar.”
Beş, çay doğrudan demliğe konulmalı. Süzgeç, kese ya da çayı hapsedecek başka bir araç kullanılmamalı. Çayın demlik içinde serbest hareket etmesini engellememeli. Demlik içinde rahat hareket etmezse çayın doğru dürüst demlenmeyeceği bilinmeli.
Çaya şeker katan şaşkınlar
Altı, çaydanlık demliğe değil, demlik çaydanlığa götürülmeli. Temas anında su gerçekten kaynıyor olmalı.
Yedi, çay yapıldıktan sonra karıştırılmalı, demlik bir çalkalanmalı ve ardından yapraklar çökmeye bırakılmalı.
Sekiz, fincana ya da bardağa önce çay konulmalı, diğer malzemeler (süt ya da su) sonradan eklenmeli.
Dokuz, elbette çay şekersiz içilmeli. Katıdır bu konuda Orwell. “Çayın tadını şekerle bozuyorsanız, kendinize nasıl gerçek bir çay sever diyebilirsiniz? Çaya karabiber ya da tuz katmak da eşit derecede makul olurdu. Çay dediğin acı olur, tıpkı biranın acı olması gibi. Tatlı hale getirdiğinizde artık çayın tadını alamazsınız, sadece şekeri tadarsınız.”
Orwell çayı sadece ısınmak ve canlanmak için içtiklerini ve çayın tadı gitsin diye şeker kattıklarını söyleyenlere çok kızar. “Bu şaşkın insanlara diyeceğim şudur: Çayı, mesela iki hafta boyunca şekersiz içmeyi deneyin, çok büyük bir ihtimalle bir daha çayınızı şekerle berbat etmek istemeyeceksiniz.”
Velhasıl Orwell, Cahit Zarifoğlu’nun “Ve oturdu mu bir masaya hakkını verir çay içmenin” dediklerinden biri. O halde demli bir çay içip bu güzel abinin ruhunu şad etmek, boynumuzun borcu olsun!
* George Orwell, Faşizm Kehanetleri, Çeviri: Aylin Onacak, Sel Yayınları, İstanbul, 2016, s. 74-77.