Demokrasi kültürünün tarihsel olarak yetersiz kaldığı ve zorlamalarla yeşerdiği bizim gibi ülkelerde parlamenter sistemin ideolojik bir dokunulmazlığı var. Merkezi hegemonyanın zayıflamasını, ‘halkın’ kendisini yönetmesini ifade ediyor. Bu algının temelinde parlamentonun varlığı ve gücü yatmakta. Teorik olarak da doğru… Liberal demokrasi teorisi bireylerin birbiriyle aynı olamayacaklarını ve her birinin sayısız tercih ve talep sahibi olduğunu varsayıyor. Dolayısıyla hiçbir iktidar herhangi birimizi tam olarak temsil etmiyor. Tercih ve taleplerimizin bazıları iktidar üzerinden hayata geçerken, bazıları da gerçekleşmiyor. Bu nedenle her seçimde teorik olarak farklı bir pozisyon almak, gerçekleşmeyen istekler nedeniyle muhalefete meyletmek normal hale geliyor. Eğer düzenli seçimler yapılıyorsa ve seçimle gelenler seçimle gidiyorsa ortaya toplam tatmini uzun vadede sağlayan bir düzen çıkıyor…
Öte yandan bireyler arasındaki farklılıklar oyları dağıtacak ve muhtemelen hiçbir siyasi görüşü tek başına iktidar yapmayacaktır. Eğer kuramın varsayımlarını veri alırsak, parlamenter demokrasinin ‘doğal’ durumu koalisyonlardır. Asıl ilginci, yine kuramı veri alırsak, koalisyonlar tek partili hükümetlere nazaran toplam tatmini daha yükseltmeye eğilimlidir. Çünkü iktidar içi farklılaşma daha fazla toplumsal temsiliyet ve daha fazla bireysel tercihin hayata geçmesi demektir.
Ne var ki parlamenter demokrasilerin hemen hepsi ‘istikrar’ adına teorinin bu öngörüsünü bozarlar ve böylece siyasi sistemi optimumdan bilerek uzaklaştırırlar. Dahası birçok ülkede idealize edilmiş bir tarihsel geçmiş, ‘bireyselleşmiş’ bir toplum yoktur. Bu tür ülkelerde kişiler çok az sayıda kriter üzerinden tercihte bulunurlar ve sonuçta tek bir partiyi uzun yıllar iktidarda tutabilirler. Böylesi partilerin gücü ve karizması da çok yüksek olur. Meclis çoğunluğunu elinde tutan parti hükümetin yasama tarafından denetlenmesini engelleyebildiği gibi, ihtiyaç duyduğu her türlü yasayı da Meclis’ten çıkartabilir. Yargı da nihayette bu sisteme müdahalede etkisiz kalacaktır, çünkü yargı yasaları uygular ve yasalar da çoğunluğa sahip parti tarafından çıkarılmaktadır. Üstelik bu yapıyı ‘gayrimeşrulukla’ da suçlamak mümkün olamaz, çünkü seçimler yapılmakta, muhalefet seçime girmekte ama halkın teveccühünü kazanamamaktadır.
Ülkelerin tarihsel dönüşüm dönemleri bu tablonun ortaya çıkma ihtimalini artırır. Türkiye de bu türden bir geçiş yaşamakta… Eğer demokrasi aranıyorsa bunun parlamenter sistem içinden çıkmayacağını görmekte yarar var. Parlamenter sistem farklılığın bireylerde cisimleştiği, toplumsal olgunluğun yerleştiği ‘barış’ ortamlarında etkindir. Cemaatçi toplumsal yapılarda ve tarihsel/kimliksel kavganın sürdüğü ortamlarda ise demokrasi üretmesi imkânsıza yakındır. Sonuçta ya kaotik ve istikrarsız fetret dönemleriyle ya da çoğunluk iktidarlarının hem iktidar hem muhalefet tarafından hazmedilme sorunuyla karşı karşıya kalırsınız.
Başkanlık kendi başına demokrasiyi garanti etmiyor… Ama bizim tür ülkelerde parlamenter sistem hiç etmiyor.