554 gündür Diyarbakır’da HDP İl binasının önünde toplanan anneler evlatlarını PKK’dan istiyorlar.
Dün bu annelere oğlu yedi yıl önce 17 yaşındayken dağa giden ya da annesinin tarifiyle dağa kaçırılan Batmanlı bir anne daha eklendi.
Toplantı gösteri hakkının neredeyse askıya alınmış olduğu bir ülkede, 1995’den beri her hafta Galatasaray Lisesi önünde toplanıp kayıp yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri’ne izin verilmezken, bu eylemin 554 gündür bir parti binasının kapısında yapılabilmesi tabii ki devlet desteğini gösteriyor.
AK Parti İl Başkanlığı kapısında benzer bir eyleme 5.5 saniye bile izin verilmezdi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kardeşini o eyleme götürüp poz verdirmek bunun siyaseten nasıl kullanıldığının da son örneğiydi.
Ama her ne olursa olsun, bunların hiçbiri evlatlarını arayan annelerin haklılığına gölge düşürmüyor.
Sayı bazen artıyor, bazen azalıyor.
Bazı anneler çocuklarına kavuşarak oradan ayrılıyor, bazıları ise kötü haberlerini alarak…
En son PKK’nın kaçırdığı çocukları için yıllarca Diyarbakır’a gelerek bu eyleme katılmış asker ve polis anneleri gibi…
Gara’da şehit edilen astsubay Semih Özbey’in annesi Sadiye Özbey, ikinci gününden itibaren Malatya’dan Diyarbakır’a gelerek bu oturma eylemine katılmıştı.
Daha sonra diğer rehine asker ve polislerin anneleri de eyleme katıldılar. Orada evlatlarını arayan diğer annelerle buluştular.
O buluştukları annelerden biri eyleme beşinci gününde katılan Bayram’ın annesiydi.
Bayram iki yıl önce 2018 yılında daha 19 yaşındayken Diyarbakır’daki evinden çıkmış ve bir daha ondan haber alınamamıştı.
Annesi, haftalarca her gün biri down sendromlu olan iki çocuğuyla buraya gelip, oğlunun fotoğrafıyla oturma eylemine katıldı.
Eylem alanını ziyaret eden gazeteciler, siyasetçiler elinde minyon bir çocuğun fotoğrafını tutan iki çocuklu genç anneyle yakından ilgilendiler, hikayesini dinlediler.
Pek çok kez hikayesi haber oldu.
Anadolu Ajansı da 2020 yılının yazında onunla bir röportaj yaptı.
Kararlılığı ve safiyeti insanı etkileyen genç anne, o röportajda üç yıldır haber alamadığı oğluna şöyle seslenmişti:
“200 yıl da geçse burayı terk etmeyeceğim. Ölümüne geldik buraya. Ölsek de kalsak da anneler olarak buradayız. Oğlum gel seni bekliyorum. Oğlum benim ilk göz ağrımsın, seni çok özledim. Ben şu anda asker yolu gözlemek istiyordum. Oğlumun şu anda askerde olması gerekiyordu. Niye kandırdılar?”
Daha sonra Yeni Şafak gazetesinin dijital platformu GZT de anne-oğlun hüzünlü hikayesini evlerine giderek haber yaptı.
Anne, oğlunun hala Galatasaray nevresimleri serili odasını onlara açtı, çayı ne kadar sevdiğini anlattı.
Genç yaşta evlenmiş ve oğluyla büyümüş bir annenin hasreti izleyen herkesin içine burkmuş olmalı.
Ama haftalarca o il başkanlığı önündeki çadırda yan yana oturduğu rehine askerlerin ve polislerin annelerinin Gara’dan acı haberi almasından bir kaç gün sonra o da sessizce HDP binasının önünden ayrıldı.
Çünkü oğlu Kandil’in Gara’da öldürüldüklerini duyurduğu 14 PKK’lıdan biriydi.
Oğlunu üç yıl sonra ilk kez PKK’nın Gara açıklamasında gördü.
Açıklamada anne ve baba adı, Bingöl’de ailenin geldiği Musyan köyünden aldığı kod adıyla birlikte Bayram’ın PKK üniformalı fotoğrafı yer alıyordu.
PKK’nın “Gare Direnişi” diye başlayan açıklamasında oğluna özel bir paragraf ayrılmış, onun tek başına bir tepeyi nasıl savunduğu ve askerleri oradan uzaklaştırdığı uzun uzun anlatılmıştı.
Aylarca yan yana oturarak evlatlarını bekleyen annelerin evlatlarından bazıları o dağda rehineydi bazıları ise onları kaçıran örgütün gardiyanı…
Çatışmada karşı karşıya gelmişlerdi. Günün sonunda hepsinin annelerine aynı acı haber geldi.
Ama eğer Bayram, bu olaydan önce yakalansaydı ya da teslim olsaydı onun muhtemelen Emniyet’te ya da Valilik binasında annesiyle buluştuğu anı akşam haberlerinde bütün Türkiye mutlulukla izleyecekti.
İçişleri Bakanı arayıp anneyi tebrik edecekti.
Ama şimdi haberlerde Gara’da “etkisiz hale getirilen”, “gebertilen” teröristlerden biri. Öldürülmesi bir teselli sebebi.
Bundan beş ay önce Anadolu Ajansı’nda annesinin özlediği evladı olarak fotoğrafları haber olurken, beş ay sonra PKK’nın sitesi ANF’de Gara’da direnen PKK’lı olarak haberleri çıktı.
Hatta artık ondan evlat diye bahsetmek, eğer gelirse cenazesine katılmak terör propagandasına girebilir.
Şimdi bu annenin oğlunun öldürülmesi için ne düşünmeliyiz?
İşte çözümü kolay olmayan mesele esas olarak bu.
İç içe geçmiş trajediler, 40 yıldır çözülememiş bir kördüğüm bu.
Belki bazıları için bu kavramları kullanmak siyaseten bir tatmin sağlıyor olabilir, sorunu böyle tarif etmek ideolojik bir bayrak sallamaya da dönmüş olabilir ama hayır sahiden de can yakıcı, gerçek bir sorun olduğu için buna ısrarla Kürt sorunu diyoruz.
Kürt sorunu ve PKK, hem birbirinden farklı ama aynı zamanda ikisi birbirinin nedeni ve sonucu.
40 yıldır değişmeyen sorun, çözüm sürecinin, hendeklerin, Demirtaş ve diğer HDP’lilerin tutuklanmasının ardından 2018 yılında bile 19 yaşındaki, annesinin asker yolunu bekleme hayalini kurduğu Diyarbakırlı bir gencin Galatasaray çarşaflı yatağından çıkıp, çayını içip neden dağa gittiği sorunudur.
Sorun onun kurtarılması gereken bir evlat mı, etkisiz hale getirilmesi gereken terörist mi olduğuyla ilgili kafa karışıklığıdır.
O yüzden sanki daha önce hiç kapatılmamış gibi HDP’nin kapatılmasını bugün hala bu sorunun çözümü olarak savunanlar, kapatılan 10 partiden sonra bugün artık yüzde 10’ları rahatça aşmış, Meclis’teki iki Türk milliyetçisi partiden daha çok oyu ve milletvekili alan bir partinin, yıllarca Meclis’te başkanvekilliği yapmış, milletvekillerinin kürsüye çıkınca “sayın başkan” diye selamladığı, Dolmabahçe’de bakanlarla yan yana oturmuş meşru liderinin adının bile kendi parti liderleriyle yan yana anılmasından rahatsız olanlar için hayat çok kolay.
Onların böyle karmaşık sorunları yok.
Çok sevdikleri ülkenin en çetin ve en karmaşık meselesinin çözümüne kafa patlatmıyorlar.
Hatta bir mesele olduğunu bile görmezden gelip, en steril pozisyonda duruyorlar.
Evet Türkiye’de PKK şiddetini meşru gören, onunla arasına mesafe koyamayan, siyasi şiddete mazeretler üretebilen bir ideolojik körlük var. Ama 100 yıllık bir meseleyi, 40 yıldır can yakan ve her şeyin denendiği bir sorunun varlığını inkar etmek en az bunun kadar ciddi bir körlük.
Cevap bekleyen bir soru da şu;
Peki neden 1991’den beri Meclis’te bulunan, seçimlere giren, meşru alanda siyaset yapan ve bu çizgide kurulmuş partiler içinde, askeri olarak zayıflayan PKK karşısında en güçlü siyasi temsile sahip olan HDP, sanki daha önce böyle bir parti hiç olmamış gibi bugün bu kadar şeytanlaştırılıyor, neden kapatılması acil bir mesele haline geldi?
Neden terörün zirveye çıktığı günlerde değil, neden hendekler zamanında değil, Kobani olaylarının olduğu günlerde değil, HDP’lilerin daha sorunlu açıklamalar ve davranışlar içinde olduğu zamanlarda değil de bugün?
Bu sorunun cevabının HDP’nin siyaseten elde ettiği güç dışında bir cevabı var mı?
HDP bugün terörle arasına mesafe koymadığı için değil, siyaseten güçlü olduğu için tehlikeli.
Yoksa yüzde 10’ların altındayken de PKK ile arasındaki mesafesi aynıydı.
Bundan en ufak şüphesi olanlar şu sorunun cevabı üzerinde düşünebilir:
Eğer HDP, 23 Haziran İstanbul tekrar seçimleri öncesinde PKK’nın kurucusu ve lideri Öcalan’ın çağrısını dinleyip seçmenlerini CHP adayına oy vermemeye çağırsaydı ve bu sayede seçimleri Binali Yıldırım kazansaydı, bugün HDP PKK’yla ilişkiyle suçlanır, bir kapatma davası ve fezleke gündemimiz olur muydu?
Yani dürüst olmak gerek. Bugün mesele milliyetçilerin ve ulusalcıların dediği gibi bir vatan, toprak bütünlüğü, terör meselesi değil, siyasi bir meseledir, iktidar kavgası meselesidir.
Tam da yıllarca çözüm süreçlerinde amaç da bu meseleyi bir bölünme, terör ve şiddet meselesi olmaktan çıkarıp Türkiye sınırları içinde siyasi bir meseleye çevirmek değil miydi?
Artık haberlerde, siyasi tartışmalarda PKK’dan değil, HDP’den bahsedilmesi, artık meselelerin karakol baskınları, katliamlar değil, siyasi ittifaklar, kimin kimle görüşeceği olması bir ülkenin ali çıkarları için korunması gereken bir kazanım değil mi?
Ama ülkesini herkesten çok seven milliyetçiler ve ulusalcılar için galiba değil.
Onlar meseleye ülkenin uzun vadeli ali çıkarları açısından değil, kısa ve orta vadeli siyasi çıkarları açısından bakıyorlar.
40 yılda defalarca denenmiş ve işe yaramamış yöntemleri büyük bir heyecanla savunup, aksini söyleyen herkesin üzerine bayrak sallayıp, 18 yaşını geçmiş 6.5 milyon insan neden genel başkanının adını bile duymak istemedikleri bu partiye ısrarla oy veriyor, neden bu parti iki Türk milliyetçisi partiden daha çok oy alıyor gibi zor meselelere kafa yormuyorlar.
Toptan red ve inkarla, sadece askeri güçle sorunun ortadan kalkabileceğini zannediyorlar. Eski Genelkurmay Başkanı’nın 6 kez askeri olarak bitirdik sözünü dahi hatırlamıyorlar.
Diyarbakır’da yan yana oturan annelerin evlatlarını 50 kilometre ileride bir dağ başında karşı karşı getiren sorunun çözümüne dair derinlikli bir fikirleri yok.
Müthiş konforlu bir pozisyon bu.
O yüzden onları bu müthiş konfordan, bu steril pozisyondan kurtarıp, o soruyu sormak gerek:
Peki siz bu meseleyi nasıl çözeceksiniz?