Ana SayfaYazarlarPeter Pan’ın kulağını çekmek…

Peter Pan’ın kulağını çekmek…

 

Robert Stinnett’in adını duymamış olmanız normal. Denizci kökenli bir gazeteci olarak tam 17 yıl çalışmış ve 2400 Amerikalı askerin ölüp, 80 Amerikan askerî gemisinin yok edildiği Pearl Harbour baskınını, Japon kamikazelerin değil, ABD’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmak isteyen başkan Franklin D. Roosevelt’in yaptırdığını iddia etmişti. Meczup muamelesinden fazlasını görmedi. İkiz Kuleler ve Pentagon’un da vurulduğu 9/11 saldırılarının arkasında ABD derin devletinin olduğunu iddia eden onlarca belgesel yapıldı. (Bizdekinin tam aksine her olayı devletten bilen radikal Amerikan sağı. Ümit Kıvanç’ınkilerden de daha kaliteli.)

 

Ama bu iddiayı Amerikan merkez medyasında, Kongre’de dillendirmek manyak olarak adının tescillenmesi için yeterli sebep.

 

Paris’te aynı gün Charlie Hedbo dergisini basıp, ardından Yahudi marketindeki insanları rehin alıp katleden IŞİD hücresinin arkasında Hollande’ın olduğunu söyleyen bir meczup ise çıkmadı. En radikal solcular bile saldırıları Fransa’nın Türkiye’ye de epey yakın Suriye politikasına bağlayıp, “Katil Hollande” “Katil devlet” sloganıyla yürüyüş yapacak kadar cozutmadı. Paris’teki IŞİD saldırılarından sonra “Katilsiniz! Eliniz kanlıdır, yüzünüzden, ağzınızdan, tırnağınıza kadar her yerinize kan sıçramıştır. En büyük terör destekçisi olduğunuz ortaya çıkmıştır” diyecek bir siyasetçiye ise herhalde Kouchi kardeşlerin mahallesinden bile 13 oy çıkmazdı.

 

Ama Türkiye’de hepsi mümkün. Elde tek bir delil, karine yokken merkez medyada, tv’lerde bir IŞİD katliamının arkasında devlet olduğu ciddi ciddi tartışılıyor. En kibarı göz yumulduğunu söylüyor. Pentagon’u, Paris’i, Londra’yı, Madrid’i vurmuş bir terörün, daha önce de çeşitli kılıklarda defalarca vurduğu Türkiye’yi, Ankara’yı vurmasının arkasında muhakkak devlet, İslamcı iktidarın göz yumması, kasıt aranıyor.

 

Yüzde 13 oy almış silahlı bir örgütün siyasi kanadının lideri bu iddiasını CNN’e bile taşıdı: “Devlet desteği olmadan IŞİD bu saldırıyı yapamaz.” Amanpour bilse sorardı herhalde: “Peki sayın Demirtaş, kardeş örgütünüz PKK, 2011’de Ankara’nın ortasında Anafartalar’da canlı bomba patlatıp 9 kişiyi öldürürken, 2011’de Kızılay’ın ortasında Kumrular’da bomba yüklü araç infilak ettirip 5 sivili öldürürken de devlet desteği var mıydı?”

 

Bilenler bile soruyor mu ki, onu niye sorsun. 

 

Hiçbir şey bilmeden, ülke tarihinin en büyük, en acı terör saldırısından dakikalar sonra, polis bile elini delillere değmemişken faili ilan edip “katil devlet”, “katil Erdoğan, AKP” sloganları atan siyasetçilere,kelli felli gazetecilere “ne yapıyorsunuz! bu siyasetçiliğe, gazeteciliğe, insanlığa da sığmaz, toplumu birbirine düşürüp, canlı bombanın üzerindeki demir bilyelerin ulaşacağı alanı büyütecek laflar etmeyin” demenin işe yaramadığı, devleti istihbarat ve güvenlik ihmali var mı diye sorgulamanın kesmediği, gerçek katillerle, bunu niye ve nasıl yaptıklarıyla, bundan sonra ne yapmak gerektiğiyle falan ise hiç mi hiç ilgilenmeyen, birinci dakikasında katliamdan siyaset çıkarmanın, slogan üretmenin, hayatı durdurmak, devrimci hedeflerde kullanmanın yollarını arayan ve ancak siyaseten en karşısındakine parmak uzatıp “katliamı siz yaptınız, katilsiniz” denince tatmin olan bir ergen öfke var karşımızda…

 

James Barrie’nin 1904 yılında yazdığı Peter Pan oyununun tam adı “Peter Pan ya da Büyümeyen Çocuk”tu.

 

Herkes bilir Peter Pan büyümeyi reddeden bir çocuktur. Çetesiyle Kaptan Hook’la kapışıp durur. Türk solunun büyümeyi reddeden Peter Pan’ları denince aklıma gelen isimlerden biri muhakkak Ümit Kıvanç. Hep bir devrime beş var heyecanı, “bana bir solcu cinayet işledi dedirtemezsiniz” inanmışlığı, dünyayı iyi solcular ve kötü sağcılar arasındaki bir çizgi film sanan çocuksuluk. Ama kesinlikle samimi bir öfke, Türkiye standartları üstünde bir gerçeği arama performansı.

 

O yüzden Neverland’deki bu Peter Pan’ı hakikatle karşılaştırıp mutsuz etmek istemem. Ama maalesef insan polemik yapacağı kişiyi seçemiyor. Mümkün olsa tabii ki bir Peyami Safa’yı bir Refik Halid’i tercih ederdim.

 

Ama belki bu yazışmaları okuyan ve hâlâ gerçeği anlamaya çalışan dört kişi kalmıştır diyerek bir cevap yazmak zorundayım.

 

Cümle cümle olacak biraz. Şöyle başlıyor:

 

İktidar propaganda aygıtının az sayıdaki akıllı cengâverlerinden biri, Ankara katliamı üzerine, üzüntünün, acı paylaşmanın, başsağlığı havasının hiçbir yerine sızamadığı, ibretlik bir yazı yazdı.”

 

İltifat için teşekkür ederek başlayalım, o kadarlık bir hukukumuz vardı.

 

“Kınama mesajı yayınlamayan gazeteci” ucuz bir popülizm çabası. Ama “korkunç bir katliam” diye başlayan ve süren, katliamın bir toplumsal kutuplaşmaya neden olmaması için yazılmış bir yazıya edilmiş bu lafları, Kıvanç’ın Ankara katliamı sonrası bana cevap vermek için oturup yazdığı bu ilk yazısı  için de çok rahat kullanmak mümkün: “Üzüntünün, acı paylaşmanın, başsağlığı havasının hiçbir yerine sızamadığı…”

 

Tabii ki ibretlik de. Mesela şurası:

 

“Oğur önümüze 'olağan şüpheli'ler atarak başlıyor. Önce 'Suriye istihbaratı' ve 'cemaatçi savcı ve polisler.' Reyhanlı'da 55 cana mal olan patlamayla ilgili olarak 'savcının elinde katliamın emrini Suriye İstihbaratı’ndan ‘Ebu Firas' kod adlı Anas Asalieh'in verdiğine dair onlarca sayfalık tape, istihbarat notu, ifade var'mış.Bir istihbarat işinde, 'emri şu verdi' diye 'onlarca sayfalık tape, istihbarat notu, ifade'! Ne ilginç! Mütemadiyen 'emri bu verdi', 'emri bu verdi' diye konuşmuşlar. Yazarın güçlü kanıtı şu: Suriye’nin Türkiye’ye düşmanlığı açık, muhaberatın yapıp edebildikleri dünyanın malumu...”

 

Cehalet değil ama cahil cesareti insanı kızdırır haklı olarak. Özellikle de 55 insanı öldüren bir katliam için müstehzi bir dille ve 350 bin insan öldürmüş bir katil diktatör uğruna yapılırsa.

 

“Mütemadiyen 'Emri bu vermiş' diye konuşuyorlar” lafını nereden uydurduğu bir tarafa, Reyhanlı

Katliamı hakkında konuşmak için katliamın 6 aylık hikayesinin anlatıldığı bir yazı tavsiye edebilirim.

 

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/587769.aspx.

 

Tabii nefreti ırkçılığın, İslamofobinin kıyılarına vurmuş şöyle cümleler kuran biri için buna değer mi emin olamıyor insan: “İslâmcı zihin dünyasını manipüle etmek için bunlar yeterli kanıt. Bu zavallılığı iyi tanıyan Oğur gibiler bundan ekmek yiyor”

 

Şurası için bir iki laf edip bitirelim bu mevzuyu: “Suriye devletinin görevlendirdiği iki canlı bombacının Ankara'nın göbeğine bombalarıyla gelip kendilerini uçurmuş olduğuna ihtimal vermemizi istiyor Oğur”

 

Suriye gibi yurtta barış dünyada barış ilkesini şiar edinmiş bir devletin, düşman ilan ettiği bir ülkenin başkentindeki patlamada olağan şüpheliler listesine sokulmasına bile tahammülü yok Kıvanç’ın.

 

Halbuki barış için siyasi müzakerede karar kılıp, yıllarca Öcalan’la, PKK’yla görüşmüş bir sivil iktidarın, kendi başkentinde barış isteyenlerin arasında patlatmak için canlı bomba göndermiş olabileceğine veya gönderilmesine seyirci kalabileceğine inanmış biri için çerez mahiyetinde bir “akıl” yürütmesiydi bu.

 

Ayrıca, Suriye istihbaratını Reyhanlı katliamı öncesi Ankara’da Kocatepe Camii altındaki bir alışveriş merkezinde bomba patlatmak üzere yaptığı hazırlıklar hakkında da epey malzeme var yukarıdaki linkte.

 

Ama şurası bana çok koydu gerçekten:

 

“Çünkü, Oğur'a göre, 'geliyorum diyen saldırı için bütün uyarılara rağmen son ana kadar adım atmayan cemaatçi savcı ve polislerin apaçık ihmalleri' yüzünden olmuş o felaket. Polisle savcı paralelse, bakan, başbakan, kimse sorumlu olmuyor, akan sular duruyor. Nasıl bir zavallılıktır…”

 

Gerçekten bu nasıl bir zavallılıktır. Üzerine tonla yazı yazıp, belgesel çektiği Hrant Dink cinayetine nasıl yol verdikleri bilinen, apaçık ihmalleri yüzünden de hapse atılmış cemaatçi polisler için bu cümleler sahiden akan suları durduran bir zavallılık.

 

Ama en zavallı yeri burası da değil yazının. İlk aday şu:

 

“Yine yetmezse”, diye devam ediyor yazarımız, tek cümlesinin her şeye yettiğinden emin; “PKK var” diyor. Ve örgütün şiddeti ve acımasızlığına dair ballandırma faslına girişiyor. Kimini eğip büktüğü, kimine geçerken başka tatlar kattığı bir dizi olgu sıralıyor. Böylece PKK'nin bir silahlı örgüt olduğunu, birçok şiddet eylemi yaptığını ve yapabileceğini anlıyoruz”

 

Okuyunca Ümit Kıvanç’ı bir ''mucizeyi'' gerçekleştirip “PKK'nin bir silahlı örgüt olduğunu, birçok şiddet eylemi yaptığını ve yapabileceğine” ikna eden satırlarıma gururla bir daha baktım.

 

Şöyle yazmışım:

 

“İzci örgütü olan değil, barış için yanıp tutuşan da değil. Devrimci halk savaşı ilan etmiş olan, salondaki kanepesinde otururken küçük kızları roketle vurup, askerî araç geçişi için koyduğu mayınlarla küçük erkek çocukların parçalandığı, yatağında uyuyan genç polisleri infaz edip, 3 yaşındaki kızının, balkonundan el sallayan karısının, sofrada otururken çocuklarının gözü önünde insanları infaz eden tanıdığımız, bildiğiniz terör örgütü olan, terör örgütü kalmaktan başka da bir derdi olamayan…”

 

Demek gazete haberlerinden alınma bu cümleler “örgütün şiddeti ve acımasızlığına dair ballandırma faslı”, “Kimini eğip büktüğü, kimine geçerken başka tatlar kattığı bir dizi olgu”ymuş Tabii Kıvanç’ın gerçeklerden özyönetim ilan edilmiş, etrafına hakikatlerin girmesi engellenen hendekler kazınmış Neverland’ında. Bilseydim, bir solcu yazarın PKK hayallerini bu denli yıkmamak için “ballandırarak” anlatmazdım bu günlük haberleri…

 

Çünkü PKK’nın bu ülkede patlamış bir bombada ilk akla gelebilecek olağan şüphelilerden biri olduğunu duyunca bile dellenen bir yandaşlık, kefillik var karşımızda.

 

Ama Ümit Kıvanç’ın bu kefilliği tesadüfi değil. Taraf’tan kalma bir polemikte de yazdığım gibi “Bana solcular asla cinayet işledi dedirtemezsiniz”le ifade edilebilecek bir temel ilkesi bu onun. Şu da başka bir örneği herhalde:

 

“Yine böyle bir şeyi asla yapmış olamayacaklarını bildiği DHKP-C’yi, “Esad’ın Mihraç Ural’ı”nı, MLKP’yi sıralayıp tipik zihin bulandırma işlemine geçiyor. Kendini adamış; ne hale düşüyorum diye bakmıyor”

 

Asla yapmış olamazlar dedikten sonra gelen ilk örgüt gördüğü, hoşuna giden bütün canlı bombaları üstlenecek kadar işin içinde. İkincisi için Google’a Banyas Katliamı yazabilirsin diyeceğim ama herhalde yazmaz. Ne diyelim “Kendini adamış; ne hale düşüyorum diye bakmıyor”

 

“Yıldıray Oğur, art arda sıraladığı örgütlerin değil devletin katliam faili gösterilmesine kızıyor. Çünkü devlet artık kendini adadığı siyasî hareketle özdeş; deriniyle, katilleriyle, provokatörleriyle devletin bütününü kucakladılar”

 

Devletin, iktidardaki siyasi partiyle özdeş olmasına bir demokrat ancak sevinir. Normali olanı bu 

zaten. Maalesef bizimki öyle değil henüz.

 

Ayrıca o devletin “paralelinin” propaganda siteleri dün yazısını heyecanla paylaşırken, o “devletin derini, katili, provokatörüyle” büyük Gezi direnişinde yan yana durduklarını unutmuş biri için fazla boyu aşmış laflar bunlar

 

Ben o yazıda olağan şüphelilere yazıp, IŞİD yapmıştır demiştim. Peki Kıvanç ne diyor bu saldırı için:

 

“Evet, biz de “devlet yapmış olabilir” derken, Cumhurbaşkanının birilerini çağırıp “Gar'ın oraya bomba koyun!” dediğini kastediyoruz zaten! Çünkü salağız! Değiliz. Oğur da değil. Ciddî olanı saçma olanın arkasına gizliyor”

 

Ah ne büyük bir titizlik bu! Peki neymiş sizin için “ciddi” olan? En baştaki meseleye döndük: Neye dayanarak diyorsunuz bunu, söyleyin de biz de bilelim?

 

Bilelim, belki biz de tövbe edip “Gar önünde canlı bomba patlatıp katliam yapmak gibi işlere karışmış bir iktidara karşı sizin taraftan “Yargılanacaksınız” diye bağırırız.

 

Yok. Tek ipucu dahi yok yazıda. Araştırılıyor herhalde, cemaat arşivlerinden çıkar bir şeyler. Troll hesaptan kanaat oluşturan troll bir entelektüel dünyaya daha fazla israf zaten.

 

Şunu yazan birine o bile fazla:

 

“Demirtaş'ın Diyarbakır ve Suruç katliamlarından sonra “Saray Gladio’su deyip mahçup olduğunu” ileri sürüyor? Nasıl mahcup oldu? İktidarın bu katliamlarla ilişkisi olmadığı mı kanıtlandı? Eylemlerin ardındaki organizasyon ortaya çıktı da MİT'in dahlinin veya haberinin olmadığı mı anlaşıldı?”

 

İnsanın başını döndüren bir hukuk anlayışı. Saray Gladio’sunun yapmadığı kanıtlandı mı yani?  Polemik yapacağın insanı seçemiyorsun diye baştaki hayıflanmanın nedeni buydu işte. Pes, insaf hatta yuh!

 

Ama şurada mide bulandırma aşamasına da gelmeyi başarmış yazar:

 

“Saymaya kimden başlıyor, tahmini kolay: Selahattin Demirtaş. Oğur, Demirtaş'ı PKK ve YDG-H silahlı eylemlerinden sorumlu ilan ediyor, aktarması bile insanın midesini bulandıran işler yapıyor. “Daha bir yıl önce çağrınla gencecik çocukları linç etmiş ağzının içine bakan silahlı çeteler” diyor. “Kobanê olayları” ve Yasin Börü'nün katledilmesini hatırlatıyor. Yani kırk dört (44) HDP'linin öldürüldüğü iki günden söz ediyor. Yasin'in hunharca katledilmesini Demirtaş defalarca kınamışken bunu diyor. Herhangi bir silahlı çetenin Demirtaş'ın lafına bakmayacağını, çete dediği YDG-H'nın ne olduğunu, ne olmadığını, HDP ve Demirtaş'ın Kürt hareketi denklemi içindeki yerini pekâlâ biliyor. Ama böyle sunuyor”

 

“Çete dediği YDG-H” Bence sözde çete dediği YDG-H yazmalıydı. Buna hevaller darılabilir. Herhalde 90’larda JİTEMciler için de böyle yazılar yazanlar vardı. Allah en sevmediğine benzetir işte.

 

Demirtaş’ın o çağrıyı niye yaptığını açıklamaya çalıştığı basın toplantısındaki terleri henüz kurumadı. En son “Börü ailesi kendi kullandırtmasın” dediği Demirtaş’mış kınayan.  Yasin Börü’nün annesine bir sorsun bakalım.

 

Sonra da 6/7 Eylül’den 60 yıl sonra bir cadı avının yaşandığı 6/7 Ekim’i savunacak hale düşüren kadere de isyan edin(!)

 

Biraz uzadı kusura bakmayın. Ama her cümle için söylenecekler var. Mesela şu nasıl es geçilebilir:

 

Oğur, Demirtaş'ı, “İki ayda yüzden fazla insan öldürmüş bir silahlı örgütün siyasi kanadının lideri” diye takdim ediyor. Bizi PKK ile görüşülerek Kürt sorununun çözüleceğine inandırmak için yüzlerce satır yazmış eski gazeteci!..”

 

Ben onu yaparken, “çözülmez, yapamazlar, demokrasi olmadan barış olmaz” cephesinden bildiren birinden güzel sözler. Evet size ancak PKK ile görüşülerek sorunun çözüleceğine inandırmaya çalışan kişi bendim. Tanıştırayım; Bu da PKK; silahlı örgüt.

 

PKK ile engin fikirlerinden yararlanılması için değil, silah bıraksın diye görüşülmesini savunuyorduk. Bence Kıvanç HDP’den aday olup, Kandil’deki mülakatlardan birine katılsa hatta vekil seçilince danışmanının yukardan gönderildiğini görse bile bu cümleyi yazardı.

 

Az sabır sona geldik sayılır.

“Can Dündar'ı, “MİT tırları haberinde tek kelime IŞİD geçmeden IŞİD'e giden tırlar diye tweet atarken ki sorumsuzluk” diye suçluyor Oğur. Haklı olabilir. Zira MİT TIR'larındaki silahlar muhtemelen IŞİD'e değil, bir başka cihatçı örgüte, Ahrar uş-Şam'a veya Sultan Murad Tugayları denen, muhtemelen MİT'in sevk ve idare ettiği yapıya gidiyordu. Bu Oğur'u veya hükümeti nasıl temize çıkarıyor, anlayamadım”

 

Valla Can Dündar’ın MİT tırları hakkındaki yalan haberciliğine ikna olmasına sevindim de Ahrar’a ya da

Türkmenlere silah göndermesi Türkiye’yi asıl kirletiyor onu anlamıyoruz işte. Gönderse keşke. YPG’ye gönderilen silahlar Amerika, emperyalizm falan demeden tertemiz nasıl olsa. 

 

Çünkü Kıvanç için onlar “üstün” Kürt ırkından ve “seçilmiş” solculardan. Ama şehirlerini bombalayan katil bir rejime karşı mücadele eden İslamcı Araplara, Türkmenlere giden silahlar kirli. Eh işte, o yüzden anlaşmak zor.

 

“Ahmet Şık'a sataşan, Fehim Taştekin'e iftira atan Oğur, Celal Başlangıç'a “PKK'nin adamı” yaftası yapıştırmaya çabalarken kazdığı kuyuya düşüyor. Şu sözler dökülüyor ağzından: “Kandil dağlarındaki komutanların uçağı olsa hep yan koltuğu şimdiden garantilemiş. Allah söyletir. Birine yaranmak, yanaşmak, ondan çıkar sağlamak… anlamındakullanılan tasvirin uçak-koltuk oluşu ne kadar hoş! İnsan utanır, diyeceğim, yine utanıyorum ve diyemiyorum. Uçak ve koltuk… Belki de seni bunlar bu hale düşürdü.”

 

Ümit Kıvanç herhalde bundan sonra Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın gezisini izlemek için uçağına binip ondan nasıl çıkar sağlanabildiği ve bu seyahatlerin insan ruhuna etkileri üzerine bir yazı daha kaleme alır da öğreniriz. Herhalde yükseklik korkusu var uçağa binmeyi Mars'a gitmek, zamanda yolculuk gibi uğruna her şeyin feda edileceği bir şey zannediyor.

 

Tabii bu yazıyı yazarken Kenan Evren’in uçak seyahatlerinde yanından eksik etmediği eski Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal’e de danışabilir. Bel altı muhabbetlerin döndüğünü kitabından okuduğumuz o 12 günlük Uzak Doğu seyahatinden herhalde bir çikolata getirmiştir Kıvanç’ın da bir parçası olduğu Cumhuriyet’in yazı işlerine.

 

Hayaller “Darbeciler önce verdiğin listedekileri asar keser” diye efelenmek, gerçekler, darbe

döneminde, darbecilere yandaş gazetenin mutfağında çalışmak.

 

Tabii bir de ortak paralel operasyonlara PR yapılan gazete tecrübemiz var.  Fena sayılmaz bu performanslar.

 

Oradan tepesinde, bu 40 yıllık muhafazakar gazeten bile kendini yenileyip logosunu değiştirmişken hâlâ daha “Türkiye Türklerindir” yazan, Hrant’ın ölüm fermanlarının çıktığı holding gazetesine kapak atmış sosyalist olmak da gözden kaçmayacak bir beceriye işaret ediyor.

 

Hem hep muhalif olup  hem de her daim iktidarda kalabilen bir Türk solcusuna herhalde bundan sonraki ilk darbede de bir yer bulunur.

 

Tabii yine de gözden kaçmamak için biraz daha büyümekte fayda var.

- Advertisment -