Henüz bir ay önce her şey Kürt siyaseti için gayet olumlu gözüküyordu. AKP seçim öncesinde Dolmabahçe mutabakatını kenara koymuş ve bundan yararlanan HDP barajı geçerek 80 milletvekili çıkarmıştı. Böylece Çözüm Süreci’nin gereğini yapmamasına rağmen Kürt siyaseti bir bedel ödememiş oldu. Seçim sonrasında bu alanda meşruiyet zemini hala HDP’nin lehineydi ve önümüzdeki dönemde hükümeti reformlar yönünde sıkıştırma gücü çok yüksek görünüyordu.
Ancak pek rasyonel olmadığı için tereddütle karşılanan bir ihtimal gerçek oldu: HDP’nin anti-AKP çizgisinin bir PKK stratejisi olduğu ve örgütün yeni bir çatışma dönemine hazırlandığı ortaya çıktı. Kandil açıklamalarıyla halk ‘özsavunma’ eylemlerine ve nihayet ‘devrimci halk savaşına’ davet edildi. Diğer cinayetlerin üzerine iki polisin yataklarında öldürülmesi ise yeni stratejinin mührüydü. Kısaca söylemek gerekirse, zaten Çözüm Süreci’ni benimsemeyen PKK, bilinçli bir kararla ateşkesi de bitirdi.
Oysa hemen herkes bu ihtimalin seçimle birlikte daha az rasyonel hale geldiğini düşünüyordu. Türkiyeli olduğunu kanıtlamak HDP’nin elindeydi ve bu yönde atacağı her adımın ülkeyi çözüme yaklaştıracağı açıktı. Ama PKK bu avantajı elinin tersiyle itip savaşa dönmeyi tercih etti. Acaba niçin? Siyasi bir perspektiften bakıldığında ilk görünen neden, barışçı bir sürecin yerleşmesini istememek ve taşıyıcı rolü fazlalaşan HDP’den rahatsızlık gibi gözüküyor. Kandil kendi işlevini ve gücünü korumak istedi… Ancak bunun mümkün, meşru ve inandırıcı olmasını da sağlamak durumundaydılar. Dolayısıyla soru, PKK’nın neye güvenerek böyle bir adım attığıdır. Yanıt bize IŞİD’i işaret ediyor…
PKK yönetimi muhtemelen şöyle düşündü: IŞİD ile mücadele devam ettiği sürece bölgedeki asıl karar alıcı olan ABD bizden yana olacaktır. Herhalde IŞİD’in uzun süre ayakta kalmasının Türkiye’yi sıkıştıracağı, giderek ülke içinde kaotik bir ortamın yaratılabileceği de umulmuştur. Belki ‘Türkiye eşittir IŞİD’ türünden gülünç bir söylemin Batı medyasında taraftar bulmasından da cesaretlenmişlerdir. Ama görünen o ki, PKK Türkiye’nin bir operasyona kalkışamayacağından, bunun ABD tarafından engelleneceğinden çok eminmiş.
Böyle bir hayalciliğin peşinden gidilmesi gerçekten çok irrasyonel ama şaşırtıcı değil. Anlaşılıyor ki PKK Türkiye’nin IŞİD’i kategorik bir düşman olarak algıladığını bile kavramamış. Türkiye’nin stratejik öncelikler açısından attığı veya atmadığı bazı adımların ‘ideolojik’ olduğunu sanacak kadar yüzeysel olabilmişler. Kürt siyaseti ne ABD’yi ne de Türkiye’yi anlamayınca, elindeki imkanları abartan bir aşırı özgüvenin rahatlatıcılığında kendisini kandırmış gözüküyor.
Bu tablonun altında daha dramatik bir durum var: PKK’nın irrasyonel davranmasına yol açan hayalcilik, geç kalmış milliyetçilikten besleniyor. Yüz yıllık bekleyişin ardından doğru tarihsel momentin geldiğine inanç, PKK’yı aşırı cesur ve yüzeysel kılabiliyor. 21. Yüzyılın bir ‘Kürt yüzyılı’ olacağı beklentisi, ele geçmiş gözüken fırsatların maksimalist bir strateji ile kullanılması dürtüsünü güçlendiriyor. Muhtemelen PKK yönetimi kendisini tarihe karşı sorumlu hissediyor ve ellerindeki ‘devlet kurma’ şansını sonuna kadar zorlamalarının ‘tarihin bilimsel yasasına’ uygun olduğundan da kuşku duymuyorlar. Ne var ki bu psikolojiden doğru siyasetin çıkması zor. O nedenle sonuçta gerçekliğin ideolojik çarpıtmaya tabi tutulması ve siyasetin de eldeki imkanları abartan bir romantik devrimciliğe rehin verilmesi bir sürpriz değil. Kürtler için şimdi bir kez daha ‘yeniden düşünme’ zamanı…