Ağrı-Diyadin’de hepimizin yüreğini ağzına getiren bir olay meydana geldi. İki buçuk yıldır olmayan ve bir daha asla olmamasını temenni ettiğimiz türden bir çatışma yaşandı. Hem iktidar, hem de HDP/PKK olayı bir provokasyon olarak tanımladı ve ama provokasyonun sorumlusu olarak karşı tarafı işaret etti. Daha önce de olduğu gibi taraflar tamamen karşı tarafı suçladı, bütün günahı onun üzerine yıktı.
İki farklı senaryo var burada: Hükümete göre, PKK insanları baskı altına alıyor, halkı HDP’ye oy vermeye zorluyor ve insanların özgür iradelerinin ortaya çıkmasını engelliyor. HDP ise, seçim barajını aştıkları için telaşa kapılan hükümet provokasyon üretiyor ve bunun günahını HDP’ye yıkmaya çalışıyor. Hükümete göre çatışma, askerin PKK’nin halka silahla dayatmada bulunulmasını engellemeye çalıştığı için çıktı. HDP’ye göre çatışma, partilerinin yükselişini engellemek için hükümet tarafından kurgulandı. .
Sorular…
Tarafların söyledikleri gereceğin bütününü yansıtmıyor elbette. Dolayısıyla ihtiyatlı olunmalı, söylenenlere dikkatli yaklaşılmalı. Cevaplanması lazım gelen sorular var. (İlk ateş kimin tarafından açıldı? Herhangi bir plan ve hazırlık olmadan 15 saat süren ve 10 binden fazla merminin kullanıldığı bir çatışmayı sürdürmek mümkün mü? vb. gibi) İçişleri Bakanlığı müfettişleri, Ağrı Cumhuriyet Savcılığı, siyasi partiler ile sivil toplum kuruluşları olayı derinlemesine incelemeli ve karanlıkta kalan noktaları açığa çıkarmalı.
Hükümet ile Genelkurmay Başkanlığı’ndan ve HDP ile PKK’den gelen açıklamaları okuduğumda benim kafamda şekillenen resim şöyle: HDP, bir fidan dikme etkinliği düzenliyorlar. Alana bir platform kuruluyor. Oraya PKK’lilerin gelip konuşma yapması planlanıyor. Nitekim HDP Ağrı İl Başkanı Sabri Tayfur “PKK’lilerin çatışmak için değil şenliğe katılmak için” orada bulunduklarını belirtiyor. Valilik, bunu engellemek için asker gönderiyor ve çatışma çıkıyor.
6-8 Ekim sonrası
Şimdi, çözüm sürecinde PKK’nin hareket etme imkânları arttı. PKK’liler özellikle kırsalda yapılan birçok etkinliğe katıldıkları biliniyor. Bir çatışmaya mahal vermemek için bu etkinlikler görmezden gelindi. Lice’deki yol kapatma eylemlerinde olduğu gibi asker ile PKK’nin yakınlaştığı ve çatışma ihtimalinin belirdiği anlarda ise, sivil toplum temsilcileri araya girdi ve çatışmaları engelledi. Ağrı’da da böyle bir mekanizmaya başvurulsaydı çatışmaları önlemek mümkün olabilirdi.
6-8 Ekim Olaylarından sonra birçok denge sarsıldı. Bir kere, PKK’li olmayan kesimler devletten “kamu güvenliğini tesis etmesini” istediler. Bu talebin karşılıksız kalması düşünülemezdi. İkincisi, seçimlerin yaklaşmasıyla seçmenlerin özgürlüğü ve güvenliği endişeleri arttı. Devlet, PKK’nin silahlı unsurlarıyla görünür olmalarına müsamaha göstermemeye başladı. PKK’nin yerleşim birimlerinden uzak durmasını istedi. Kırsal üzerindeki etkisini azaltacağından bu isteğe olumlu yaklaşmadı, faaliyetlerine devam etti, bu da çatışma zeminini canlı tuttu. Hem PKK, hem de devlet içinde süreçten rahatsız olanların varlığı da buna eklenince çatışma potansiyeli de arttı.
Öncelikle HDP istemeli
Herkesin “hayati” sıfatını layık gördüğü bir seçime gidiyoruz. Seçimlerden çıkacak olan sonuç, Türkiye’nin de HDP’nin de kaderini etkileyecek. HDP’nin başarılı olması, Türkiye’de demokrasinin güçlenmesine ve silahın bütünüyle devreden çıkmasını katkı sağlayacak. HDP’nin seçimlerde başarılı olması için ise PKK’ye ihtiyacı yok. Zira bu geleneğin mevcut iki siyasi partisi var. Güçlü sivil toplum ağına, gazeteden dergiye televizyondan radyoya çeşitli medya kuruluşlarına, cevval bir sosyal medya desteğine sahip. PKK çekilmeli ve seçimlere herhangi bir şekilde müdahalede bulunmamalı, bunu da herkesten önce HDP istemeli.
PKK’nin çekilmesinin iki faydası olur: Birincisi, PKK’nin herhangi bir şekilde ve herhangi bir yerde silahla boy göstermesi bir baskı anlamına gelir ve HDP’nin alacağı oyları tartışmalı kılar. PKK’nin alanda silahla durduğu müddetçe HDP daima oylarını silaha borçlu olduğu ithamına maruz kalır ve Demirtaş’ın yaptığı gibi (“Kim silah gücüyle oy topluyorsa Allah bin defa onun belasını versin!”) hep kendini savunmak mecburiyeti hisseder. Bu, HDP’ye de haksızlık. PKK çekilerek HDP’yi rahatlatmalı; seçimlerin ve HDP’nin aldığı oyun meşruiyetini güçlendirmeli.
İkincisi, çekilme, PKK ile askerin karşıya gelme ve çatışma riskini ortadan kaldırır. Sürekli olarak şikâyet edilen provokasyonların oluşmasının önüne geçer. Çatışma ve provokasyonların hem HDP’ye, hem de AKP’ye zarar verdiği akılda tutulmalıdır. Çatışmanın süreklilik kazandığı, ölümlerin yaşandığı ve memleketin farklı bölgelerine genç cenazelerinin gittiği bir ortamda ne HDP Türkiye’nin Batısında çalışabilir ve buradan oy alabilir, ne de AKP bundan yakasını sıyırabilir. Çatışma hali, sürece mesafeli veya karşıt bir duruş sergileyenleri güçlendirir. Seçimin rahat ve güvenli bir şekilde yapılmasını engeller, vatandaşın tercihinin manipüle edilmesine neden olur. Dolayısıyla gerek seçimin ve gerek sürecin kuvvet kazanması için yapılması gereken PKK’nin çekilmesidir.
Siyasetin çıkartması gereken ders…
Ağrı’daki çatışma ve sonrasında yaşananlar iki noktanın da altının çizilmesini gerektiriyor: İlki ve can sıkıcı olanı, Kürt meselesinde hararetin artmasının askerin müdahale sahasını genişlettiğinin bir kez daha görülmesiydi. Ordu yıllarca Kürt meselesinin varlığını vesile kılarak vesayetini kurumsallaştırdı, vesayetini büyütecek hiçbir fırsatı kaçırmadı. Herkesin buna dikkat etmesi lazım.
İkincisi ve yürek ferahlatıcı olanı ise, halkın barışa ve insanlığa sahip çıkmasıydı. Oradaki insanlar kimsenin ölmemesi için kendilerini ateşin ortasına attılar. Asker veya PKK’li fark etmez, tek bir canın yitmemesi için kendi hayatlarını ortaya koydular. Davranışları gerçekten takdire şayandı, onlara çok şey borçluyuz. Halkın bu ölüm karşıtlığı, barış duyarlılığı ve kararlılığı – başta sürecin aktörleri olmak üzere- herkese ders olmalı.