Bazı Kürt gençleri içinde, "silah olmazsa olmaz" diyen güçlü bir eğilim bulunduğunu, bana gönderilen mektuplardan görmeye devam ediyorum. "PKK silahı bırakırsa devlet bizi ezer" anlayışının, hala gücünü koruduğu, açık. Barışçı mücadele önerilerini, "senin dediğin teyyare" tepkisiyle karşılayan bir anlayıştan söz ediyorum. Bu topraklarda acılara yol açan bir şiddet geleneğinin tekrar dirildiğine tanık oluyoruz.
Şiddetle hesaplaşma
Serbestiyet.com’da, Gürbüz Özaltınlı, tam da bu konuyu, son dönemde artan PKK saldırılarını, bu bağlamda da “siyaset ve şiddet sorunu”nu, masaya yatırıyor:
"Kanımca Türkiye, siyaset ve şiddet üzerine yeni yeni düşünmeye başladı. Bu tartışmanın demokratik kültürün güçlenmesi yönünde ilerlemesi için umut yine muhafazakâr sosyoloji ve -bütün cılızlığına karşın- evrensel değerlere yaslanan liberal demokrat çevrelerde. Daha da ileri giderek, Kemalist ideolojinin etkisi altındaki kentli seküler orta sınıflara bile güvenebiliriz. Fakat öyle gözüküyor ki; ne sol dünyanın, ne Kürt siyasetinin ne de Türk milliyetçiliğinin bu tartışmaya olumlu bir katkısını bekleyebiliriz. Tamamının tarihsel pratiği ve entelektüel zemini, şiddeti meşru bir siyaset aracı olarak tanımlayan köklere sahip. Öcalan gibi bir efsanenin dahi inisiyatifini tehdit eden bir siyaset kültüründen söz ediyoruz."
Şurası bir gerçek: Ülkemizdeki sol hareket içinde ,"silah ve şiddet" meselesi, henüz çözülmedi. Türk milliyetçiliğinin de, “şiddeti bir seçenek olarak gören refleksten”, gerçek anlamda koptuğunu, söyleyemiyoruz.
Literatürde, "haklı şiddet", "haksız şiddet" gibi “teorik ayrım”lar da vardır. Şiddeti savunan “solcu”lar, “kendi şiddetlerinin haklı şiddet olduğu” konusunda bir ön hükümle hareket edebiliyorlar.
Günümüz dünyasında, “sol şiddet”e dair teorik tartışmalar, hala güncel. Örneğin, Avrupa, bu konuları, yoğun şekilde tartışmayı sürdürüyor. “Sol şiddet”e ilişkin, yeni eleştiriler gelişiyor.
Şiddeti haklı görmek
Son haftalarda ülkemizde yaşananlara gelirsek… Şiddet konusunda net bir tutum sahibi olmayanlar için, görüntü şu şekilde: “Devlet şiddete başvuruyor, PKK de haklı olarak buna kendi usulüne göre cevap veriyor”… Daha da ilerletince, "Ben siyasette şiddete karşıyım ama; ne yapsın PKK, Kürtlere yönelik baskılara seyirci mi kalsın?" noktasına gidiliyor.
Sol hesaplaşmadı
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde; bu tartışmayı, çok boyutlu şekilde yaşamıştık: Ülkücülerle, ülke çapında yaygın bir silahlı çatışma yaşayan solcular; şiddetin meşrulaştığı ortamda, “sol içi şiddet”i de normal karşılamayı, sürdürdüler.
O ortamda, en örgütlü şiddet olarak ise, “devlet şiddeti” devreye girmişti. Bütün bu şiddet örgütlenmesinin, çok daha ağırını; hem bu gruplara, hem de topluma, uygulamaya kalkışmıştı.
Günümüze gelirsek: Kürtler, özellikle son yıllarda, önemli siyasi ve sosyal kazanımlar elde ettiler. Türkiye gibi, “demokratikleşmeyi tamamlayamamış” bir ülkede; 10-15 yıl önceye kadar hayal bile edilmesi zor olan adımlar denendi. Kürtler, siyaset alanında meşrulaştılar. Daha önce alışkanlık hale gelmiş olan kapatma davaları, geride kaldı. Medyanın dili ve tavrı değişti.
En önemli sıçrama, 7 Haziran seçimlerinde yaşandı. HDP, Türkiye'nin batısında da yoğun şekilde kabul gören bir başarı kazandı. Öcalan'ın yeğeninin Meclis açılışında katip üye olarak görev aldığı bir görüntüye, Türkiye'nin batısının da önemli bir çoğunluğu, makul gözlerle baktı.
Meşru zemin dinamitlendi
80 milletvekiliyle grup kurmuş bir siyasi parti varken, ülkedeki iletişim ve diyalog imkanları büyük bir hızla genişlerken; “silahın hak aramak için kullanıldığını” savunabilenlere; anlam vermekte zorlanıyorum.
Şu noktada, ilkesel bir karar gerekli: Siyasette şiddet ve silah, haklı/ meşru olabilir mi? Soruyu somutlaştıralım: PKK'nin son şiddet eylemlerinin, Kürtlere bir faydası olabilir mi? Yakılıp yıkılmış kentler, eğitimden kopmuş gençler, ekonomik ve sosyal yıkım… Kaybedilen yaşamlar… Bunlardan; Kürtler veya Türkler adına, “sol değerler” veya “insani değerler” adına; herhangi bir kazanım doğma ihtimali var mı?
Konuyu yine Gürbüz Özaltınlı'nı bir değerlendirmesiyle bağlamak istiyorum:
"Ölenin ve öldürenin kimliğine göre tutum değiştirmeyen yaşam hakkı savunucularına ihtiyacımız var; ikiyüzlü propagandistlere değil…"