Öcalan, 31 Mayıs 1999’da İmralı’da ilk kez mahkemenin önüne çıkıyordu. Kimlik tespiti yapıldı, prosedürel formaliteler yerine getirildi. Öcalan savunmasına, baskı, hakaret ve işkence görmediğini belirterek başladı. “Demokratik Cumhuriyet ekseninde, barış ve kardeşlik için devletin hizmetinde çalışmak istediğini” söyledi. Yakalanmasının korsanvari yöntemlerle gerçekleştiğini ve Batılı devletlerin uluslararası hukuk kurallarına uymadığını açıkladı ve bunu protesto etti. “Bu yüzden yargılanmamın ve dolayısıyla savunmamın fazla gereği olmayacağını belirtmek istiyorum. Ayrıyeten barış ve kardeşlik için yaşamam gerektiğini söyledim. Savunmamı mahkemenizde dile getirmeyi, yine tarihi bir görev biliyorum” diyerek de sözlerini bitirdi.
Kısa bir süre soluklandı Öcalan ve tekrar söz aldı. “Sayın saygıdeğer tüm şehit aileleri için kısa bir açıklama yapmak istiyorum” dedi ve devam etti: “Kendilerinin yaşadığı üzüntüyü, acıyı yürekten paylaşıyorum. Bundaki sorumluluk payımdan üzüntü duyuyorum. Hakikaten bir toplumsal yaradan kaynaklanan kanın durması için, barış için elimden gelen her tülü çabayı göstereceğim sözünü veriyorum. Saygılarla, efendim.” Akabinde de Öcalan mahkeme heyetine el yazısıyla yazdığı iki sayfalık dilekçeyi sundu.
Büyük bir sürpriz olmuştu bu. Başta avukatları olmak üzere kimse Öcalan’dan “özür” anlamına gelen bu sözcükleri duyacağını tahmin etmemişti. Avukatları basbayağı şaşırmışlardı. Sadece onlar değil, Öcalan yaptığı ilk savunmayla Kürt mahallesini de karıştırmıştı. PKK taraftarları Öcalan’ın sözlerine bir anlam vermeye çalışıyorlardı. PKK karşıtları ise Öcalan’ın özür dilemesini ve mahkemedeki tavrını “süt dökmüş kediye” benzetiyorlardı. Onlara göre, Kürt tarihinde hiçbir lider mücadele ettiklerinin eline düştüğünde böylesine teslim olmamıştı. Kabul edilemez bir davranıştı bu ve her şeyden önce kaybeden Kürt gençlerine ve ailelerine karşı bir haksızlık teşkil ediyordu.
Öcalan, kendisine yönelik yapılan bu eleştirilere çok kızmıştı. Avukatlarına, neden böyle bir özür dilediğini şöyle gerekçelendirdi: “O konuşmayla inisiyatifi ele almak istedim. Duruşma başlamadan kaygı verici boyuta ulaşan gergin ve şoven atmosferi tersine çevirmek istedim.” (Cengiz Kapmaz; Öcalan’ın İmralı Günlükleri, İthaki Yayınları, 2011, İstanbul, s. 61-65)
“Bir Daha Asla”
Daha sonraki süreçte, eğer yanlış hatırlamıyorsam, PKK başka bir gruptan kurumsal olarak özür dilemedi. Aradan 16 yıl geçti. PKK bu kez Bayık’ın dilinden Almanya’dan özür diledi. Bayık, Kandil’de Almanya’nın WDR ve NDR televizyonlarına verdiği mülakatta, PKK’nin 1990’lı yıllarda Almanya’da gerçekleştirdiği kendini yakma, otoban işgalleri ve şiddet eylemlerinden ötürü özür diledi. “PKK adına Alman halkından özür diliyorum” diyen Bayık “Bu tür eylemler bir daha asla olmayacak” sözünü verdi. Bayık’ın “bir daha asla olmayacak” dediği eylemler, PKK’nin 1990’larda Almanya’da yaptığı otoban işgalleri, Türk ve Alman hedeflerinin bombalanması, işyerlerinin basılması, işverenlerden para toplaması, vb. eylemlerdi.
PKK’den gelen özür açıklaması Almanya’da PKK’nin hukuki konumuna ilişkin bir tartışma başlattı. PKK, halen Avrupa Birliği’nin ve Amerika’nın terör listesinde bulunuyor. Acaba bu açıklama Almanya’nın kendi tavrını yeniden gözden geçirmesini sağlayabilir miydi? İlk resmi açıklama Almanya İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Tobias Plate’den geldi. Plate, PKK’nin özür dilemesinin örgüte konulan yasakların kaldırılması ve terör örgütü listesinden çıkarılmasına zemin oluşturmayacağını söyledi. Plate’e göre “Bayık’ın tek başına yaptığı açıklamalar Almanya’nın PKK’yı yeniden değerlendirmesi için yeterli değil” idi. (Bayık’ın özrü yetmedi”, Habertürk, 12.04.2015)
Buna mukabil karşılık PKK’nin PKK’ye karşı tavrın değişme ihtimalini gösteren emareler de var. Sosyal Demokrat Parti (SPD) Meclis Grup Başkanı ve Dış Politika Sözcüsü Rolf Mützenich, IŞİD'e karşı mücadele ve Bayık'ın açıklamaları göz önünde bulundurulduğunda PKK'nın konumunun yeniden değerlendirilebileceğini belirtti. Mützenich’e göre “Bu açıklamalar yeni bir ses tonuna işaret ediyor ve örgütün yeni bir değerlendirmeye tabi tutulması için fırsat oluşturuyor”du.
Meşruiyetin anahtarı
Bayık’ın PKK namına böyle bir açıklamada bulunmasının hedefi belli; PKK terör örgütleri listesinden çıkmak istiyor. Ortadoğu’da radikal dinci örgütlerin korkunç terör eylemlerine imza atması ve PKK’nin IŞİD’e karşı mücadele vermesi, seküler bir güç olan PKK’ye büyük bir sempati sağlamış durumda. PKK, bu türden adımlarla bu sempatiyi besliyor ve Batı nezdinde meşru bir siyasi güç olarak kabul edilmeyi umuyor. Zira davalarına ve mücadelelerine güç katacağını düşündüklerinden silahlı gruplar, uluslararası meşruiyet ve tanınmayı hedeflerler.
Ancak bu hedef salt açıklamalarla varılamaz. PKK’nin kendisi hakkında var olan algıyı değiştirebilmesi ve yeni bir değerlendirmeye tabi tutulabilmesi için, Mützenich’in dediği gibi “inandırıcı ve kontrol edilebilir bir şekilde şiddetten vazgeçmesi” gerekiyor. Dolayısıyla meşruiyetin anahtarı PKK’nin elinde; şiddetten arınıp onun yerine demokratik siyaseti ikame ettikçe PKK’nin meşru bir aktöre dönüşmesinin imkan ve ihtimali yükselecek.
“Bölücü örgüt”
Gerek Türkiye, gerek Avrupa medyası Bayık’ın açıklamalarını daha çok “özür” üzerinden değerlendirdi. Çünkü “özür”ün alıcısı çoktu. Ama açıklamanın Türkiye ve çözüm sürecine ilişkin kısmı üzerinde fazlaca durulmadı. Oysa açıklamanın Türkiye ve çözüm sürecine ilişkin bölümünde de Bayık iki önemli noktaya değiniyordu:
İlki, “örgütün artık bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacını gütmediğinin” bir kez daha ilan edilmesiydi. Her PKK’li yetkili herhangi bir konuda konuşurken öncelikle sınırlarla bir sorunlarının bulunmadığını, problemleri Türkiye’nin içinde çözmeyi amaçladıklarını ve siyasi bir çözüme ulaşılması için gayret gösterdiklerini belirtiyor. Böylelikle hem Türkiye’nin içinde yer aldığı uluslararası sisteme bölgede istikrarsızlaştırıcı bir unsur işlevi görmeyeceğinin teminatını veriyor. Hem de Türkiye’deki tüm gruplara birlikte yaşama iradesine sahip olduğunu gösteriyor.
Bunun taktik bir değişiklik olduğu kanısında değilim; Türkiye’de yaşama ve Türkiyelileşme PKK’nin (keza HDP’nin de) stratejik bir kararı. Bu karar, Türkiye’de devletin ve medyanın da değişmesini gerekli kılıyor. Mesela artık PKK’den “bölücü örgüt” olarak tanımlamak son derece anakrtonik. Çünkü bugünlerde herhalde hiç kimse PKK (ve HDP) kadar Türkiye’nin birliğinden ve bütünlüğünden söz etmiyor.
Geri dönüşsüz süreç
İkincisi, Bayık “Türkiye’ye karşı savaşmak istemediklerini” söylemesiydi. “Artık yeter diyoruz. Savaşarak ne biz amaçlarımıza ulaşabildik, ne de Türk devleti.” Bu sözlerin asıl anlamı yürümekte olan çözüm sürecinden geriye dönmenin mümkün olmaktan çıktığını göstermesidir. Bir müzakere sürecini geri dönüşsüz kılan iki temel faktör vardır: Biri, uzun süren bir çatışmalı halden sonra tarafların askeri açıdan kesin bir zafere ulaşmalarının imkansız olduğunu görmeleridir. İki taraf da zarar verecek bir kavgaya girmek, akıl karı olmasa gerektir. Diğeri ise, silahlı mücadele veren grubun amacına –şiddetle değil- siyasetle varabileceğini görmesi, siyaseten yol alma imkanının açık olmasıdır.
Günümüz Türkiye’sinde her iki faktör de vardır. Dolayısıyla şiddeti tamamen devre dışına çıkarmak için büyük bir olanak var önümüzde. Gereksizliği artık ona başvuranlar tarafından da görülen şiddetin bütünüyle sona ermeli. Siyasi hayat şiddetin esaretinden kurtulup normalleştiğinde, devletin de PKK’nin de daha çok özür dilediğine tanık olacağız. Zira her ikisini bekleyen uzun bir özür listesi var.
Star-Açık Görüş, 03.05.2015