Amerika’nın Suriye’de PYD güçlerine iltifatkâr yaklaşımı muhtemelen PKK liderliğinin yüreğini bir miktar soğutmuştur. Kandil’e uzanan bu dolaylı desteğin Türkiye’de harekete geçirilmek istenen son kalkışmanın açık başarısızlığını giderecek bir etki yaratacağını öngörebilirler. Ancak belki aralarında daha ‘geniş’ bakabilen bazıları nasıl bir tuzağın içine çekildiklerini de fark edebilirler. Çünkü her şeyden önce ABD’nin birkaç ay sonra savunacağı pozisyonun epeyce pragmatik mülahazalarla alınacağı açık. PYD’nin ve tabii ki Türkiye’nin de yardımıyla IŞİD geriletildiğinde ortaya çıkacak yeni durumda ABD’nin tavrı aynı olmayabilir. Diğer taraftan Suriye’deki ‘kızıl elmanın’ peşine takılıp giden bir PKK, bunu Türkiye karşısında da bir güç imkânı olarak değerlendirdiği takdirde Türkiye’yi tümüyle kaybedebilir.
Gelinen dengeler hesaba katıldığında Suriye’deki imkânın PKK lehine kalıcı bir çözüm yaratabilmesi, örgütün Türkiye ile ‘birlikte’ davranabilme stratejisi geliştirmesine bağlı gözüküyor. Oysa HDP/KCK halen tam tersi bir tutum içinde. Bunun tek bir anlamı var: Örgüt ‘ya hep ya hiç’ mantığını güdüyor ve bu hedefe yönelik olarak sadece iki muhtemel dayanağı var: ABD ve bölge halkı… ABD’nin güvenilmezliğini kanıtlamak için ilave bir çabaya ihtiyaç yok. Böylece asıl meseleye geliyoruz: Bölge halkının PKK’nın stratejisine ne derece destek verdiğine… Soru önemli, çünkü eğer ‘ya hep ya hiç’ mantığıyla giderseniz ve bölge halkının desteğine sahip olamazsanız, bir sonraki hamlede ABD’nin mültefit bakışını de yitirme ihtimali çok yükselir ve sonuç bir ‘hiç’ olur…
Bu ay içinde Podem’den (Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Merkezi) Ayşe Yırcalı ile birlikte yaptığımız Urfa ziyaretinin notları geçen hafta başı itibariyle Aljazeera’nın sitesinde yayımlandı. İlginç noktalardan biri son silahlı kalkışma hamlesine yönelik değerlendirmelerdi… Yırcalı’nın sözleriyle “Kürt siyasetine atfedilen üç yanılgıdan söz edilebilir: 1) Çözüm sürecini AKP dışında bir güç ile yürütemeyeceklerini görmemiş olmaları; 2) Süreç boyunca sağlanan kazanımların sadece kendi mücadeleleri sayesinde gerçekleştiğini düşünmeleri; 3) Amerika ve İran gibi uluslararası güçlerin her halükarda PKK’ya desteklerini devam ettireceğine dair yapılan yanlış hesaplar.”
Belirtelim ki görüşmecilerimiz arasında doğrudan örgütün içinden veya çevresinden de kişiler vardı, ama değerlendirmeler çok farklılaşmıyordu. Bu üç maddeye bakınca KCK/PKK’nın gerçeklikle ilgili bir algı sorunu olduğunu düşünmek mümkün. Örgüt Çözüm Süreci’nin bir devlet değil, AKP projesi olduğunu kabullenmekte zorlandı. Romantik sol ütopyacı ideoloji ile mağdur psikolojisinin bütünleşmesinin kendileri için nasıl bir duygusal ve zihni yabancılaşma üretebileceğiyle ise hiç yüzleşmedi. Buna reelpolitiğin en temel kriterlerinin bile göz ardı edilmesine neden olan bir ‘kendine yontma’ hayalciliğini eklediğinizde, yaşanan yenilgiyi anlamak kolaylaşıyor.
Tarih ‘ya hep ya hiç’ yoluna giren, giderek kendisini o yola mahkûm eden çok hareket gördü. Hepsi de ellerinde bir ‘hiç’le aynı çıkış noktasında buluştular ve sonraki yüzyılları bunun travmasıyla, hastalanarak geçirdiler.