Dün, Şırnak'ta, bir köy yoluna PKK'nın döşediği patlayıcılar; iki askerin ölümüne ve üç askerin yaralanmasına neden oldu. Hemen her gün; bölgenin bir yanında, PKK; güvenlik güçlerine saldırıyor, pusu koruyor, yola mayın döşüyor… Son bir ay içinde, onlarca gencimiz yaşamını yitirdi.
Bu arada, bazı Kürt kentlerinde; "özyönetim" ilan ediliyor. Hendekler kazılıyor, barikatlar kuruluyor, güvenlik güçleriyle çatışmalar yaygınlaşıyor. KCK, bildiriler yayınlayarak, "özyönetim" ilanının arkasında duruyor. Şehirler, yakılıyor, yıkılıyor. Bu eylemler sırasında, eylemciler tutuklanıyor. Çatışmalarda; asker, polis, eylemci ve sıradan insanlar; hayatını kaybediyor. Devletin, Kandil ve çevresini bombalaması sırasında, çok sayıda can kaybının yaşandığı da, bir gerçeklik.
Gerçek barışçılık
Toplumun çok ciddi bir ağırlığının, bunların bir an önce sona ermesinden ve sorunun müzakare masasında ele alınmasından yana olduğunu, görebiliyoruz. HDP dahil, çeşitli siyasal çevreler; PKK'ye çağrıda bulunarak "ama"sız, "fakat"sız silahların susmasını, ateşkes ilan edilmesini istiyor.
Barışa giden yolun, öncelikli olarak, “PKK'nin şartsız silah bırakması”ndan geçtiği, bir gerçek. Asker ve polis öldürülürken; bir barış ortamı yaratabilmek, bunun psikolojisini oluşturabilmek; pek mümkün değil.
Toplumun geniş bir kesimi, “çözüm yoluna yeniden dönmeyi” düşünürken; düne kadar çözüm süreci dahil, devlet ve örgüt arasındaki her türden barış çabasına mesafeli durmuş, tepki göstermiş, çıkmaz yol olduğunu bazı kesimlerin de, şimdi "barış" kavramına vurgu yaptıklarına tanık oluyoruz.
Bu tür bir değişim içine girenleri, gazeteci Nedim Şener, twitter’da şöyle değerlendirmiş: "Çözüm sürecini hiç desteklememiş, hatta karşısında olmuş kişilerin 'barış ortamı bozuldu' feryatları ne kadar sahte ne kadar ucuz siyasettir böyle."
Elbette, insanlar, görüşlerini değiştirebilirler. Barış yönünde değiştiriyorlarsa, bunu prensip olarak, olumlu karşılamak gerekir.
Tek yönlü barış
Son dönemde, çatışma ve ölümlerin artmasıyla toplumda oluşan duyarlılık; birçok çevreyi, harekete geçirdi. Toplantılar düzenleniyor, bildiriler hazırlanıyor. Örgütlenmeler ortaya çıkıyor.
Bu bildirilerin bir kısmında veya birçoğunda; temel bir özellik, göze çarpıyor… “Barışın yalnızca devlet tarafından bozulduğu” yönünde (örtük) bir yargının; bildirilere egemen olduğunu, söylemek mümkün. PKK saldırılarının, bombalamalarının, suikastlarının, yollara mayın döşemelerin, adam kaçırmaların izini; bildirilerde görebilmek, genellikle mümkün olamıyor.
Demirtaş örneği
Selahattin Demirtaş, “topluma hesap verme” zorunluğunu içeren bir konumda. PKK'nin onlarca güvenlik görevlisini pusu kurarak öldürmesine, tepki gösteriyor. Çatışmasızlık ortamına dönülebilmesi için; geç de olsa, PKK'nin "amasız", "fakatsız" bir şekilde ateşkes ilan etmesini talep ediyor.
Eğer “barış”tan bahsediyorsanız; bu kavramın içini doldurabilecek bir mantık, tutarlılık ve hedefinizin de olması gerekir. PKK saldırılarını, görmezden gelerek, küçümseyerek veya önemsizleştirerek; bu kanlı süreci durdurmak, mümkün değil. Tabii şunu da ekleyelim: Devlete(yani yaşanan trajedinin diğer tarafındaki güce); yurttaşlar olarak, “dur” diyebiliyoruz. “Dağları taşları bombalayarak bu meselenin çözülemeyeceğini” söyleyebiliyoruz. Hukuk dışına çıkmadan çözüm üretilmesini, isteyebiliyoruz.
“Barış” bildirilerinde, bazen, siyasetçiler için, ağır ifadeler de kullanılabiliyor. Bunu, normal karşılamak mümkün. Ancak, PKK'ye tek laf etmeden barış bildirisi çıkarabilmek; herhalde, “Türkiye'ye özgü bir barışçılık” olsa gerek.
Gerçek barışçılık; “şiddete ve silaha başvuranlara, hukuk dışına çıkanlara, taraf gözetmeksizin karşı çıkmak”tır. Ancak o zaman inandırıcı olunabilir, etkili olunabilir.