AK Parti, 31 Mart’ta hem başarı öyküsünün başladığı ve yükseldiği büyük şehirleri çeyrek asır sonra kaybetti, hem de tabanından azımsanmayacak bir oranı MHP’ye kaptırdı. Yakın gelecekteki siyasi şekillenmeyi doğrudan etkileyecek bu iki netice, AK Parti’yi eleştirel bir muhasebeye zorlayacaktır.
Muhasebenin iki taraflı olması beklenebilir. Bir taraftan, AK Parti’nin yerel seçim stratejisi masaya yatırılacaktır. AK Parti çok agresif bir kampanya yürüttü. “Beka” adı altında 31 Mart’ı bir varlık-yokluk mücadelesine dönüştürdü. Elindeki büyük medya ağıyla bütün bir muhalefeti terör ile bağlantılı olarak göstermeye çalıştı. Kazanmaları halinde muhalif adayların yargı yoluyla tasfiye edileceğini bazen ima etti, bazen doğrudan dillendirdi. MHP tabanını motive etmek adına anti-Kürt bir söyleme başvurdu. Muhalif siyasetçilere dair devletin 40-50 yıllık fişlemeleri basına sızdırıldı. Dinî değerler de alabildiğine istismar edildi; öyle ki Yeni Zelanda’daki cami katliamlarının görüntüleri bile AK Parti mitinglerinde kullanıldı.
Lâkin bu saldırgan siyaset AK Parti’ye beklediği sonuçları vermedi. AK Parti tek başına galip çıktığı yerlerden ittifakla girdiğinde mağlup ayrıldı. Büyükşehirlerin — bilhassa İstanbul ve Ankara’nın — kaybedilmesiyle birlikte, çok uzun bir süreden beri ilk defa psikolojik üstünlük muhalefete geçti. Her ne kadar şimdilik bastırılmış olsa da bu tablo sert bir eleştiri sürecini tetikleyecek, parti ve hükümet içinde bazı değişikliklere sebebiyet verecektir.
AK Parti’deki paralel yapı
Diğer taraftan, AK Parti’nin başlangıç rotasından saptığına dair eleştirilerin dozu da yükselecektir. Bir zamanlar partide kritik vazifeler üstlenen ama yolculuk esnasında Erdoğan’la görüşleri farklılaşan birçok isim var. AK Parti’nin tarihinde izleri olan bu isimler, kısa sayılmayacak bir süreden beri partinin kendini var eden değerlerden uzaklaştığını, reformcu kimliğini kaybettiğini ve parti olma vasfını yitirdiğini düşünüyorlardı.
Şimdiye kadar partiye yönelik bu eleştiriler dar ve özel toplantılarda, çoğunlukla da kısık sesle dillendiriliyordu. Lâkin 31 Mart’tan sonra bu eleştiriler artık kamusal platformlarda ve daha yüksek bir sesle ifade edilmeye başladı. Eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “manifesto” olarak nitelendirilen çıkışı da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Davutoğlu, AK Parti’nin hemen bütün kademelerinde eleştiri konusu olan hususları çok berrak bir dille tek tek sıralıyor. Kuşatıcı niteliği zedelenen AK Parti’nin Karadeniz ve İç Anadolu’ya sıkıştığını; partide kendini kurulların üzerinde konumlandıran çıkarcı bir paralel yapının oluştuğunu; devletteki görevlendirmelerde liyakatin askıya alındığını; basının bir propaganda aracına dönüştüğünü; partiye hizmet edenlerin sosyal medya operasyonlarıyla tasfiye edilmesinin partiye büyük bir zarar verdiğini; ekonomik krizin güven bunalımından kaynaklandığını belirtiyor.
İttifakın kaybedeni AK Parti
15 sayfalık manifestosunda hiçbir mevzuu dışarda bırakmamaya özen gösteriyor Davutoğlu; gerek yapısal (cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi) ve gerek konjonktürel (KHK’lıların seçme ve seçilme hakları) bütün sorunlara parmak basıyor. İktidarın mevcut resmini çekiyor; eleştirilerin yanında önerilerini de ortaya koyuyor. Metindeki üç temel eleştiriye özel bir önem atfedilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Birincisi, ittifak siyasetinin AK Parti’ye kaybettirdiğidir. Davutoğlu, Cumhur İttifakı’nın AK Parti’nin hem kimliğine zarar verdiğini hem de oylarında düşüşe yol açtığını belirtiyor. Gerçekten de MHP ile birliktelik, hem AK Parti’nin demokratik ilkelerle arasındaki mesafeyi büyüttü, hem de tabanında bir kaymaya neden oldu. Davutoğlu, 31 Mart sonuçlarıyla teyit edilen bu duruma dikkat çekiyor ve MHP’yle ortaklığının gözden geçirilmesini — aslında bitirilmesini — tavsiye ediyor.
İkincisi, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine yönelik eleştirileridir. Yeni sistemin kutuplaşmayı körüklediğini ve beklentileri karşılayamadığını söyleyen Davutoğlu, partili cumhurbaşkanlığı sisteminin yeniden ele alınması gerekliliğinin altını çiziyor. Bu çerçevede; cumhurbaşkanı ile parti başkanının birbirinden ayrılmasını, kuvvetler ayrılığının yeniden inşasını, yasamanın yürütme ve yargı karşısında dengeleyici bir otonomiye sahip kılınmasını öneriyor.
Demokrasi açığı ve savrulma
Üçüncüsü ise beka siyasetinin demokraside yarattığı tahribata dair vurgusudur. Davutoğlu, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyadaki gelişmelerden ötürü diğer devletlerle kıyaslanamaz derecede hayati güvenlik sınamalarından geçtiğini belirtiyor. Türkiye elbette güvenliği için gerekli olan bütün tedbirleri almalı. Ama güvenliğin sağlanması noktasında iktidardan farklı düşünüyor; farklı görüşlere saygı duyulmasını, özgürlük-güvenlik dengesinin özgürlük lehine yeniden kurulmasını ve beka endişesinin demokrasiyi askıya almanın bir gerekçesine dönüştürülmemesini talep ediyor.
Davutoğlu’na göre AK Parti’nin temel değerlerinden ve ilkelerinden savrulması partinin söylemini de doğrudan etkiliyor: “Son yıllarda partimizin insan-odaklı, insan haklarına dayalı, özgürlükçü, reformcu, kuşatıcı, kendinden ve geleceğinden emin siyasi söyleminin yerini devletçi, güvenlikçi, statükocu ve salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır.”
AK Parti savrulduğu için milletin tercihlerinde değişim yaşandığını, partinin coğrafi ve toplumsal desteğinin daraldığını ifade ediyor Davutoğlu. Savrulmanın önüne geçmek ve daralmayı durdurmak için de partisinin önüne liberal ve özgürlükçü bir hat koyuyor. Demokrasiyi, hukuk devletini ve çoğulculuğu esas alan bir siyaset izlemesini — ya da geçmişte izlediği bu siyasete dönmesini — salık veriyor. Ezcümle, partinin her açıdan yenilenmeye ihtiyaç duyduğunu anlatıyor.
Fabrika ayarlarına dönmek
Manifestoda güçlü bir “partimiz” vurgusu var. Yani Davutoğlu AK Parti’yi sahipleniyor. Erdoğan’ı doğrudan karşısına almıyor. Sözünü sakınmıyor ama içeriden biri olarak partisini girdiği yanlış yoldan çıkması için uyarıyor. Söylem ve eylem düzeyinde gerekli müdahalenin yapılması için çağrıda bulunuyor.
Kuşkusuz bu çağrının muhatabı, adı zikredilmese de, Erdoğan’dır. Çünkü AK Parti’de bu tür uyarılara dair değerlendirme yapacak, menfi veya müspet cevap verecek tek bir makam vardır, o da Erdoğan’ın kendisidir. Nitekim Davutoğlu’nun çıkışına yanıt çok geçmeden Erdoğan’dan geldi. Erdoğan, partisinin hâlihazırdaki güzergâhını değiştirmeye dönük bir niyetinin olmadığını gösterdi. Tam tersine, kendisini cumhurbaşkanlığına taşıyan söylemi de ortaklığı da sürdürme yönünde kuvvetli ifadeler kullandı. Bahçeli’ye teşekkür etti, MHP ile ittifaktan memnun olduğunu söyledi ve AK Parti’nin mevcut siyasetinden ödün vermeyeceğini net ifadelerle ortaya koydu. Böylece AK Parti’de Davutoğlu’nun ana hatlarını çizdiği bir değişimin yaşanmayacağı ve partinin kuruluş ayarlarına geri dönemeyeceği kesinleşti.
Erdoğan’ın tavrında keskin bir geri dönüş olmaz ise, Davutoğlu artık AK Parti içinde siyaset yapma olanağı bulamaz. Manifestosunda ifadesini bulan siyasi tasavvurunu gerçekleştirmek için de Davutoğlu’nun yeni bir sayfa açması, yeni bir yapılanmaya gitmesi gerekir. Dolayısıyla taraflar pozisyonlarını korudukları takdirde, aralarında zaten epey incelmiş olan iplerin kopması yakındır.
(*) Kürdistan 24, 01.05.2019
http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/b4b78953-5607-46eb-afd2-0d75a3e35e98