Bohemian Rhapsody filmi hakkında bir yazı yazmam önerildiğinde başta çok sevindim, bir Queen ve Freddie Mercury hayranı olarak böyle bir vesilenin denk gelmesi güzeldi. Ama sonradan aldı beni bir düşünce; bu film hakkında yazı yazmak demek bir Queen ve Freddie yazısı yazmak demekti ve bu o kadar basit bir iş değildi. Yerkürede milyonlarca Queen hayranı varken benim söyleyebilecek yeni bir sözüm olabilir miydi?
Velhasıl boş bir seans ve salon seçtim, önemli bilgi ve anekdotları not almak üzere telefonumda önceden bir dosya hazırladım ve heyecanla ama biraz da endişeli bir halde filme gittim. Film Londra’da 1985 yılında gerçekleştirilen Live Aid konserinin sabahında Freddie Mercury’nin konsere hazırlanmaya başlaması ile açılıyor; o gün yaşananlar ve muhteşem konserin kendisi ile sona eriyor. Başlangıç ve sonuç bölümleri arasında ise Queen’in kurulması, ilk albümlerinin çıkması, takip eden albümler ile dünya çapında ün ve başarı kazanılması, sonrasında grup içi başlayan sürtüşmeler, bir ara Freddie’nin gruptan ayrılıp solo albüm yapması ve tekrar grubun bir araya gelmesi anlatılıyor. Diğer yandan ise Zanzibar doğumlu Parsi kökenli Farrokh Bulsara’nın Freddie Mercury olmasının hikayesini izliyoruz; müzik dünyasındaki ilk adımları, Mary Austin ile ilişkisi, erkeklere ilgi duymaya başlaması, her geçen gün özgürleşen yaratıcı dehası, grupla ilişkisinin bozulması, baş döndürücü ve onu hırpalayan bir hayata dalması, yalnızlaşması, AIDS olması ve en nihayetinde tekrar ‘ailesine’ dönmesi anlatılıyor. Yani bir tarafta Queen, bir tarafta Freddie Mercury geçmişi anlatılırken, filmin incelikli kurgusu ikisinin birbirinin ayrıl(a)maz parçaları olduğunu ustaca yansıtıyor. En nihayetinde film bize muhteşem bir müzik şöleni yaşatıyor, hayatlarının doğal akışına yerleştirildiği için çalınan her parça güçlü bir etki yaratıyor. Hatta duygusal parçalar (Freddie’nin Mary için yazdığı Love of My Life gibi) bazılarımızın gözlerini bile yaşartabilir cinsten.
Yukarıda saydığım kronolojik bilgiler bir çoğumuzun biraz araştırma yaparak bulabileceği şeyler. Öte yandan film bize araştırarak pek de edinemeyeceğimiz yaşanmışlıklar sunuyor ve bunu Freddie’in kişiliğinin püf noktalarını derinlemesine işleyerek yapıyor. Sanki Freddie’i Freddie yapan özellikler bunlardı demek istenirken, bizim de onu böyle hatırlamamız arzu ediliyor. Mary Austin’e hiç bitmeyen sevgisi ve bağlılığı, ailesine verdiği önem, Queen üyeleri ile olan yakınlığı ve kendine dair tüm güvensizlikleri, mutsuzlukları ve aslında bazen de acımasızlığı filmin ana temaları. Ancak bunların ötesinde Freddie için ilişkilerin ve hayat akışının üzerinde büyülü bir alan olduğunu görüyoruz. Yaratma anlarında Freddie adeta o üst katmana yükseliyor ve içindeki enerjiyi dış dünyaya istediği mükemmellikte sunabilene kadar orada kalıyor. Bu durum özellikle sahnedeki coşku dolu Freddie için çok geçerli, o sırf bir şarkıcı değil, kendi deyimiyle “sadece şarkı söylerken hiçbir şeyden korkmayan bir performansçı.”
Filmi izlemeden acaba neden ismini Bohemian Rhapsody koymuşlar diye düşünmüştüm; aslında bir başyapıt olmasının yanında grubun karakterini en iyi veren şarkı da buydu. Ancak filmi seyrettikten sonra bu ismin neden seçildiğini daha iyi anladım. Filmde bu parçanın yapımı ve piyasaya sürülmesi süreci uzun bir şekilde ele alınıyor. Ve aslında Queen’in neden Queen olduğunu, Freddie’nin ise olağanüstü bir sanatçı olduğunu sadece bu parçanın hikayesi bile bize anlatabiliyor.
İlk albümlerinin başarısını takiben çalışmaya başladıkları ünlü menajerleri grubun bu sefer sıra dışı bir iş çıkarmasını istiyor. Bilinen sınırları aşacak, tüm sıkıcı formülleri alt üst edecek, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği operalı bir rock&roll albümü yapmak üzere yola çıkıyorlar. Haftalarca şehir dışında farklı stüdyolara kapanıp, günde 10-12 saat şarkı söyleyip, istedikleri mükemmelliğe ulaşana kadar yüzlerce kayıt yapıyorlar. Freddie’nin albüm öncesinde üzerine çalışmaya başladığı ve aslında stüdyoya girmeden aklında tamamladığı söylenen Bohemian Rhapsody’nin tümünü ortaya çıkarmak için ne kadar uzun, incelikli, azimli, mükemmeliyetçi bir uğraşı verdiklerini filmde izliyoruz. Sonunda içinde piyano baladı, gitar solosu, opera faslı ve hard rock kısmı olan çok katmanlı bir “epik şiir” (Freddie’nin tanımıyla) ortaya çıkıyor. Ama gel gör ki, kendilerinden emin bir şekilde parçayı dinletmeye gittiklerinde, menajerin “Rapsody de ne?… Bismillah da ne demek?…Benim gençlerin arabada giderken kafa sallayacakları bir parçaya ihtiyacım var!…Hiçbir radyo kanalı 6 dakikalık bir parçayı çalmaz” gibi aşağılayıcı sözleri ile karşılaşıyorlar. Müthiş bir kavga sonrasında maddi sonuçlarını düşünmeden bu menajeri anında terk ediyorlar. Sonuç olarak, Bohemian Rhapsody, o zamana kadar yapılan (1975) en pahalı single vasfıyla, dokuz hafta boyunca İngiltere listelerinde bir numarada kalıyor. Albüm bir milyondan fazla satıyor ve Queen operatik rock and roll parçası ile bir müzikal tiyatro yaratan grup olarak tarihe geçiyor. Kraliçe hazretlerinden isim devşirecek kadar cüretkâr bu dört adam “uyumsuzlara müzik yapan dört uyumsuz” vasıflarını tüm kariyerleri boyunca koruyorlar.
Film Freddie’nin hastalık ve ölüm dönemine uzanmıyor; ancak biz bu dönemin Freddie için çok zor geçtiğini biliyoruz. Özellikle İngiliz basını tarafından hastalığının ve ilişkilerinin kişisel detayları üzerine gidilmesi onu çok bunaltıyor. Diğer taraftan son zamanlarını sevdikleri arasında geçirdiğini de biliyoruz, ölümünden sadece birkaç ay önce 45. yaş gününde (5 Eylül 1991) çıkan These are the Days of Our Lifes parçasının başarısı onu çok mutlu ediyor. Partneri Jim Hutton son dönemlerinde Freddie’nin her türlü bakımını sevgi ve şefkatle üstleniyor. ‘Hayatının aşkı’ Mary’nin büyük oğlunun vaftiz babası da olan Freddie, Londra’daki malikanesini “benim karım olurdun ve bu ev zaten senin olurdu” notuyla Mary’ye bırakıyor.
Bu arada Queen ve Mercury hayranlarının filme olan tepkileri çeşitli; filmde maddi hatalar olduğuna dair eleştirilerin yanında, çizilen Freddie portresinin bazı taraflarına da itirazlar yükseliyor. Ancak film müthiş bir gişe performansı sergilemeye devam ediyor ve bunun da ötesinde Queen müziklerine olan ilgi yeniden zirve yapıyor. Filmin soundtrack albümü listelerde ilk üçe girmiş ve Bohemian Rhapsody parçası, Billboard Hot 100 listesine yeniden dönüş yapmış durumda.
Filmden büyük bir coşkuyla çıktım, ama aynı zamanda rahatlamıştım çünkü artık yazıda ne yazacağımı aşağı yukarı kestirebiliyordum. Ha bir de filmin büyüsüne kapılıp, ortasına yakın bir yerlerde not almayı bırakmıştım. Tüm kalıplara meydan okuyan ve kabülleri paramparça eden bu olağanüstü dehanın hayatını ve Queen’in tutkulu müzikal tiyatrosunu izlemeye kesinlikle buyurun derim. Ben şahsen birkaç kez daha gitmeyi planlıyorum.