“Misyonerlik görüntüsü altında ülkemizi birkaç parçaya bölmek ve kalacak küçük bir kısmı FETÖ/PDY’nin yönetimine vermek”
“FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üst düzey sorumluları ile gizli bir şekilde irtibata geçerek, ayrıca PKK terör örgütü üyeleri ile koordineli bir şekilde faaliyet yürütmek suretiyle bir etnik kökeni Türkiye Cumhuriyetinden ayrıştırarak belirli amaçlar doğrultusunda yönlendirmeye ve yönetmeye çalışmak”
2018 yılında Türkiye Cumhuriyeti savcıları tarafından hazırlanan bir iddianameye göre ülkeyi bir kaç parçaya bölüp, geriye kalan küçük bir parçasını da FETÖ’ye verecek, bir etnik kökeni yönlendirip, yönetmeye çalışan kişinin adı Andrew Craig Brunson.
Adını, tutuklandığı Kasım 2016’dan beri gazetelerde “FETÖ’cü papaz”, “Papaz kılığındaki CIA casusu” olarak duymuş olabilirsiniz. Bu kadar mühim biri olunca “Pensilvanya’daki Papaz’la takas edilmesi” de teklif edilmişti.
Türkiye ile ABD arasında kriz başlıklarından biri olan Rahip Brunson hakkında nihayet 18 ay sonra yazıldı. İddianameye geçmeden şu ana kadar olanları özetleyelim.
Brunson, Kuzey Karolinalı, Evanjelik Presberiteryan Kilisesi’ne bağlı 48 yaşındaki bir misyoner.
Misyoner bir anne babanın oğlu olarak Meksika’da büyümüş. 80’ler ve 90’ların başına kadar babasının öğretmenlik yaptığı Kuzey Karolina’daki Montreat Koleji çevresinde yaşamış. Kolejde, yine misyoner bir ailenin kızı olan Norine’la tanışmış ve evlenmişler. Illinois’teki Trinity Evangelical Divinity adlı Hrisitiyan üniversitesinde öğretim görmüş.
Yani iki kuşak bütün hayatlarını dine ve misyonerliğe adamış insanlar var karşımızda.
1993 yılında, 25 yaşlarındayken misyonerlik çalışmaları için Türkiye’ye gelen Brunson çifti, 23 yıldır İzmir ve çevresinde merkezi Alsancak’taki Diriliş Kilisesi olan misyonerlik çalışmalarını yürütüyordu. En büyüğü 18 yaşında olan üç çocukları da Türkiye’de doğmuş ve büyümüş.
Alsancak’ta eski bir İngiliz konsolosluk binasından çevrilmiş kiliselerinin 30-40 arasında değişen bir cemaatleri vardı. Kilise, ABD’deki Orta-Atlantik Papaz Yönetim Evi’ne bağlıydı ve oradan gelen bağışlarla çalışmalarını sürdürüyordu.
Aslında her şey İzmir'de oturma izni biten Brunson ve eşinin tekrar oturma izni almak İzmir İl Göç İdaresi’ne başvurmasıyla başlıyor.
İlk olarak Ağustos ayında yapıldığı anlaşılan başvuru üzerine, İzmir İl Göç İdaresi, Ankara’daki İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü
Yabancılar Daire Başkanlığı ve İnsan Ticareti Mağdurlarını Koruma Daire Başkanlığı’na prosedüre uygun olarak yazı yazıyor.
İddianameye göre bu yazışmalar sırasında “şüphelinin isterse ikamet izni alabilme imkanı var iken pek çok kez geçici oturma talebi alarak, ısrarla bir ikametinin bulunmamasına dikkat ettiğinin tespit edildiği, bu tespitin şüphelinin niyetinin sorgulanmasına neden olduğu” değerlendiriliyor.
Yani soruşturmayı başlatan, 23 yıldır neden geçici oturma izni ile İzmir’de yaşadığıyla ilgili “şüphelinin niyetinin sorgulanması.”
Bu niyet sorgusu üzerine muhtemelen istihbarat kaynaklı bir bilgi notu İzmir Göç İdaresi’ne gönderiliyor. İddianamedeki bütün suçlamalar da zaten bu bilgi notu etrafında dönüyor:
“Adı geçenlerin İzmir İli Alsancak semtinde bulunan Diriliş Kilisesinde faaliyetlerde bulundukları, burada ders ve vaazlar verdikleri, geçimlerini Orta-Atlantik Papaz Yönetimi Evi’nin her ay düzenli olarak gönderdiği maaş, konut ve yol yardımı aracılığıyla sağladıkları, Andrew Craig BRUNSON isimli yabancının, özellikle 2010-2013 tarihleri itibariyle Kürt orjinli vatandaşlara yönelik ayinler düzenlediği, İzmir’deki Protestan Kilisesi önderlerinin katılımıyla 09.10.2013 tarihinde gerçekleştirilen Önderler Toplantısında FETÖ/PDY ile diyalog kurulmasının faydalı olacağını belirttiği, 2015 tarihi itibariyle Suriye’ den ülkemize gelen sığınmacılara insani yardım sağlama görüntüsü altında misyonerlik faaliyeti yürüttüğü” belirtilmiştir.”
Yani “FETÖ’cü Papaz” iddiasının ve bu iddiayla ilk tutuklamanın delili, 2013 yılının ekim ayında yapıldığı söylenen bir toplantıda Brunson’un o günlerde henüz FETÖ değil cemaat olan grupla diyalog kurulmasının faydalı olacağını söylemesi. Tabii bunu kanıtlayan bir delil de yok ortada.
7 Ekim 2016 günü bu yazışmalardan habersiz olarak İzmir Göç İdaresi’ne gelen Brunson çiftine Ankara’dan gelen G-82 (Milli Güvenliğimiz Aleyhine Faaliyet tahdit) kodu ile oturma belgesi verilmeme kararı bildiriliyor. Brunson ve eşi sınır dışı edilmek üzere Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’ne gönderiliyorlar. 12 gün boyunca burada tutulduktan sonra, 19 Ekim günü eşi, Türkiye’den ayrılmamak şartıyla serbest bırakılıyor. Papaz Brunson ise 8 Kasım 2016 gününe kadar yani toplam bir ay daha burada tutulduktan sonra bir gece yarısı Terörle Mücadele’ye getiriliyor ve 9 Kasım 2016 günü hakim karşısına çıkarılarak FETÖ suçlamasıyla tutuklanıyor. Daha sonra da gazetelerdeki Bylockçu, FETÖ’cü, casus Papaz yayınları başlıyor. 10 ay sonra Ağustos 2017’de bir kere de darbecilik ve askeri casusluktan tutuklanıyor.
18 ay sonra nihayet iddianamesi yazıldı. Geçen hafta gazetelerde yine tuhaf haberlerle iddianame yer aldı.
İddianamedeki deliller; Dua, Ateş, Göktaşı kodlu üç gizli tanığın, bir hapishanede olan diğer tanıkların beyanları, Brunson’un telefonundan elde edilen bilgiler ve Gizli tanık Dua’nın verdiği dökümanlar.
Aslında iddianame Dua kod adlı bir gizli tanığın ifadesi üzerine kurulmuş.
Sadece iddianame değil, sınır dışı kararına yol açan ilk istihbarat raporunun kökeninin de bu ifade olduğunu anlıyoruz.
İddianameyi dikkatli okuyunca gizli tanık Dua’nın, Brunson’un tutuklanmasından önce polise ya da savcılığa gidip misyonerlikle ilgili ifadeler ve belgeler vermiş bir tanık olduğunu fark ediyoruz. Herhalde bu işleri biliyor denerek Brunson’la ilgili yeniden ifadesi alınmış. Bunları çıkardığımız cümle şu:
“Adı geçenin yabancı bir din adamı olması dikkate alınarak, hakkındaki iddiaların adli yönden incelenmesi amacıyla, Cumhuriyet Başsavcılığımıza bu konularda daha önceden bilgisi ve bir takım delillere sahip olduğunu söyleyerek müracaat eden ve ibraz ettiği bilgi ve belgelerin incelenmesini isteyen “Dua” kod isimli gizli tanığın konuya ilişkin ifadeleri alınmıştır.”
İşte ilk tuhaflık da zaten burada başlıyor.
Çünkü gizli tanık Dua’nin anlattıklarının büyük bir çoğunluğu ve verdiği belgelerin tamamı, LDS (The Church of Jesus Christ of Latter-day Saints) Kilisesi ya da bilinen adıyla Mormonların Türkiye’de faaliyetleri hakkında. Mormonluk, ABD’de Utah eyalatinde çoğunluğu oluşturan, milyonlarca insanın mensubu olduğu bir mezhep. grup. İddianamede bir casusluk faaliyeti gibi gösterilen Türkiye’de yaşayan ve bu kiliseye mensup olan askerler olması da tuhaf değil. Kilisenin sayfasında, Türkiye’deki ABD üslerinde olan Mormon kiliselerinin gösterildiği haritalar var.
https://ldschurchtemples.org/statistics/units/turkey/
Ama iddianamede uzun uzun verilen bu ifade ve bilgilerle Brunson’un ne ilgisi olduğu anlaşılmıyor.
Ayrıca Brunson’ın mensup olduğu kilise Evanjelik bir kilise ve onların Mormonlarla arası pek iyi değil, hatta bazıları onları Hristiyan olarak bile görmüyor.
Ama iddianamede uzun yıllardır Hristiyan ilahiyatçıların yapamadığı yapılmış, evanjelikler ile Mormonlar barıştırılmış ve sonra hepsi de FETÖ’ye bağlanmış:
“Şüpheli Andrew Craig BRUNSON’un FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantısını gösteren önemli delillerden birisi, Dua kod adlı gizli tanığın ifadesinde geçen Mormonların Ülkemizdeki bir kısım mensubunun üye olduğu LDS Kilisesi ile yakından bağlantılı Sinan DURSUN ve Amerikalı eşi ile ilgili verdiği beyanlardır.”
Sinan Dursun Gülen’e yakın bir FETÖ yöneticisi, iddianameden eşinin de Mormon olduğunu öğreniyoruz. Böylece Mormonlar FETÖ’ye, Brunson da Mormonlara bağlanarak, Brunson’un “FETÖ ile bağlantısının en önemli delillerinden biri” ortaya çıkarılmış.
İddianameye göre Papaz Brunson’un FETÖ bağlantısını gösteren bir diğer delil de yine Gizli Tanık Dua’nın ifadesinde anlattığı bir konuşma ve toplantı.
İfadesinden okuyalım önce:
“Lozan Antlaşması’na göre Türkiye'de kilise açılması yasaktır. Bu nedenle daha sonradan FETÖ/PDY örgüt üyesi olduğunu öğrendiğim, fotoğraflarını görürsem teşhis edebileceğim Ramazan isimli bir avukat bunlarla toplantı yaptı ve onlara bu yasağı aşmanın yolunun dernekleşmek olduğunu söyledi. Bunlar da çözümün FETÖ'nün elemanları tarafından sağlanacağını düşünerek, kendi aralarında "bizim işimizi bunlar çözer" şeklinde konuşuyorlardı.”
Daha sonra gizli tanık, kendisine gösterilen fotoğraftan bu “Ramazan” diye tanıdığı kişinin FETÖ’nün Ege Bölgesi imamı Bekir Baz olduğunu teşhis etmiş.
Fakat bu konuşmanın veya toplantının hangi tarihte yapıldığı ile ilgili ne ifadede de ne de iddianamede bir bilgi yok. Böyle bir toplantı yapıldığı ya da böyle bir konuşma geçtiği ile ilgili bu gizli tanık ifadesinden başka bir delil de yok.
Gizli Tanık’ın diğer ifadelerinde 2005, 2006, 2011 tarihli olayları anlattığını düşününce, bu cemaat imamı ile görüşme ya da ondan kilise açmak için yardım çabasının 17/25 Aralık’tan önce olup olmadığı anlaşılmıyor. Çünkü eğer, istihbarat raporundaki tarih 2013 Ekim’iyse, o tarihlerde cemaat olan FETÖ’den bir konuda yardım istemek başta devlet olmak üzere milli bir spordu. Kilise açmak için yol arayan bir Papaz’ı bunla suçlamak epey absürt olur.
İfadede “Lozan’da kilise açılmasının yasak” olmasından bahsedilmesi de tuhaf. Çünkü 2003’de AB uyum yasaları çerçevesinde misyonerlerin, apartmanlarda kilise açabilmesinin önü açılmıştı. Belki de konuşma 2003 öncesine aittir. Ama bu yasağı dernek statüsünde aşabilecekleri bilgisi için de uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan ve zaten kiliselerini böyle açan bir Papaz’ın FETÖ’cü bir avukatın yardımına herhalde ihtiyacı yoktu.
Her bakımdan tuhaf.
İddianamede Brunson’un FETÖ ilişkisine gösterilen diğer tanık ifadeleri ve deliller kadar değil ama.
Delilerden biri Brunson’a 2015 yılında Whatsapp’tan Jacqueline adıyla kayıtlı kişinin gönderdiği fotoğraflar. İddianameden okuyalım: “…gönderdiği mesajlarda FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hücre evlerinde toplantı ve sohbetlerinde örgüt üyeleri arasında yaptığı yemekler arasında olan ‘‘MAKLUBE’’ yemeğinin görüntüsü.” Maklube’nın bir Arap yemeği olduğunu da hatırlatalım.
Bir diğer delil de ifadesi alınan bir tanığın yine zaman mevhumuna hiç girmeden söylediği şu sözler: “..Alsancak’ta ismini şu anda hatırlamadığı farklı kaffelerde ve birkaç defada sahilde kendisini kilise cemaati olmayan ama şekil, görünüm itibari ile Fetöcü olarak nitelenen kimselerin dış görünümlerine benzeyen şahıslar ile gezdiğini veya oturduğuna şahit olduğunu.”
Bir diğer delil de Brunson’un telefonundan irtibatlı olduğu tespit edilen bazı isimlerin sonradan “FETÖ” soruşturmalarında işlem görmesi. Bu irtibatın ne olduğu ve yine tabii ki irtibat tarihleri yok. Bu isimlerden en çok irtibatta olduğu kişi ise, dokuz ‘irtibat’la Af Örgütü Yönetim Kurulu Başkanı, FETÖ’den hala tutuklu olan İzmirli avukat Taner Kılıç. Diğer irtibatlar KHK’yla meslekten çıkarılmış ya da soruşturma geçirmiş dört polis ve bir öğretmenle. İrtibat sayıları ise “1”.
Bu irtibatların cinsi, tarihi ve içeriği ise belirsiz.
Son delil Papaz Brunson’un cep telefonundan 15 Temmuz gecesi kendisini merak eden Kanada’daki bir arkadaşına attığı bir mesajın savcılık tarafından çevirisi:
“Merhaba Dan. Teşekkürler. Evet. Ben iyiyim. Sana cevap veremediğim için üzgünüm. Dün Norine’le buluşmak için Amerika’ya uçuyordum. Üç haftalığına çocuklarla olmak için Amerika’ya gelmeyi aylar önce programladık ve Türkiye için ilginç bir zamanda bu oldu. Türkleri sallayacak bazı olayları bekliyorduk-İsa’ya dönmek için gerekli koşullar oluştu. Darbe teşebbüsü bir şoktu. Birçok Türk geçmişte de olduğu gibi askeriyeye güvendi ancak bu sefer çok geçti. Ve darbe teşebbüsünden sonra bu başka bir sallama. Sanırım olaylar daha da kötüye gidecek. Sonunda biz kazanacağız. Seninle yakında iletişime geçmek üzere.”
Bu mesajdan savcı şu yorumu çıkarmış:
“…şüphelinin askeri darbe girişiminin başarısız olmasından üzüntü duyduğunu, “sonunda biz kazanacağız” ibaresiyle, ileride ülke içinde çıkması muhtemel iç karışıklıktan, bağlı bulunduğu illegal yapılanmanın stratejisi kapsamında faydalanmayı düşündüğünü umduğu ve bunu belirttiği şeklinde değerlendirilmiştir.”
Brunson’un bu mesaj için ne dediğini okuyalım şimdi de:
“Bana göstermiş olduğunuz mesajı hatırladım. Ben o tarihlerde Amerika Birleşik Devletlerine gitmiştim. Ama hangi hava yoluyla gittiğimi tam hatırlamıyorum. Almanya üzerinden gitmiş olabilirim. Bu mesajı Kanada’da bulunan bir arkadaşıma çektim. Ben bu mesajda darbenin başarılı olmamasına üzüldüğümü kastetmedim. Türk halkının hissettikleri konusunda izlenimimi aktardım. Dini inançla ve toplumun geçirdiği kaoslar sonucu halkın dine yönelmesi ile ilgili bir beklentiden ibarettir.”
Savcı bu ifadenin altına da dayanamayıp itirazını yazmış:
“…sonunda biz kazanacağız” sözleriyle de Ülkemizde uzun yıllardır sürdürülen ve 15 Temmuz 2016 tarihinde zirve noktasına ulaşan FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne karşı yürütülen mücadelede safını belirlediği ve FETÖ/PDY örgütüne desteğini açıkça belli ettiği, askeri darbe girişimi sonrası doğacak kaos ortamının sonucunda hedefleri doğrultusunda bir başarı umut ettiği tespit edilmiştir. Zira, bu mesajın sadece ülkemizde yaşayan bir yabancı din adamının sosyo ekonomik yorumu olmadığı, belirli bir hedef, strateji ve bilgi doğrultusunda, amacına ulaşamayan örgütsel bir eylemden dolayı duyulan rahatsızlığı beyan eden bir nitelik taşıdığı anlaşılmıştır.”
Halbuki Brunson’un cevabından iddianamede hiç bahsi geçmeyen yeni bir bilgiyle karşı karşıya geliyoruz. Brunson çifti, darbe sırasında çocuklarının da bulunduğu ABD’deymiş. Daha sonra da tutuklanacakları Türkiye’ye geri dönmüşler. Cevabı belirsiz soru şu; 18 aydır darbe, casusluk, FETÖ üyeliğinden hapiste yatan biri, savcıya göre “dahli olan ve başarısız olmasından da rahatsız olduğu” iddia edilen bir darbeden sonra neden
Türkiye’ye geri dönmüş?
Papaz Brunson’un 18 aydır üyeliğinden tutuklu yattığı FETÖ ile ilişkisine gösterilen deliller bunlar.
Ama iddianamede sadece FETÖ ve darbeyle ilişkisi olduğu iddia edilmemiş, Türkiye aleyhine faaliyette bulunduğu, casusluk yaptığı, PKK ile ilişki içinde olduğu ve bölücülük yaptığı da iddialar arasında.
Bu suçlamaların kaynakları da yine gizli ve açık tanık ifadeleri ve bazı telefon mesajları.
Yine Gizli Tanık Dua’nin bir şahitliği örneğin:
“F. B. İzmir Protestan Kilisesinin pastörüdür. Andrew Craig BRUNSON ile birlikte Kaya Prestij Otelinin 2.katında Efes Salonunda toplantı yapıyorlardı. Bu toplantıların amacı kilise toplantısı görünümünde daha çok bir beyin yıkama faaliyetiydi. Benim orada gördüğüm bir manzara; 25 tane Türk üniversite öğrencisi Amerikan Milli Marşı eşliğinde sağ ellerini göğsün sol yanına getirerek yemin ettikleri görüntüydü.”
Presbiteryan olan F.B. ile Evanjelik Brunson’un aynı ayinde buluşması, Mustafa İslamoğlu ile Cüppeli Ahmet Hoca’nın birlikte namaz kıldırması gibi bir şey olabilirdi. Biri Türk olan iki misyoner rahibin, ancak vatandaşlık kabul törenlerinde yapıldığı gibi Türk üniversite öğrencilerine ABD milli marşı eşliğinde yemin ettirmesi de epey fantastik görünüyor.
İfadenin devamında Brunson’un Kürtlere özel ilgili gösterdiği, Tuncelileri yurtdışına gönderdiği, Erdoğan ve Bahçeli’ye hakaretler eden mektuplar yazdığı, Kürtçe İncil hazırlattığı iddialarını yine sıfır delille anlatan Gizli
Tanık, Papaz Brunson’un Kürtlere ilgisinin sebebini ise şöyle açıklamış:
“Bunların inancına göre kayıp 13. bir kabile vardır ve bu kabile kutsaldır. Bunlar arasındaki ayrışmaya göre kayıp 13.kabile bir kısmına göre Kürtlerdir, bir kısmına göre Türklerdir. Andrew'in kilisesi 13. kabilenin Kürtler olduğuna inanmaktadır. Bu inanca göre Kürtler, Tanrı tarafından özel seçilmiş, kutsanmış bir kabiledir. Bu nedenle ayrı bir Kürdistan kurulması ve Kürtlerin layık olduğu Hristiyanlık diniyle buluşmalarını temin etmek, Diriliş Kilisesinin amaçlarından bir tanesidir.”
Ve komplo literatürünün vazgeçilmez iddialarından “Kayıp 13. Kabile” meselesi böylece bir iddianameye girmiş oldu. Ama Kayıp 13. Kabile’yi bu kez hep bilindiği gibi Yahudiler değil, Hristiyanlar arıyor.
Brunson’un 2015’de Suruç’ta göçmenlere yönelik çalışmaları, Suriyelilere yönelik çalışmaları, burada çektirdiği bir fotoğrafta zafer işareti yapmış çocuklar ve boğazında sarı-kırmızı-yeşil fular görünen bir kişi ve kilise cemaatinden Kürt-Türk meselesi yüzünden ayrılmış bir kaç tanığın ifadesi üzerinden Brunson PKK ile de ilişkilendirilmiş.
Brunson ifadesinde bu iddialarla ilgili ifadesinde şunu söylüyor:
“İddiaların aksine belli bir etnik yapıya özel amaçla vaaz vermediğini, kendisinin Kürtçe bilmediğini, Kiliseye kim gelirse onlara vaaz verdiğini, bunların içinde Kürt vatandaşların da olduğunu, cemaatten isteyen kişilerin kürsüye çıkarak vaaz verebileceklerini, bu şekilde on üç on dört kişinin vaaz verdiğini, bunlardan sadece bir tanesinin Kürt vatandaş olduğunu, herhangi bir etnik yapıya ayrıcalık yapmadığını, özellikle Kürtlere yönelik olarak bir ayin ve vaaz verme kastının olmadığını.”
İddialar ve deliller bu kadar müphem olunca, iddianamede Gizli Tanık Dua’nın verdiği Türkiye’deki bazı mormonlarla ilgili bilgiler, belgeler, bazı Amerikalı mormon askerlerin faaliyetleri ile ilgili deliller- ki bunların da doğruluğu hakkında bir değerlendirme yok- Rahip Brunson’a bağlanmış.
Gizli Tanık’ın adını verdiği Mormon askerlerden biriyle telefonun aynı yerde sinyal vermesi gibi bağlantılarla bu yapılmış. Örneğin şunun gibi:
“Şüpheli Andrew Craig BRUNSON’un kullandığı, inceleme işlemi bitirilen 0532 292 01 56 nolu GSM hattının HTS dökümlerinin kontrolünde, hakkında soruşturma yürütülen Kenneth C. ABNEY ile soruşturma kapsamında anlam yüklenecek şekilde, düzenli periyotlarla 3 kez aynı yerde bulunduğunun anlaşıldığı”
Böyle olunca da Gizli Tanık’ın teslim ettiği flash diskte yer alan, tam olarak ne olduğu belirsiz ama Mormon askerlerle ilgili olduğu anlaşılan “temas kurulacak beş Türk askeri listesi” sanki Brunson’un telefonundan çıkmış gibi haberleştirildi.
Ağır suçlamalara gerekçe gösterilen deliller arasında şöyle iddialar var: “Şüphelinin eylem ve fikir birliği yaptığı arkadaşlarından birisinin tartıştığı Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşına 2011 yılı Haziran ayında “6-7 yıl sonra yıkıntıların arasından seni bulup kafanı koparacağım.”
Bu eylem ve fikir birliği yaptığı kişi kim, neden birisinin bir arkadaşının 7 yıl önce söylediği bir söz birinin iddianamesine girer gibi sorular biraz lüks kaçabilir.
Çünkü iddianamede Rahip Brunson aleyhine ifadesi alınanlardan biri de savcılığa başvuran cinayet suçuyla hapiste yatan, bir ara hapisten firar etmiş bir mahkum. Onun anlattığına göre Brunson ve başka yabancılar 2013 yılının Mart ayında İstanbul’da Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapılan bir toplantıya telekonferans yöntemiyle bağlanıp gruplarına kaos kalkışması talimatı vermişler. Hatta bu katil tanık, bunu o zaman da ihbar etmiş ama dinlememişler ve Gezi olayları olmuş.
23 yıldır ailesiyle Türkiye’de yaşayan bir rahibi, AK Parti iktidarının demokratikleşme adımlarıyla yasallaşan misyonerlik faaliyetleriyle ilgili komplo teorilerinden oluşan bir iddianameyle tutuklayıp, hükümetlerinin politikalarından sorumlu olmayan milyonlarca Hristiyan vatandaşın düşmanlığını çekmek, evanjeliklerin iktidarda olduğu ABD’yle mevcut meselelere bir de tutuklu evanjelik rahip eklemenin kimseye bir faydası olmadığı herhalde açık…
Amerikalılar PKK, FETÖ meselelerinde Türkiye’ye büyük haksızlıklar yapıyor. Onlarla bunların kavgasını vermekte haklı Türkiye. Misyonerlerden de hoşlanmıyor olabilirsiniz. Ama bir rahibi yargılarken, cezaevindeki bir katilin itibarsız tanıklığından medet ummak Türkiye’ye yakışmıyor.