Gidenleri geri getiremeyiz. Onlar da bu ülkenin diğer insanlarıyla birlikte ektiler, biçtiler, köprüler, çeşmeler, camiler, kiliseler ve güzelim binalar yaptılar. Bunların bir çoğunu, şimdi kullanıyoruz. Övünüyor, miras olarak görüyoruz. Ama artık yoklar. Ya da, bir avuç kaldılar.
Dersim sürgünü, şair Cemal Süreya, "Şairin hayatı şiire dahil" demişti.
Sevgili Rakel Dink'in, 24 Nisan'ın 100.yılındaki çığlığını okuyorum. Çocukluğunu, köylerini, acımasız baskıları, cinayetleri, mucize sonucu nasıl hayatta kalabildiklerini anlatmış. Acılarını, yoksunlukları anlatmış:
"Bildiklerim, duyduklarım, yaşadıklarım belki cüzi. Belki bir bütünün azıcığı. Ama bütünün ne kadar büyük olduğunu hangi akıl, hangi yürek kavrayabilir?(…)Şimdi seyrediyorum. İnkâr libası ne kadar komik duruma düşürüyor, gülünçleştiriyor insanlığı. Benimkisi acı bir gülümseme. Acılaşmış, gözyaşı dolu bir gülümseme. Biraz da öfkeyle beklenti dolu bir gülümseme(…)
Ben bugün, önce Balıklı’da Çutağımın mezarında, sonra Şişli’de Sevag’ın mezarında, sonra da 1915 soykırımında ölenlerimizi anmak için Taksim Meydanı’nda sessizce bu ülkenin özgürleşmesini bekleyeceğim."
Rakel'in yaşadıkları, bir halkın gerçeğini, bir tarihsel acıyı dile getiriyor. Bir geçmişi aktardığı kadar, günümüzü de anlatıyor.
Geleneksel devlet refleksi
Geçmişe göre mesafeler aldığımızı söylemek mümkün. 10-15 yıl öncesine oranla, Ermeni kardeşlerimize yapılanları konuşabildiğimiz bir düzlemdeyiz. Yaşananın bir soykırım olduğunu, dile getirebiliyoruz. Devletin yönetimindekilerin, Ermenilerin torunlarının acılarını paylaşması; alınan bir mesafeye işaret ediyor.
Söylenenler, acıyı hafifletmediği gibi gerçeği ifade etmeye de karşılık gelmiyor. Bir halkın bu topraklardan silinmesine bahaneler aramanın, artık anlamsız hale geldiğini; kabul etmek gerekiyor. Acı, onların olduğu kadar, bizim de acımız.
"Onlar da bize yapmışlardı" gerekçesinin arkasına sığınmanın manasızlığını, İttihatçıların bilinçli bir planla Ermenileri yok etmeye karar verdiklerini; yavaş yavaş görebiliyoruz.
1915 yılında, bir halkın, çoluk çocuk demeden bütün fertlerini 'toptan yok etme' kararı verildi. 'Sonuç' alındı. O halkın yüzbinlercesi öldürüldüğü gibi; geriye kalanlar, doğdukları topraklara dönemedi. Acıları, yıkımları, silinişleri yarıştırmanın anlamı yok.
Bütün dünyanın gözleri önünde işlenmiş bir insanlık suçu var. Herkesin anladığının, herkesin bildiğinin; bu ülkeyi yönetenler tarafından görülmemesi mümkün mü?
Görenler; belli amaçlarla gerçekleştirilmiş bu insanlık suçunu, görmezlikten geliyor. Devlet refleksi bu şekilde…
Yeni Türkiye
Gerçekten ve samimi olarak yeniyi isteyenin, geçmişteki insanlık suçlarına sahip çıkması, söz konusu olamaz. Bu ülkenin tarihinde, Kürtler yok sayıldı. İnkar ve imha yoluna girildi. Dersimliler, katliam yoluyla, yok edilmeye girişildi. Bu ve benzeri insanlık suçlarının, en ağırı; Ermeni kardeşlerimize karşı işlendi.
Tarihimizle, geçmişimizle yüzleşmek, bir bütün. Bunun içinde 1915 de var, 1930'larda Trakya'dan zorla göçertilen Yahudiler de var, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde işkence gören, idam edilenler de var, 1979 Kahramanmaraş, 1993 Sivas katliamları da.
Geri getiremeyiz
Gidenleri geri getiremeyiz. Onlar da bu ülkenin diğer insanlarıyla birlikte ektiler, biçtiler, köprüler, çeşmeler, camiler, kiliseler ve güzelim binalar yaptılar. Bunların bir çoğunu, şimdi kullanıyoruz. Övünüyor, miras olarak görüyoruz. Ama artık yoklar. Ya da, bir avuç kaldılar.
Osmanlı Meclisi Mebusanı'nın üyesi olan ve kafası taşla ezilerek öldürülen Kirkor Zohrab da yok, 24 Nisan 1915'te Ankara yollarında yaşadığı eziyetlerle aklını yitiren müzisyen Gomidas da, Hrant Dink de…
Onlar bu toprakların insanıydı. Yok oldular, yok edildiler…
Rakel'in hayatı da, ülkemizde bir avuç kalmış, dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilerin hayatı da; bu gerçeklerin parçası. Çığlıkları da öyle.
Rakel'in hayatı, soykırıma dahil…