Geçen yılın sonlarında AK Parti’nin başlattığı Atatürkçülük açılımı bağlamında, resmi ideolojiye ve uygulamalarına dair birkaç yazı yazmayı planlamıştım. Araya hem yeni konular hem de benim yoğun şahsi gündemim girdi; sonuç, ilk yazının (Serbestiyet, 05.12.2017; https://www.serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/resmi-ideolojinin-gucu-1-835766) üzerinden neredeyse iki ay geçmesi oldu.
Arada Rauf Orbay’ın siyasi hatırlarını okudum (Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni 1-2, Emre Yayınları, İstanbul, 1993); mevzuya oradan devam edeyim. Orbay, Osmanlının çöküş ve Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde son derece kritik görevler ifa etmiş bir siyasetçi ve devlet adamı. Balkan Savaşları sırasında “Hamidiye Kahramanı”; Birinci Dünya Savaşı sırasında Bahriye Nâzırı olmuş; Şark Vilayetleri Heyet-i Temsiliyesi’nde üye olarak bulunmuş. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Sivas milletvekilliği yapmış ve İngilizler tarafından sürgüne gönderilmiş. Millî Mücadele’yi yürüten Büyük Millet Meclisi’nde önce Nafia (Bayındırlık) Vekâletine, sonra Meclis İkinci Reisliğine seçilmiş. Akabinde İcra Heyeti Başkanlığına seçilmiş, yani İstiklâl Harbi’ni veren kabinenin başbakanı olarak hizmet etmiş. Velhasıl pek az kimseye nasip olacak makamları işgal etmiş, eşine az rastlanır bir deneyime erişmiş.
Tepeden dibe
Orbay’ın hatıraları çok öğretici; birçok ders çıkarmak mümkün; ben üç tanesinin altını çizdim. Bugün ilk dersten bahsedeyim. O da şu: Memleketin en tepe noktalarında olabilirsiniz. Arkanızı çok güçlü bir kişisel geçmişe de yaslayabilirsiniz. Lakin bütün bunlar size ilânihaye koruma sağlamaz. Özellikle nazik anlarda resmî ya da hâkim ideolojiye karşı çıkar, eleştirel bir tavır alır veyahut sizden beklendiği kadar hevesli bir destek sunmazsanız, kolaylıkla ve bir anda en dibe yuvarlanabilirsiniz. Daha dün kol kola yürüdüğünüz şahısların arkanıza geçip size en şiddetli tekmeleri savurduklarına; şanınızı, şerefinizi ve hayatınızı bozuk para gibi harcamaktan kaçınmadıklarına tanık olabilirsiniz.
Orbay bunu bilhassa Cumhuriyet’in ilanından sonraki acı bir şekilde tecrübe eder. Lozan görüşmeleri esnasında Orbay ile İsmet İnönü arasında görüş ayrılıkları başgösterir. İnönü’nün Lozan’da aldığı vaziyetten ve Ankara’ya gönderdiği telgraflardaki üsluptan Orbay rahatsız olur. Antlaşma imza edildikten ve İnönü Lozan’dan Türkiye’ye doğru yola çıktıktan sonra Orbay, Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkıp artık İsmet Paşa ile çalışamayacağını söyler ve görevi bırakır. Onun yerine Ali Fethi Okyar gelir ama onun kurduğu kabinenin de ömrü kısa olur. Fethi Bey’in istifasıyla bir hükümet buhranı başlar; bundan istifade eden Mustafa Kemal Cumhuriyeti ilân eder.
Orbay Cumhuriyet’in ilanından memnundur. Bazı gazetecilerin yazdıklarının aksine, “acele edildiği” kanaatinde değildir; zira üç yıldır zaten fiilen bir cumhuriyet rejimi vardır ve nihayetinde yapılan iş bunun adının konmasıdır. Orbay “cumhuriyet” kavramının münakaşa edilmesini doğru bulmaz. Ona göre ismi ne olursa olsun bir yönetimi güçlü kılacak olan hususiyet, yönetimin halkın büyük çoğunluğunun taleplerine cevap vermesi, refahını temin etmesi, vatanın bağımsızlığını ve şerefini hakkıyla korumasıdır.
“Aksi takdirde isim veya üst tabakada şekil değiştirmekle, gerçek ihtiyaçların temin edilmiş olacağını zannetmek, bilhassa en yakın mazide bunca acı tecrübeden sonra fahiş bir hata olur” (Cilt 2, s. 136).
“Zorba yumrukla iş görmek”
Cumhuriyet hakkında görüşlerini açıklayan Orbay’a gazeteciler “Kuvvetli hükümet nasıl olabilir?” diye bir soru yöneltir. Orbay bu soruya “bir milletvekili sıfatıyla ve umumi efkârın duygularına tercüman olduğuna inanarak” aşağıdaki cevabı verir:
“Benim anladığım kuvvetli hükümet, vazife ve salahiyetlerine ve bunların icaplarına müdrik, Millî Hâkimiyet esasını benimsemiş, kanaatlerini ve maruz kalacakları zorlukları ancak ve ancak millet meclisinde samimi ve açık hasbihallerle hal ve fesletmek esaslarına sadık ve tecrübeli, olgun bir heyet demektir. Yoksa bazılarının sandıkları gibi, zorba yumrukla iş görmek isteyen bir heyete kuvvetli hükümet demek asla doğru olmaz” (Cilt 2, s. 136-137; kritik yerin altını ben çizdim).
Verdiği bu cevap Halk Fırkası’nda galeyana sebebiyet verir ve Orbay’ın başına iş açar. İsmet Paşa’ya yakın bazı vekiller, Orbay’ın itiraz yollu beyanatıyla Cumhuriyeti zaafa düşürmeyi ve yeni bir fırka teşkil ederek HF’yi ikiye bölmeyi amaçladığını belirtip, meselenin acilen fırka grubunda görüşülerek aydınlanmasını ister.
Grup toplanır, Orbay kürsüye çıkar ve savunma babında bir konuşma yapar. Kutsî duygularının Cumhuriyet idaresinden başka hiçbir idareye taraftar olmasına müsaade etmediğini söyler. Milletin de Cumhuriyet taraftarı olduğunu ve milli hâkimiyet kayıtsız şartsız hüküm sürdükçe Cumhuriyet’ten başka bir şey istemediğini ifade eder. Orbay’a göre, millet bütün varlığıyla Cumhuriyeti isterken bunu lâyıkiyle tatbik edemezsek diye endişe duyması normaldir, milletvekillerinin de bundan üzüntü değil sevinç duymaları gerekir.
“Aklı başında bir cumhuriyetçi”
Ancak bu cevap HF’lileri tatmin etmez; tepkileri dindirmek bir yana, büsbütün artırır. En şedit itiraz edenlerden biri Kars Mebusu Ahmet Ağaoğlu’dur: “Rauf Bey’in cümlesi şudur: (Cumhuriyet kelimesinin manası yoktur. Cumhuriyet demekle bir milletin refahı saadeti sağlanmaz. Herhangi bir usul bu saadet ve refahı temin ederse, en iyi idare şekli odur.) İşte bunları başka mânâda kullanmış olduğunu ifade ederse, bendeniz Rauf Beyefendinin samimiyetine ve mevkiine inananlardan birisi olduğum için bu samimiyetine de inanacağım ve kendisi ile arkadaşlığımız kıyamete kadar devam edecek. Yok, inat eder ve fikrinde ısrar ederse, derhal samimiyetimize nihayet vereceğim” (Cilt 2, s. 139).
Aslında HF’lilerin ne istediği açıktır; ondan mutlak surette biat etmesini ve milli egemenliği gerçek mânâda sağlamasa da mevcut durumu cumhuriyet olarak kabul etmesini beklerler. Oysa Orbay’a göre “gerçekten cumhuriyetçi olan aklı başında hiç kimse bunu kabul etmezdi.” Onun için geri adım atmaz<; bir idarenin kendine cumhuriyet demekle kendiliğinden cumhuriyet sıfatını kazanamayacağı düşüncesinde ısrar eder. Güney Amerika’da birçok devletin, cumhuriyet adı altında milli hâkimiyeti hiçe sayarak hüküm sürdüğünü anlatır. Milletin sözünün idareye geçmediği bir düzenin cumhuriyet sayılamayacağını defaatle vurgular.
“Hatâ ettiniz Rauf Beyefendi”
Orbay’ın kararlı duruşu ona karşı muhalefeti yükseltir. Hamdullah Suphi, onun halifeyi ziyaretini diline dolar ve Orbay için hilâfetçi imasında bulunur. Orbay, Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen halifenin daveti üzerine onu ziyaret etmeyi bir görev bildiğini söyler ve ziyaretinin arkasında durur. “Ben bir cumhuriyetçiyim” der ama bu da kâfi gelmez. HF’ye göre, mevcut yönetimin cumhuriyetçilik iddiasına mesafeli durması sineye çekilebilir bir hatâ değildir. Tartışmalar alevlenir ve en sonda İsmet Paşa kürsüye çıkar. Sinirli ve heyecanlıdır:
“Esaslı bir devlet şekli bahis konusu olduğu vakit, mütalaa ve hisler aramızda kalmaz. Bizi seyreden bütün bir dünya vardır” diyerek sözlerine başlar ve sonradan doğrudan doğruya Orbay’a hitap ederek konuşur: “Rauf Bey, Rauf Bey… Bahusus böyle inkılap zamanlarında hükümet adamları herhangi bir şüphe izhar etmezler, hatâdır… Hatâ ettiniz Rauf Beyefendi” der ve sesini daha da yükselterek son noktayı koyar:
“Rauf Bey, beyanatlarında bizimle zıddı tam olarak gördüğümüz noktaları geri alarak bu fırka içinde yürümek kararında mıdırlar, yoksa siyasi beyanatlarında bizimle zıddı tam olan noktaları muhafaza ederek fırkamızın dışında ve Meclis’te bizimle karşı karşıya çalışmak kararı mı vereceklerdir? Son söz ve karar şimdi kendilerine aittir” (Cilt 2, s. 141).
Rauf Bey ayrılmak için bir sebep bulunmadığından bahisle HF içinde kalmayı sürdüreceğini söyler ama artık işin dikiş tutmayacağı bellidir. HF’de yolun sonuna gelmiştir; “kahraman” olduğu dönemler geride kalmış, iman derecesinde bağlılık göstermediği için “hain” okları ona yönelmiştir.
Üstelik bu, onun henüz iyi zamanlarıdır; daha kötü günler hızla yaklaşmaktadır.
Şimdilik bu kadar yetineyim, diğer dersler bir sonraki yazıya kalsın.